Laik devlet mutabakatı

BAŞBAKAN yaklaşık iki hafta önce Kuzey Afrika ülkelerine yaptığı ziyarette, geçmişteki bir söylemini Arap yöneticiler önünde tekrarladı.

Haberin Devamı

“Kişi laik olmaz, devletler olur, ben Müslüman’ım ama laik bir devletin yöneticisiyim.”
Konunun uzmanları bu ifadelerin o coğrafyada ne ölçüde yankı uyandırabileceğini enine boyuna tartıştı.
Önce bir saptama yapalım.
Arap dünyası için Müslümanlık, sadece bir din değil, onun çok ötesinde bizatihi yaşam biçimi, adeta kültürünün dine uyarlamasıdır. Tarihsel, kültürel bin bir biçimleme, tercümanın Arapça karşılığını bulmada zorlandığı gibi, “laiklik” kavramını bu insanlara yabancı kılmıştır.
O topraklar geçmişten günümüze otokratik anlayışların hüküm sürdüğü yerlerdir.
Şayet “Arap Baharı”nın bir sonucu olarak, halkın önüne bir sandık konulursa, örneklerini hep yaşadığımız şekliyle, “Müslüman Kardeşler” ve benzeri laikliği benimsemeyen siyasi anlayışlar halkın açık ara tercihi olacaktır.
Dolayısıyla Sayın Başbakan’ın bu söyleminin pratiği zordur.
“O halde bu söylemin gerçek muhatabı kimdir”, sorusu akla geliyor.
Şüphesiz Türkiye’deki “laik seçmen” yönünden bu cümleler ferahlatıcı olmuştur.
Ama bu siyasi fayda salt, Sayın Başbakan’ın bu özel vurgusunu izah etmeye yetmez.
Bize göre derin sebep farklıdır. Özünde, “demokratik iktidarımı paylaşmam” mesajıdır.
ABD, İslam coğrafyasında “ılımlı İslam” projesi ile, Türkiye’yi rol model belleterek bir stratejik yaklaşım ortaya koydu.
Müslümanlık bir vahiy dinidir. Kutsal kitabı orijinal haliyle günümüze ulaşmıştır. Peygamberinin sünneti de, hadisi de detay bazda bağlayıcı uygulamalar içermektedir.
Bab-ı içtihat yolunun kapatılmış olması Sünni yorumlamalarda esnekliği çok azaltmıştır.
Hal böyle olunca ılımlı İslam’ın savunucusu çağa uyumlu Müslüman, kendisinden daha radikaline karşı, oy verenler nezdinde ikna edici olmakta zorlanır.
İslam’da bir ruhban sınıfının olmadığı söylenir. Ama icma-ı ümmet, ulu’lemir, ulema ve benzeri hak edilmiş kaliteler ister istemez bir hiyerarşik yapılanma oluşturur.
Tarikat şeyhleri, şıhları, hocaları, ayetullahları, Müslüman toplumlarının kademelendirilmiş realiteleridir.
Dünyevi rütbe olan başbakanlık, laiklik ayrıcalığını koruyamayan bir ılımlı İslam modelinde en önde ve tartışmasız görünen konumunu koruyamaz.
O noktada 1500 yıllık gelenek kendini göstermeye başlayacak ve muhtemelen laik iktidar yerini geleneğin gerçek sahibi olduklarını iddia edenlere bırakacaktır. Kuzey Afrika deneyimleri bize göstermektedir ki, Diktatörlerin tasfiyeleri demokrasiyi yol açtığında, hakim kültür başka bir tür diktatörlüğe, üstelik “sandık” eliyle dönüşmektedir.
Ak Parti yöneticileri Türkiye’ye yönelik bu ihtimalin farkındadır.
Onların; seçimle geldikleri, demokrasi olduğu ve laik kurallara yaslandığı için var olan karar verici konumları, bu esasların dışındaki kriterlerden güç alarak rütbelenmiş insanlarla paylaşılırsa hem kendileri, hem de ülke için açık bir mevzi kaybı söz konusu olacaktır.
Sayın Başbakan uluslar arası toplum nezdinde demokratik olmayan ülkelerin bir “çöp” olduğunun bilincindedir. Dini kullanarak palazlanan köhnemiş otokratik anlayışlara geçit vermeyecek kadar tecrübelenmiştir.
Zaten aynı başbakan “demokrasi de, din de insan mutluluğunun aracıdır” derken bu anlamıyla refah toplumu idealinde kuru ve kurnaz gürültüye pabuç bırakılmayacağının mesajını hep vermektedir.
Pek tabii bu ülkenin demokratik anlayışlarının daha da olgunlaşması ihtiyacı açıktır. Ak Parti dahil “demokrasi acemileri” olan bizler hep birlikte bu kültürü derinleştireceğiz. Bunun ön şartı laiklik konusunda tam bir mutabakattı. Başbakan bu konuda bizce yukarıdaki söylemiyle net tavrını koymuş oldu.

Yazarın Tüm Yazıları