Paylaş
Belirli bir amaç için bir araya gelen insanlar bu uğurda çaba
gösterirler.
Sivil toplumculuğun en kritik özelliği katılımcıların katkılarıyla bütçelenen “gönüllülük” esasıdır.
Kar amacı gütmeyen yapıları ve sosyal sorumluluk anlayışları ile projeler geliştirir ve kamuoyunu baskısıyla karar vericileri etkilemeye çalışırlar.
Toplumun “kanaat önderi” olan bu kuruluşlar her birikim seviyesinden hevesli insanların gayretleri ile faaliyet gösterir.
Bu kuruluşlar üye aidatları, bağış ve amaca uygun etkinliklerden gelir oluştururlar.
Pek çoğu kıt bütçelerle çalışır. Bu yüzden başta üyeleri olmak üzere destekçilerini hep bir fedakarlığa davet ederler.
Bu sebeplerle sivil toplum kuruluşu yöneticiliği zor bir iştir. Zaman ve imkanları geniş insanların dışında, sosyal sorumluluk adına bu işler sürgit yapılamaz ve bir bayrak yarışı şeklinde elden ele cereyan eder.
* * *
Şüphesiz bu kuruluşların yöneticiliğinin kişilere sağladığı bir prestij vardır. Vaktini cömertçe bu işlere tahsis edenlerin böylesi bir prestiji hak ettiğini söylemek gerekir.
Ancak her konuda olduğu gibi bu işlerin de “tadında” kriterine uygun olması ve “makul”un zorlanmaması gerekir.
Sivil toplum kuruluşu yöneticiliği bir “meslek” değildir ve asla “geçim kapısı” olmamalıdır.
Bu son saptamadan kastımız, ülkemizdeki kötü bir tip sivil toplum kuruluşu modeline eleştiri getirmek içindir.
* * *
Sivil toplum kuruluşlarını en değerli kılan özelliği, tekrar belirtilirse “gönüllülük” esasıdır.
Halbuki bizim memleketimizde kanunla kurulmuş ve yine kanun zoruyla aidat alan ve milyonlarca liralık bütçelere ulaşan “oda”lar vardır.
Kanun zoruyla ve bu sayede oluşmuş büyük bütçelerini yönetme erkine sahip olma iştahı, kimi zaman sivil toplumculuğun ruhu ve felsefesini gölgede bırakmakta ve “hizmet aşkıyla” açıklanmasında güçlük arz eden bir garip ısrarlı durumlar ortaya çıkmaktadır.
Bu tip yapılar fırsatçıları yönünden hep bir cazibe merkezleridir.
* * *
Bugün ülkemizde kanunla kurulmuş meslek örgütlerinde sürekli ve değişmez yönetici olarak kalmaya çabalamak ve bunu bir biçimde becermek problemli bir görüntü vermeye başlamıştır.
Filvaki Devlet nihayet yönetici sürelerine sınır koyarak tedbirlenmiştir. Ancak, meselenin özü bu değildir. Doğru olan, tüm demokratik toplumlarda olduğu gibi kanun zoruyla aidat uygulamasını kaldırmaktır.
Demokrasi topyekün bir kültürdür. Özünde “değişim” vardır. Onun en önemli aygıtlarından bir olan STK’ların da, Avrupa Birliği normlarına uygun şekilde yeniden düzenlenmesi “açık” bir ihtiyaçtır.
Paylaş