Paylaş
“İzmir neyin sembolü” başlıklı yazımız hafta boyunca çok tartışıldı.
Karşı çıkanlar olduğu gibi beğendiğini ifade eden çok sayıda okur oldu.
Karşı çıkan bazı okurlar, uzun uzun mailler yazarak neden farklı düşündüklerini belirtmişler.
İnanın bu çok hoş bir şey. Demokrasi neden çok önemli, bu vesileyle daha bir hissediyorsunuz.
Yalnız bazı okurlara küçük bir sitemim var. Lütfen katılmadığınız fikirleri savunurken meseleyi kişiselleştirmeyin. Hakaret bizlerin tercih edeceği bir düzey olmamalı.
Yazıya gelince...
Yazının ana fikri, esasında hiç bilinmedik bir savı ifade etmiyor.
Ülkemize çok şey katmış Cumhuriyetimiz, başlangıcından itibaren ideolojik bir forma sahipti. Tek parti döneminden, askeri ihtilal dönemlerine kadar hepimiz bu etki altında yaşadık. İzmir göçmen kenti olduğu için bu etkiye en açık yapıydı. Şimdilerde farklı bir Türkiye var. İzmir değişen Türkiye koşullarında ülke geneline ağırlığını koyabilecek, onu yönlendirebilecek bir ağırlığa maalesef sahip değil.
Yazıda, ulaşmak istediğim amaç, kentimin insanlarının silkinmesinin zamanının geldiğini hatırlatmaktı.
Cumhuriyet, bireyselleşmeye, diğer deyişle evrensel demokrasiye gidişin en önemli “ara durağı” olan “laiklik” kalitesinin insanlarımıza kazandırılmasında en fazla İzmir’de başarılı olmuştur.
Bırakın diğerlerini, sadece bu özellik bile gelecek Türkiye inşasında İzmir’in, İzmirli’nin vazgeçilmez önemini gösterir.
Oysa İzmir böylesi bir tutum sergileyemiyor. Kendini, mağdur, mazlum hissediyor. Tüm Türkiye’yi peşinden sürükleyecek alternatif yaklaşımları yeşertemiyor.
Bu ülkede neden çağdaş bir sosyal demokrat anlayış yok, neden özgürlükçü demokrat merkez partiler oluşamıyor? İzmir neden böylesi bir taban baskısı yaratmıyor? Neden, gelişmeleri endişeli bir gözle izliyor görüntüsü veriyor?
Yazı, işte bu sorulara cevap aramaya çalışıyordu.
Benim naif İzmirlimi, biraz da provokatif kelimelerle 21. yüzyıl gerçekleri üzerinden silkinmeye ve sazı eline almaya davet ediyordu.
Bakınız, tekrar vurguluyorum. Bu kentin yakın tarihi geçmişine dair ifadelerim bir tez falan değil. Son dönemlerde Alev Alatlı’dan, Murat Belge’ye, hatta pek çok önemli gazeteciye kadar herkesin işlediği konular...
Tamam, artık geçmişe saplanmayalım. Ama geleceğe yönelik de tüm ülkeyi kavrayacak ve Atatürk’ün final tasavvuruna uygun çağdaş Türkiye için “itici motor” rolünü üstlenmeye gayret edelim.
Kimdik, neydik, ne olduk, ne olacağız, tüm bu soruları soralım, özeleştiri gerekiyorsa acıtma pahasına yapalım, endişe ve tereddütler üzerinden kendimizi ifade etmekten vazgeçelim.
İzmir neyin sembolü sorusuna cevap arıyorsak eğer, kendinin farkına vardığı ölçüde tüm bu potansiyellerin sembolüdür. Daha ötesi, yandaki yazıdadır.
Demek istedim ki
İzmir’in birçok rengi var. Bu renkleri yaratan da bizim insanlarımız, İzmirliler...
İzmir’i hissedenler, İzmir’i içinde yaşayanlar...
Çok örnek verebilirim.
Esasında hepimiz kendi çapında “yaralı kuşlarız...”
Bunları hatırlatmak, ima etmek, İzmirlileri yargılamak, hele hele hakaret etmek hiç değildir.
Onların, kimi bastırılmış hüzünlerine sahiplenmek, paylaşmaya çabalamaktır.
Pek tabii, bu neviden dertlenmelerimiz sadece İzmir’in sorunları değil. Bazılarının kökenleri ise yüzyıllarca önceye dayanıyor.
“Artık geleceğe bakmalıyız” derken yanlışlardaki ısrardan da vazgeçme gereğine işaret etmek istedim.
21. yüzyıl Türkiye hayalimiz, demokrasinin içselleştirildiği, empatinin hayatımızın her alanına girdiği, bir mutluluklar ülkesine dairdir.
Meselelere insan odaklı bakabilme olgunluğuna ulaşabilmek için, evvelemirde geçmişin özeleştirisine yapabilme yürekliliğinde olmamız, fikir namusundan taviz vermememiz ve vicdanlı olmamız gerekiyor.
Paylaş