Bizi yordular

“AKIL” kelimesi Arapça i’kal kökünden gelir. At’ı gemleyen, alıp başına gitmesini engelleyen üzengi anlamındadır.

Haberin Devamı

Yani akıl esasında, “köstek” içeren, “kısıtlılık” öneren, “iktifa” çağıştıran bir kavramdır. İnsanoğlu salt aklını kullanarak tıpkı kelime köküne uyumlu kurallar üretmeye çok meyillidir.
Kurallar yaşadığınız ortamın doğrularıdır.
O doğrularıdır ki toplumu disiplini edebilmek için bir yandan kendini “hukuk”, diğer yandan “erdem” olarak ifade etmeye ve düzenini oluşturmaya çalışır.
Ancak net bildiğimiz bir hakikat vardır. O da hayatın ilave gelen her veriyle doğru bildiğimizi yeniden tanımladığıdır.
Hal böyle olunca, sadece akla yaslanarak oluşturduğumuz çerçeve zaman içerisinde kaçınılmaz olarak eskir.
O halde aklın yanında kendimize rehber kılacağımız ilave enstrümanlara ihtiyaç vardır.
Bu aletler sezgilerimiz ve vicdanımızdır. Vicdanı temsil eden kanaatimizin teşekkül edebilmesi için, akıl ve mantığın ördüğü kısıtlayıcı reçetelerin kuru, katı baskısından sıyrılmak gerekir.
Aklın üzengiye mahkum olmadan kendini özgürleştirmeye çabalaması esas itibariyle çağların “demokrasi” mücadelesidir.
Bu mücadele, içimizdeki adalet duygusu besleyen, olması gerekeni hisseden vicdanımızın, biçimleyici kurallarla mesafesini azaltma ve insani değerlerin giderek ön plana çıktığı bir dünya düzeni kurma gayretidir esasında.
İnsan hakları evrensel beyannamesi bunu haykırmış, Kopenhag kriterleri bu ülküyü seslendirmiştir.
Türkiye toplumu gerçek manada bu anlayışlarla yeni zamanlarda yüzleşme imkanı sağlayabilmiştir.
Bu ülkede esen demokrasi rüzgarları, umulmuştur ki, doğru diye belletilenlerin ötesinde çok daha barışçı, insancıl, sarmalayıcı toplumsal düzenlere yönlenmemize vesile olacak.
Yine varsayılmıştır ki hesaplaşmalar bir kan davasına dönüştürülmeyecek, toplumun demokrasiye dair derin sezgisinin yaratacağı muazzam baskısıyla tolere edilebilir bir hesaplaşma dönemi sonrasında, artık empatinin ve bağlı olarak evrensel vicdanın hakim olduğu yepyeni bir ülke kurulacaktır.
Maalesef emareler kimseye bu izlenimi verememektedir.
Sanki siyasetin tüm figürleri, iktidarından muhalefetine, yargısından polisine, askerine, sıra kendilerine gelince, yine vicdanın ve empatiyi pas geçerek, “doğrularını” herkes için, hepimize dair dayatma hevesini taze taze yaşamaktadır.
Umarız yanılıyoruzdur.
Kurumlar arası çekişmeler, iktidar savaşları, insanlara pompalanan gerginlikler, kutuplaşmalar, tedirginlikler bir türlü bitmemektedir. Bu ülke insanı yeterince bedel ödemiştir. Birlikte bir arada yaşamaya mecburdur. Hiçbirimiz “doğrusu” diğerinin “gerçeği” olmak zorunda değildir. Cemaat, Kürt, UEFA, Kars’taki heykel, Hrant, Asker, Polis hepsi, bizim yok varsayma aymazlığına düşemeyeceğimiz gerçeklerimizdir. Hepimiz, hepsinden bir parçayız aslında. Diyelim Fener’linin Galatasaraylı’ya duyduğu kızgınlık aslında bir anlaşılma çabasıdır, verilen değerin, karşılıklı vazgeçilmezliğin itirafı, örtülü keyfidir. Marjinaller dışında esasında her birimiz bunlardan bir parçayı kimliğimizde taşıyoruz, tek tek kişiliklerimiz bunlardan oluşmuş vagonların birbirine eklenmesinden oluşuyor. Tüm bunların rezümesinden ortaya bir “insan” çıkıyor. O insan ki, madem demokrasi var, madem son söz hakkı onun, sorumluluğunun bilincine vararak vicdanını bu ülke yöneticilerine hissettiriyor olması gerekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları