Gelecek özgürlükçü anlayışlarda

Haberin Devamı

Cumhuriyet dönemi boyunca muhafazakarlar ve Kürtler kendini mağdur hissetmiştir.
Hafifçe vidaların gevşetildiği dönemlerde dahi, gerek muhafazakarların, gerek Kürtlerin ülke siyasetine dahil olmak üzere kurdukları siyasi partiler peş peşe kapatılmıştır.
Benzer durum Aleviler için de geçerlidir.
Muhafazakarlar bu süreçlerde sabırlı davranmış, devran değişince iktidar olmuşlardır.
Kürtlerin bu kadar sabırlı olduğu söylenemez. Küçük bir grup silah ve terörü metot olarak benimsedi.
Neticede bugün onlar da demokratik yöntemlerle bir sonuç olabileceklerine ikna olmuş gözükmektedir.
Kürtlere bu imkanı sağlayanların muhafazakarlar olması kimseye şaşırtıcı gelmemelidir.
Neticede bu, bir nevi “mağdurlar dayanışması”dır.
En önemli faktör
AK Parti zaman zaman otokratik eğilimler gösterse de, demokratik paydanın giderek genişleyecek olması, onları bile aşan sosyal ve siyasal süreçtir.
Bir anlamda özlenen demokratik yapıya kuyudan tek tek çıkmak suretiyle ulaşabilecektir.
Daha geride Alevilerden Çingenelere ve durumlarından hiç sual açmamışlara kadar pek çok “mağdur” sırasını beklemektedir.
Ülkede bu gelişmeleri başlatan en önemli faktör askeri vesayetin kırılmasıdır.
Tek parti bürokrasisi, kendi kurumsal yapısını iki ana tehdit üzerine kurgulamıştı.
Birincisi, ülkenin bölünmesi, diğeri irticaydı. Bu amaçla sivil hayatta kendisinin değerlerini savunacak uzantılar oluşturuldu.
MHP, geçmişte “komünizm tehlikelerine” karşı derin devletin manevi desteğini almıştı.
CHP ise, sivil siyasette askeri vesayetin takım arkadaşıydı.
Hoş onların da biraz burunlarını çıkardığı zamanlarda gereken ayar verildi. Partileri kapatıldı, siyasetten yasaklandılar.
Şimdilerde, tekrar belirtiyorum, bir takım makro sebeplerle, “devran” değişti.
Özgürlükçü şanslı
İklim değişip Akdeniz olunca, siyasi partilerin halkı ikna etmeleri dışında yaslanabilecekleri bir güç yok.
Hayat öyle bir noktaya geldi ki, artık kim daha özgürlükçü olursa onun şansı daha fazla artacak.
CHP bu açıdan şanslı. O, çağdaş bir sosyal demokrat anlayışla kitleleri kazanabilir.
Ancak, makul aklın izahta zorlanacağı bir şekilde geçmişin baskıcı kültürünü savunuyor bir izlenim veriyor.
MHP daha anlaşılır bir siyaset güdüyor. Neticede sıkılaştırılmış bir Türklük paydası üzerinden siyaset yaptığınızda demokrasi pazarında bu anlayışın her zaman bir yeri olacaktır.
Tek seçenekleri, halkı ikna etmek. Bunun yolu da sürekli gerilim vaat etmemekten geçiyor.
Bu ülke insanları sadece “fakir ama onurlu” propagandası ile ikna olmuyor.
Daha fazlasını istiyor. Kendisi gibi olmayı ve refaha ulaşmayı hedefliyor, herkes için demokrasinin faziletlerini yeni yeni kavrıyor.
Memleketimizin geleceğinde, oyunu böyle kuran, stratejisini özgürlükler ve refah üzerinden geliştiren partiler ön olacak. Tereddüt ve endişe üreten politikalar, anlık başarılar gösterseler de uzun vadede kıyıda, köşede kalacaklardır.

