Paylaş
2021 baharı yoğun gündemlere gebe gözüküyor.
Her ne kadar 2023 yılında yapılacak olsa da siyaset ritminin yükseldiği dönemlerde erken bir “seçim” sürpriz olmaz.
Sayın Cumhurbaşkanı yeni Anayasa çalışmalarından söz ediyor.
Bilindiği gibi Meclis’te 400 oyu bulamadıkları takdirde Anayasa değişiklikleri sadece referandumla mümkün oluyor.
Referandum, hiç kuşku yok ki, bir güven oylamasına dönüşür ve siyasal sonuçları kaçınılmaz olur.
Öte yandan, muhalefet partilerinin üsluplarının giderek sertleştiği gözleniyor.
İktidarın genelde alttan alan bir tarzı olmadığı biliniyor.
Neticede yükselen bir tansiyon var.
Son dönemlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör atamasıyla başlayan tartışmalar, önce gençlere sonrasında daha geniş kesimlere sirayet etmeye başladı.
Dediğimiz gibi, iktidar bileşenlerinin olayları yumuşatma çabası hiç yok...
Aksine gözdağı vermekten çekinilmiyor.
Beri yandan, halk kitleleri zaten ekonomik problemleriyle boğuşuyor.
Pandemi gereği getirilen kısıtlamalar insanların psikolojilerini zorlar hale geldi.
Özetle, mutsuz sayısının çok olduğu, gergin bir Türkiye’de yaşıyoruz.
“Yorgun iktidar” ve “dağınık muhalefet” çok kişinin karamsarlık sebebi...
Muhalefet uygun şartlara rağmen bir umut yeşertemiyor.
Hatta iktidarın “inanç” ve “milliyetçilik” üzerinden kurguladığı siyaset anlayışına ters düşmemek için onların kuyruğuna takılmış izlenimi veriyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan olaylara verdikleri ilk resmi tepki “insanlığın mukaddes değerlerine yönelik hiçbir saldırı ve aşağılamayı kabul edemeyiz” şeklinde oldu.
Asılları dururken taklitlerine bakılmaz ve kimseye sahici gelmez.
Muhalefet hep bir “yanlış anlaşılırım” telaşı içinde, gereken tutumunu rezervsiz bir şekilde ortaya koyamıyor.
İktidar bloğu da pek farklı değil...
15 Temmuz sonrası oluşan yönetim denklemi içinde, AK Parti başlangıç yıllarının o kucaklayıcı tavrından giderek uzaklaşıyor.
Neticede uluslararası toplum ilişkilerinden Kürt sorununa, hemen her kritik konuda uzlaşıya mesafeleniliyor.
Türkiye’nin an itibari ile siyasi fotoğrafı bu...
Ekonomi konusu zaten herkesçe biliniyor.
Neyse, cemreler düşmeye başladı.
Hayat, öyle ya da böyle devam edecektir.
Herkese mutlu bahar başlangıçları...
-----
Kemikleşmiş seçmen
HAKLI ve mutlu kesimler medeni toplum iddiasını sürdürebilmek için insanlık tarihinin gelişim sürecinde mecburen demokrasiye teslim oldu.
Demokrasilerde her bir birey, sadece insan olma vasfıyla seçme ehliyetine sahip olduktan sonra yöneticileri belirleme imkânına kavuşuyordu.
Hoş, özgür irade denen ütopik kalite her türden etkiye açıktı.
Kolaylıkla manipüle edildiği gibi geçim endişesi üzerinden ipotek konulabiliyordu.
Bugün, “sandık” rejimini koruyabilen ülkelerde “kemikleşmiş seçmen” demokrasilerin faziletini büyük ölçüde zayıflatıyor.
Demokrasi, performans üzerinden tepki verme özelliğini yitirdiğinde kendi teorisini çökertiyor.
Bu anlamıyla “insan aklı” kendisine tanınmış ve hayatını doğrudan belirleyen ayrıcalığından vazgeçerek ayağına kurşun sıkıyor.
Dağdaki çobanın oyu ile bir olmadığını bilen donanımlı insanlar, samimiyetsiz bir şekilde, “toplumsal sağduyu” kavramını yüceltseler de gün geliyor, kitlelerin irrasyonel ısrarı karşısında çaresiz kalıyor.
ABD’de Trump, ülkenin eğitimli kesimlerinin içine sindirebileceği, hatta aklının alabileceği bir seçenek değildi.
Ancak, sözünü ettiğimiz türden “katılaşmış seçmenin kurbanı” oldular.
Tüm dünya dört yıllık bir “kabus” dönem yaşadı.
Pandemi olmasaydı, belki bir dört yıl daha bahse konu “oylarla” sıkıntı devam edecekti.
Bu noktalarda “rasyonalitenin ve makuliyetin” eli kolu bağlanıyor.
Nüfusunun 8 milyara ulaştığı, teknolojinin sınırlı bir elitin elinde bambaşka evreyi işaret ettiği bir gezegende, zaten “klasik demokrasi” son demlerini oynuyor.
Temsili demokrasinin kötü örnekleri, bu yönü itibariyle “elit yönetimi”ne geçiş sürecine meşruiyet kazandırıyor.
Umarız geleceğin “filozof kralları” her bir insanın hakkını genelin hakkı ile bir tutarlar ve sınırlı da olsa “çoban” bellediklerine hayat hakkı tanırlar.
Paylaş