Paylaş
BİZ Ege’de yaşıyoruz. Muhacirler diyarıyız.
Çoğunluğumuz kendini Türk olarak hissediyor.
Boşnak’mış, Çerkez’miş, Pomak’mış, Arnavut’muş, belki için için geleneklerini yaşıyor ama kendini bu kimliğiyle aşırı ölçüde belli etmeyi tercih etmiyor.
Hani, zamanında kendilerine kucak açmış bu devletin üzerine giydirdiği elbiseye itiraz etmek, gerekli addedilmiyor.
“Müslüman olmayan Araba Türk derler” anlayışının tezahürü olarak, “değilmi ki Hıristiyan değilim, değilmi ki beni anavatanımda barındırmadılar, değilmi ki bana bu ülke bağrını açtı, ben Türk sayılırım ve bunu hiç problemsiz içime sindiririm” kabulüyle fazla kurcalamadıkları bir dengede yaşamlarını sürdürüyorlar.
Esasında bir üst kimlik olarak Türk kavramı, daha ziyade “Türkçe” ortak paydasında, direnilmeye pek ihtiyaç hissedilmeyen, öyle pek çoğumuzun hiç de orta Asya’nın steplerinden kök aldığına heyecanlanmadığımız bir tariftir.
Bu yüzden bu memlekette şu anda var olan Türk-Kürt ikilemi, aslında Türkçe konuşan kanı karışıklar ve Kürtler diye tanımlanmalıdır.
Kürtlerin dışında etnik kökenini aşırı dert etmeyenlerin coğrafyasıdır yaşadığımız topraklar.
Kürtlerde bunun böyle olmamasının sebepleri açıktır. Bir defa onlar hep kendi topraklarında yaşamışlardır.
Yanı sıra, kendi dillerini konuşmaktadırlar.
Yeni kuşak Çerkez ya da Boşnak, gönüllü asimilasyonun sonuçlarını, kaybettikleri ana dillerinde ve kaybolmaya yüz tutan kültürlerinde yaşamaktadır.
Peki bu iyi bir şey midir?
Ulus devlet ideolojisinin sosyal mühendislik projeleri “dişini geçirdiklerine” haksızlık mı etmiştir?
Bugünden geçmişe bakınca öyle gözüküyor. Ancak bu uygulamaları ilgili olduğu dönemlerin şartları içinde değerlendirmek gerekir.
Neticede şimdi artık 21. yüzyıldayız.
Artık devletin, Türk kimliğini kabullenerek yaşamak istemeyenlere dayatma hakkı yok.
Dolayısıyla yeni anayasanın ruhunu bu anlayışla, kökleşmiş paradigmalarımızı kırarak yapılandırıyor olmamız gerekiyor.
Bu medeni refleksi gösterebilirsek, bakın siz, gönüllü asimile olmuşlar geçmişlerini hatırlamaya ve geçen 100 yıla sual açmaya kalkmasın.
Bizce, böylesi bir gelişme, önümüzdeki 20-25 yılın galip senaryosudur. Kaybolmuş kültürlerin iadesi bu topraklara ilave zenginlik katar.
Bölünür müyüz? Lütfen bunları geçin. Küreselleşen ve bilgi toplumunu yaşayan bugünün dünyasında, siz devlet olarak anlayışınızı yumuşattıkça, karşı gördüklerinizin sekterliklerini zayıflatırsınız. Baskılanan mezheplerin, etnisitelerin Ortadoğu’yu ne hale çevirdiğini bugünlerde yaşamıyor muyuz?
Unutmayın, evrensel ilkelerden yola çıkılarak ulaşılan çağdaş insan, alt kimliklerini doya doya yaşayan ve bu sayede oluşturduğu dingin özgüvenle, bu sağlam zemin üerinden yeşeren bir kalite olarak tarifleniyor.
Özgürlük, empati, hoşgörü, esneklik birbirine harmanlanmış bu ülke insanını, bazı muktedir çağdışı kafaların zannettiğinin tam aksine, çok daha fazla bütünleştirir. Hırçınlık, kin, nefret ve şiddetten medet umanları (nemalananları) ise işsiz bırakır.
“Ama, ancak” deyip, mukabil açıdan binbir argüman geliştirmek bu yalın gerçeği ortadan kaldırmaz.
Kamu vicdanı, arada kafası karışsa da, derinlerinde bir yerde, birbirini anlayan, birbirine saygı gösteren insanlardan oluşmuş bir toplum yapısını özlüyor ve en doğrusunun bu olduğunu biliyor, hissediyor.
Paylaş