Haberin Devamı

Dostluklar üzerine

Haberin Devamı

“Nazmiye hanım arkamızda duran kaledir”. Böyle derdi Süleyman Demirel sevgili eşi için.
Ne mühim ayrıcalıktır hep yaslanacağın birilerinin var olduğunu bilmek.
Tıpkı akrabalıkların ötesine giden pekişmiş dostluklarda olduğu gibi.
Hele bizler gibi, artık orta yaş sınırlarını zorlayanlar için, hayata dair ilişkiniz giderek kendinizi azaltmaya meyillenmişse eskilerden gelen dostluklar daha bir önem arz etmeye başlıyor.
Geçenlerde kadim bir arkadaşımın sürpriz 55. doğum günü partisinde bir araya geldik.
İçten ve rezervsiz duygular kelimelere ihtiyaç duymaz.
Bir arada olmaya devam etmek, birbirimize takılmak, sahip olduğunuz değerin farkını hissetmek, idrakinde olmak, şımarmak, rahatlamak…
Hemen hepsi bir arada bir başka tür mutluluk veriyor bizlere.
Biliyorum, herkes, hepimiz, ayakta kalmaya, başarılı olmaya dair hoyrat koşuşturmaların yorgunuyuz.
Ve yine biliyoruz ki, hayat günün sonunda sadece “iyi insan” olabilmeyi becerebilmiş insanları “mutlu” kılıyor.
Mutluluk, hep yanıldığımız gibi, adrenalin bağımlısı tercihlerden oluşamıyor.
“Sakin göllerin kuğusu” dostlarla, “yarılan ekmeğin buğusu”ndan birlikte heyecanlanmayı becerebildiğimiz sürece, hayat daha dayanılır oluyor, ötesinde “keyif adacıklarınız”ın sayısı artıyor. Keşke böylesi anları çoğaltabilmenin kalıcı bir yolunu bulsak.
İyi ki doğdun Önder Türkkanı. İyi ki varsın sevgili dostum.

Haberin Devamı


Birbirimize inanmalıyız

Çözüm sürecine, “ama”larla, “ancak”larla karşı duranlar, muhalefetlerine sağlam bir mantık örgüsü oluşturmaya çalışıyor.
Hoş aynı durum karşı taraf için de geçerli.
Ben çözüm sürecini destekleyenlerdenim.
Şüphesiz farklı düşünenler de var.
Demokrasi böyle bir şeydir.
Benim temel argümanım, meselenin insan boyutudur.
Tüm kurtuluş savaşı boyunca ölen insan sayısının 7 bin (kaynak Prof. Doğu Ergil) olduğu düşünüldüğünde, 1984 yılında başlayan savaş, nerede ise bu rakamın 6-7 katına ulaşmıştır.
Bu inanılmaz bir trajedidir.
Bir çözüm oluşturulmazsa nerelere gidebileceği de belli değildir.
İşte bu noktada, “barışı istemiyor musunuz?” sorusu ahlaksız bir sıkıştırma olarak telakki edilmemelidir.
Akan kan, memleket insanınındır, gerçektir ve insani boyutuyla her şeyin önündedir.
Karşı çıkmak, karşı çıkarken meseleyi Atatürk Cumhuriyeti’nin zedelenmesine, bölünmeye, Türklüğün örselenmesine bağlayıp, hassasiyetleri kaşımak, bir çare önermek değildir.
Kaldı ki Atatürkçülük statik bir kavram değildir.
Mustafa Kemal, geçmişin de çağın koşullarına göre farklı pozisyonlar alabilmiş ve nihai hedefi “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” üzere belirlemiş bir liderdir.
Atatürkçülüğün sadece tek parti zihniyetiyle anılması en başta bu büyük insana yapılacak en büyük haksızlıktır.
Bu ülkenin bölüneceğini varsaymak bu kadar iç içe geçmiş toplum yapımızda Kaf Dağı’nın arkasındaki ihtimaldir.
Aksine, bütünleştirici, insanlara kendini eşit vatandaş hissettiren düzenlemeler, varsa böyle bir ihtimal, onu da ortadan kaldırır.
Türklük meselesine gelince, bakınız bu ülkenin yüzde 80’inin Türklük kavramıyla ilgili bir problemi yoktur.
Herkes, hepimiz bundan böyle de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olacağız, olmalıyız.
Ama kültürel anlamda Türk kavramının ne anlama geldiği hususunda, özellikle Kürt vatandaşlarımıza bir izahat borcumuz, ikna vecibemiz var.
Demokratik bir Türkiye niyetine dair samimiyet herkese geçsin, sarmalasın.
Zaman, “bu iş nereye gidiyor” deyip, kötü senaryolar üzerinden zihinlerimizi karıştıranlara, kolayından bir teslimiyete girmememizi gerektiriyor.
Bakınız, MHP ve CHP’deki ulusalcı kanada da saygı duymak, kulak vermek gerek. Onlar çözüm sürecinin bambaşka gelişmeleri tetikleyeceğini samimiyetle düşünüyorlar. Onlardan beklenen gerçekçi öneriler oluşturmalarıdır.
Bu hayatta her şey mümkündür.
Şu an akut realite endişelerin önüne geçmelidir. Ehem olan “akan kanın” durdurulmasıdır. Sonrası için, bu ülkenin insanlarının yurttaşlık bilincine güvenmeliyiz.

Yazarın Tüm Yazıları