Entellektüel namus

CUMHURİYET kendi kitlesini oluşturmuştur.

Haberin Devamı

Türk kimliği paydasında laik insanlarız biz.
Etliye sütlüye hiçbir zaman karıştırılmadık.
İdeolojik reçeteye uyum sağladık, huzurlu yaşadık.
Bu çerçeveye direnenler hep acı çekti.
“Bölünme” ve “İrtica” sendromları baskı vesilesi oldu.
12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan bizim kuşakların bizzat tanıklık ettiği süreçlerdi.
Muhafazakarlar, Kürtler, Aleviler, Sosyalistler, örseleniyorlardı.
Onların problemlerinden bihaber “sınıfsız, kaynaşmış bir toplum” olduğumuz zannıyla, kapalı dünyalarda sıkıntısız yaşıyorduk.
80’li yıllarla birlikte ülke dışa açılmaya başlayınca her kesimden aydın insanlar sistemi sorgulamaya başladı.
Tamam, Cumhuriyet sayesinde çok büyük bir iş başarılmıştı.
Ama, artık “eksik halkanın” da tamamlanma zamanı gelmişti.
Memleket “demokrasiye” de ihtiyaç duyuyordu.
Askerler böylesi bir “eşik atlamaya” ihtiyatla yaklaşıyorlardı.
Bu arada muhafazakarlar 2002 yılında seçim kazandılar.
Ancak, gerçek anlamda iktidar olmaktan çok uzaktaydılar.
Söylemleri çok vaatkardı.
Tüm toplumu “evrensel demokrasi” paydasına davet ediyorlardı.
Ülkenin demokratları bu çağrıya ilgisiz kalamazdı.
Ve... Muhafazakar iktidara kapsamlı bir “avans” açıldı.
Militerler hoyratça tasfiye edilmeye başladı.
Ancak, gelen “demokrasi” değil, bir başka tür “sivil vesayet”ti.
Ülkenin “kıdemli mağdurları” yönünden “yağmurdan kaçarken doluya tutulma” durumu ortaya çıkmıştı.
Artık ikinci sınıfa düşen laik kesim şaşkındı.
En fazla tepkiyi “Demokratlara” gösteriyorlar.
Sanki o özledikleri eski Türkiye için bir bedel ödemişler gibi...
Kimse kızmasın, bu toprakların makul ve namuslu insanları için “kuyudan ilk çıkanlara” destek kaçınılmazdı.
Demokratlar saf ve aptal değildir.
Altan kardeşler de hiç şüphesiz bu kapsamdadır.
Belki de hayal edilen Türkiye’ye ulaşmak için bu süreçlerin yaşanması gerekiyor.

-----

Zehir yaz

Haberin Devamı

BİR yandan bayram ve yaz rehaveti, diğer yandan ülkemizin gerçekleri.
Hayat sanki artan sıcaklarla herkesi kendi özeline egoistçe çekiyor.
Gönlümüz, gözümüz hep deniz kenarlarında.
Ancak insani ve siyasi açıdan da çok “sıcak bir yaz” yaşanıyor.
Nuriye ve Semih, iki gencecik insan, haksız gördüklerine karşı, kendi hayatlarını ortaya koyup bir mücadele veriyor.
Açlık grevinde kritik eşik aşılıyor.
Böylesi bir onurlu ve sessiz çığlık, kendine insan diyen herkesi, yaz sıcağından çok öte kavuruyor.
Beri yandan, hukukun aşırı zorlanarak tutukluluk hallerini devam ettirdiği insanlar adına Ahmet ve Mehmet Altan’ın savunmaları, kendine değerler yüklemiş her insanı adeta vicdani hesaplaşmaya ve bir şeyler yapmaya çağırıyor.
Okuyup, geçmenin yetmediği zamanları yaşıyoruz.
Nihayet, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “yürüyüş”ü.
Bu sıcakta, bu yaşta, bu azimle yürütülen eylem, artık gündemin birinci maddesi.
Böylesi anlamlı ve fedakar çaba tabii ki, halkta karşılığını bulur.
Öyle anlaşılıyor ki, İstanbul’a varış yüzbinleri tetikleyecek.
Temennimiz, iktidarın bu naif, demokratik tepkiye, şu ana kadar sürdürdüğü toleransı devam ettirmesi.
Neticede, memleket pek çok cephede özgürlüğün kokusunu, demokrasinin rahatlatıcı iklimini hissetmek istiyor.
Ancak, maalesef içlerimizi acıtan gerçeklerimiz, yaz keyfi dahil, her şeyi unutturuyor, insan olana “zehir gibi” geliyor.

-----

Komik yapı

Haberin Devamı

İZMİR Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, Uzundere Çevre Yolu’nun üzerinde Karabağlar Belediyesi’ne ait Nasreddin Hoca bina-heykel karışımı beton yığınına tepki göstererek kaldırılmasını istedi.
Sayın Demirtaş’ı haklı buluyoruz.
Pek tabii, aynı duyarlılığı, kendilerinin Kordon’a bir hançer gibi diktiği yeni oda binası için de göstermesini beklerdik.
Neyse, konumuz Nasrettin Hoca heykeli.
Kamu parasının bu denli fütursuzca israf edildiği bu komik yapı için, nasıl olur bilemiyorum, ama en azından tazmin yönüyle “hukuk” işleyebilmeli.
İlçe belediye başkanlarına Allah selamet versin.
Galiba, “ego” patlamasını önlemek için, bu insanlara kadrolu bir psikolog tutulması zamanı geliyor.

Yazarın Tüm Yazıları