Paylaş
Yerel seçimlere kadar herkes her şeyi erteleme eğiliminde.
Ama işlerin iyi gitmediği de ortada.
Tüm piyasa oyuncuları ve sıradan insanlar aşırı temkinli.
“Talep kuruluğu”, “üretim azaltılması” hatta “askıya alınması” pek çok işletmenin yaşadığı gerçeklik.
Örneğin, inşaat malzemeleri üreten sektörlerde duyduklarımız ürkütücü.
Hani “dal kıpırdamıyor” deyimi iç piyasaya yönelik tüm sektörlerde yaşanıyor.
Dördüncü çeyrek büyüme rakamları muhtemelen (-5) puan civarında, 2018 geneli ise % 2.5’ların altında gerçekleşecek gibi görünüyor.
An itibari ile bankalar, tedarikçiler, işverenler, tam takım herkes çaresizce “bekliyor”.
Neyi mi bekliyorlar?
Bu sorunun cevabını sadece bilen biliyor.
Açık söyleyelim, uluslararası piyasalara istediği güvenceyi ancak IMF verebilir, diye düşünüyoruz.
IMF, finansmanını büyük ölçüde ABD’nin oluşturduğu, bağlı olarak onun işareti ile harekete geçen bir kurum.
Bu nedenle IMF kapısının açılabilmesi politik parametrelerle çok ilişkili.
Türkiye’nin hali hazırdaki yönetim anlayışı daha ziyade Rusya ile uyumlu.
Denilebilir ki, S-400’den atom santrallerine, “Avrasyacı” yaklaşımımız devam ettiği müddetçe ekonomimizin ihtiyacı olan desteği “Batı”dan beklemek gerçekçi değildir.
Kaldı ki, Suriye politikalarımız gibi hem Rusya hem de ABD’ye ters düşen tutumlarımız nedeniyle diğer kapıların açılması da garanti değildir.
Zaten “beka varsa refah ikinci plandadır” anlayışı son bir-iki yıldır resmi “devlet duruşu”muz olmuş durumda.
Hani Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek açısından pek fark etmese de Recep Tayyip Erdoğan’nın refah odaklı bir Türkiye’den sür-git vazgeçmesi düşünülemez.
Zira böylesi bir tercih halk nezdinde oy desteğinin kaybedilmesi manasına gelir.
Bu durumda “15 Temmuz”la başlayan ortaklık, bir ihtimal seçimlerden sonra bozulabilir.
Artık İYİ Parti ile mi, yoksa CHP ile mi, “batıcı” bir koalisyon kurulur ve tekrar NATO’ya bir yönelim başlar, eskinin barışçı politikalarına dönüş yaşanır, işte o noktada IMF tüm olanakları ile ülke ekonomisine destek olur.
Şüphesiz IMF hiç gelmesin, diyebilirsiniz.
Ancak, bu tip yaklaşımda olanların 470 milyar dolara ulaşan borçların nasıl ödeneceği, piyasa tıkanıklıklarının nasıl aşılacağı, ilave cansuyu kredilerinin ne şekilde temin edileceği konularında hamasete kaçmayan doyurucu açıklamalarının olması gerekiyor.
Paylaş