Paylaş
İNSANLARIN dünyayı algılamasıyla bilimin gelişmişlik düzeyi arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bilim ve teknolojinin gelişmediği dönemler ve toplumlarda, hemen her şeyi açıklamak için manevi parametreler ön plana çıkarılır.
Çağın en aydınlık ve berrak ‘kafa’sına sahip Aristo, herhangi bir katı kütlenin yere düşmesini ya da buharlaşan sıvının göğe yükselmesini bir gizli çekim gücüyle izah etmişti. Ona göre bu ‘sevgi’nin gücüydü. Pek tabii, yüzyıllar sonrasında keşfedilecek yer çekimi ve termodinamik yasalardan garibin henüz haberi yoktu.
Esasına bakarsanız bilgi yetersizliğinden kaynaklanan belirsizlik ortamlarında bir karmaşa oluşmasın diye, süratle bir değerler sistemi oluşturulması, hep bir zorunluluk olarak gündeme getirilmiştir.
Bu değerler sisteminin oluşturucuları, bizlere bir takım ‘erdemler’ öğütler. Bu süreç Antik Yunan’dan 7 bilge öğütleriyle başlar. Erdem ya da ahlak, özü itibariyle size, sizin o güzel aklınızı fazla yormamanız için sunulmuş reçetelerdir. Kendi iştahını dengelediği ve genel bir çerçeve içinde kaldığı sürece pek bir sakınca taşımazlar. ‘Ailenizi sevin, insanları kazıklamayın, yalan söylemeyin, hırsızlık yapmayın...’ Ancak insanlık tarihine baktığınızda, erdemi empoze edecek güce sahip olanlar hiçbir zaman bu sınırlar içinde kalmamışlardır.
Hakim otorite, mevcut menfaatlerini koruyan, kollayan kuralları oluştururken (ki buna hukuk demişlerdir), işlerine gelenleri ahlaki norm görüntüsüyle yasalara çivilemeyi asla ıskalamamışlardır.
Ortaçağ Avrupa’sında teokrat yapı, kendi dayattıkları çerçeveyi tartışmasız kılmak için, meşhur ‘her iktidar Allah’tan gelir’ (Omnes prostes Doe) formülasyonunu geliştirmiştir.
Meseleye bizim coğrafyamız yönünden de bakınca durum pek farklı değildir. Tüm İslam teologları Kuranı-Kerim’in manevi ihtiyaçları karşılayan bir din olmanın çok ötesinde, kapsamlı bir siyasal ve sosyal sistem önerdiğini belirtir. Biraz bu yüzden İran ve Filistin’de karışan akıllar radikallere taban sağlamaktadır.
Şüphesiz toplumlara bir tarif vermek, neyi nasıl anlaması ve yaşaması gerektiğini belirtmek, kaosu büyük ölçüde önler. Ancak hayat dinamik ve sürekli gelişim içindedir. Hele, erdem ve hukuk anlayışını ilahi bir kaynağa bağlamışsanız yeni koşullara uyum son derece zor ve sancılı olur. 21’nci yüzyıl Türkiye’sinde de şimdi bu sıkıntılar yaşanıyor. Gelenekçi İslam anlayışından Ulus Devlet Duygusallığına bir biçimde oluşmuş hukuk ve ahlak anlayışımız, küreselleşen dünyanın talepleri karşısında dar geliyor, dönüşüm tomurcukları dört bir koldan pıtraklar vermek istiyor, muhafazakarlar huysuzlanıyor. İleri teknolojiyle beslenen küresel düzen yepyeni bir ahlak anlayışına yelken açmamızı dayatıyor.
Paylaş