Paylaş
Milli devlet duygusuna sahip her insan için en özel günlerden biridir 9 Eylül. İzmir o dönemlerde “Akdeniz İncisi” sıfatını hak eden bir liman kentiydi. Bugün Alsancak diye bilinen yerleşim yeri daha ziyade Rum, Ermeni ve Levantenlerin semtiydi. Müslüman ve Yahudiler ise Konak civarında yaşarlardı.
İzmir’in kurtuluşundan 4 gün sonra, 13 Eylül’de büyük bir yangın çıktı ve Alsancak semti büyük ölçüde tahrip oldu. Bu yangın nasıl çıkmıştı ve kimler tarafından çıkartılmıştı? Bu sorular hep tartışılmıştır. Resmi tarih yangını kaçan düşmanın çıkarttığını yazar. Aksi görüşü savunanlar, yangının düşman kenti terk ettikten 4 gün sonra çıkmasına dikkat çekerler. Konu tarihçilerindir.
Nitekim, Cumhuriyet tarihçisi Falih Rıfkı Atay “Çankaya” adlı eserinde, sonradan yeni baskılarında sansürlenmiş olsa da, İzmir yangınına dair canlı gözlemlerini şöyle yazar... Yorumsuz aktarıyoruz.
TÜTE TÜTE BİTTİ
“Gavur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar sadece Ermeni kundakçılar mı idi? Bu işte ordu Komutanı Nureddin Paşa’nın hayli marifetli olduğunu söyleyenler çoktu. (...) Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum: ‘Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden bir subay, bütün taarruz harbleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi’nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe sanki Hristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderine idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak şehrin Türklüğünü korumaya kafi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasa idi bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon’dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkının görerek gelen subayların ve neferlerin affetmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi’.”
-----------------
Tedbirlenme
OSMANLI bağnaz bir İslami yapı değildi. Bu anlamıyla azınlıklar aşırı bir baskı altında yaşamıyorlardı. 19. yüzyılda başlayan milliyetçilik akımları Hristiyan tebaa yönünden ayrılıkçı hareketlenmelere ve karşı tedbirlere yol açmıştı. 20. yüzyılın başlarında Cumhuriyet kuruldu. İmparatorluktan elde kalanların konsolidasyonu, biraz da mecburiyetten ‘Türkçülük’ kavramı üzerinden yapılandırıldı. Genç devletin ideolojik programı gereği, gayrimüslimlere mesafeli bakış sistematik bir hale dönüştürüldü. İsrail devletinin kurulması (1948) bir faktör olsa da, ‘Varlık Vergisi’ gibi uygulamalar Yahudi nüfusun azalmasına yol açtı. Bugün tüm ülkede 25.000 civarında Yahudi vatandaşımız yaşamaktadır.
1 Eylül Dünya Barış gününde sosyal medyada bir video çok izlendi. İstanbul’da bir sinagogda coşkuyla İzmir Marşı söyleniyordu. Aslında ‘Kemalizm’e bu denli sahiplenme biraz ‘kafa karıştırıcı’ bir durumdur. Zira, bir ‘durum tespiti’ yapıldığında, Cumhuriyet döneminde gayrimüslim nüfus büyük ölçüde tasfiyeye uğratılmıştır.
Yazar Murat Utkucu’ya göre; “Cumhuriyetin radikal bir batı programı üzerinden bir ülke inşa etmesi ve Fransa tipi bir laiklik anlayışı ile başta kadın-erkek eşitliği üzerinden muhteşem adımlar atması, her şeye rağmen gayrimüslimler nezdinde ikna edici olması sonucunu doğurmuştur.”
Kemalizm’in, ‘irtica kaygısı’ üzerinden, gayrimüslümlerin yanı sıra, en demokrat zihinleri bile ‘esir’ alması bugünlere dair en ironik gerçekliğimizdir. Dolayısıyla Yahudi vatandaşlarımızın, biraz da “yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak” bilinciyle, korunmacı bir tutum alması, coşkuyla söylenen marşın derinliklerindeki hüznü gizleyemiyor.
Paylaş