Paylaş
BİZ İzmir’in gerçeklerini konuşmayı erteliyoruz.
Böyle olunca meydan bir biçimde belli bir pozisyon edinmiş kişilerin söylemlerine kalıyor.
İzmir bu zevatın ortaokul kompozisyonu tadındaki romantik belirlemelerinin çok ötesinde konuşulmaya, değerlendirilmeye, ihtiyaç gösteriyor.
“İzmir neyin sembolü” başlıklı yazımızda kendi bakış açımızdan bu amaçla bir deneme yapmaya çalıştık.
Olumluları geçiyorum, olumsuz tepkiler iki ayrı kategorideydi.
Birincisi, yukarıda belirttiğim ‘popüler kültür kurnazları’ndan geldi. Onlara adeta gün doğdu. Vasatın hegomanik patronları hissiyatı ile hemen karşı saldırıya geçtiler. Kimileri plastik bir zarafetle, kimileri de hakaret ve linçe varan tepkiler verdiler.
Diğer bir kesimse çok daha naif insanlara ilişkindi.
Kelimelere takıldılar
Onlar, yazımızın içeriğinden daha ziyade orada kullandığımız bazı kelimelere takıldılar, hatta incindiler.
Üzerinde en fazla durdukları kelime ‘köksüzlük’tü.
Bu sözü, sözlük anlamıyla değerlendirip ‘ne yani biz soysuzmuyuz’a kadar götürdüler.
Benim bu insanlara bu anlamıyla açıklama yapma borcum, hatta vecibem doğuyor.
Bakınız, bir düşünce ortaya koyarken kendi içinde bir mantık silsilesi oluşturmaya çalışırsınız. Kendine tutarlı bir düşünce bir köşe yazısına konu oluyorsa, derdinizi uzun uzun anlatabilme imkanınız yoktur.
Siz, kendinize göre zihninizde tasnif ettiğiniz bilgilerin ışığında özet bir çıktı oluşturursunuz. Yazdığınız bir cümleye yüklediğiniz anlam, onun hangi çağrışımlardan beslendiği, sizin neyi kastetmek istediğiniz, çoğu kereler hitap ettiğiniz kitleye geçmez. Esasında bu, onun sorunu da değildir. Hiç kimseden sizin ‘değerli fikirlerinizle’ yatıp kalkmasını bekleyemezsiniz.
Hal böyle olunca, geride özensiz kullanıma konu olmuş bazı kelimeler kalır. Yazınızı daha okunabilir kılma adına biraz da bilinçli olarak tercih ettiğiniz provokatif kelimeler ters teper ve esas vurgulamak istediklerinizin önüne geçer.
Kulağıma küpe olmuştur
Köksüzlük kelimesinin başına gelenler de benim duygusal İzmirlim yönünden biraz da budur. O kelimeyle, şüphesiz İzmir’in bir göçmen kenti olarak, daha gerilerden gelen çok dinli yapısıyla müthiş bir kültürel zenginlik üzerinde oturduğu ve buna yeterince sahip çıkmadığı yada çıkmasına yeterince müsaade edilmediği vurgulanıyordu.
Tersine seçilen bir kelimeyle köklerinin farkına varması, değerlerini ve farklılıklarını daha cesaretli ve açık yaşaması zamanın geldiği, ifade edilmeye çalışılıyordu.
Kendi değerlerine sarılanların bugün ülkemizde ön aldığını, oysa İzmirli’nin mevcut kaliteleri ile yönlendirici olması gerekirken endişe kaynaklı pasif itirazcı görüntüsü verdiği, belirtiliyordu.
Her neyse, yazımızın konusu bu değil.
Ben bazı İzmirliler’i üzmüş olduğumu fark ediyorum.
Bu haksızlıktır. Öyle anlaşılıyor ki yanlış anlaşılma ihtimalini hiç gözden uzak tutmamak gerekir.
Kulağıma küpe olmuştur.
Haydi İzmirli
5 Mayıs’da bir ‘boyoz’ şenliği yapılacakmış. Bir yerel radyonun öncülüğünde ikinci defa yapılacak bu etkinlik, anlaşıldığı kadarıyla geleneksel halde dönüşecek gibi.
Boyoz ve katı yumurta, bilindiği gibi bir Seferad kültürü.
Bundan 520 yıl önce bu topraklara gelen Yahudi vatandaşlarımız, belki de en eski hemşehrilerimiz.
Halihazır nüfusları, kentimizde bin sayısını biraz aşıyor.
Son 70-80 yılda gönüllü gidenleri de oldu, gitmelerine sebep olan olaylar da.
Bu toplumun ürkek ve temkinli insanlarıdır onlar.
Her neyse, bu yazının konusu bu değil.
Biz, yani İzmirlililer, ‘boyoz’u bu denli benimsemiş, kentimizin simgelerine dahil edecek kadar içselleştirmişsek;
İşte o zaman hepimize bir vazife çıkıyor.
Farklı kültürlerin bir arada mutlu yaşadığı sembol kent olabilmek, birbirimizin duyarlılıklarına sahiplenmekten geçer. Sahici ve sımsıcak bütünleşme, her birimize bir diğeri için vecibe yükler.
Fırsat doğmuştur
Madem, ‘boyoz Yahudilikten gelen kültürümüz’ diyoruz, örneğin bu etkinlikte Cemaat Başkanı’nı da ayrıca ön plana alınarak onurlandırmayı düşünüyor olmamız lazım. Ya da, bu vesileyle, eski yaraları deşmeyi asla hedeflemeden ama bir kısım ‘gönül alıcı’ hoşluklar planlıyor olmamız gerekir.
Bunlar zor şeyler midir?
Bu detayları ıskalarsak ya da boş verirsek, işte o zaman o boyoz ve katı yumurta festivali biraz havada kalıyor, gelenekselleşmesi ve değerlenmesine yol açacak bağlamından hafif hafif uzaklaşıyor.
Biliyorum, bizlerin ruhlarına sirayet etmiş hakim tutumumuz, bu nevi konularda ‘neme lazımcılıktır’.
Ama bu defa, ‘boyoz festivalini gerçekten hak ediyor muyuz’ sorusu beliriyor. Madem çok kültürlü bir kentiz, madem ülkenin en çağdaş insanları burada yaşıyor, madem İzmir olarak fark yaratmak istiyoruz, işte ‘insan odaklı’ 21.yüzyıl İzmirlisi için bir fırsat doğmuştur.
Aksi halde hakkımızın boyoz-yumurta’dan ziyade üçgen peynirle sınırlı olduğunu lütfen düşünelim.
Paylaş