Paylaş
ERGENEKON Davası’nın ilk derece yargı faslı tamamlandı.
Yeni Türkiye işte böyle bir şey.
Haklılık, haksızlık, adalet gibi parametreler üzerinden baktığınızda meşrebinize göre kanaat oluşturuyorsunuz.
Laik kültürle yetişmiş insanlar, bir yandan askeri vesayetin olmadığı gerçek bir demokrasiyi özlüyor, diğer yandan gelişmelerin onları “az demokrasili, laik düzeni” arar hale mi getireceği endişesini yaşıyor.
Bu insanlar “tarihi hesaplaşmanın” tarafı olmak istemiyor, “cami-kışla çekişmesinin” 21.yüzyılda artık bitmesini bekliyor.
Her türden ideolojik formların geride kalmasını, yaşam tercihlerinin direk veya endirek etkilerle biçimlenmemesini talep ediyor.
Esasında iktidar partisinden muhalefet partilerine, Kürtlerden Alevilere her kesim, aynı özlemi dile getiriyor.
Ancak karşılıklı güvensizlik o kadar derin ki, belki de gücü elinde tutanlar, geçmişin korkusuyla güne dair katı tutumlarını yumuşatmada zorlanıyor.
Ben, yakın gelecekte tedirginliklerin çok azalacağına inanmak istiyorum.
İşte o noktada bir beyaz sahife tüm ülkeyi rahatlatacaktır.
Sisi mi? Almayalım
DÜNYA piyasasında son dönemlerden çok tartışılan konu “İslam ve demokrasi birarada mümkün müdür” sorusu.
Bakınız, kendinizi ikna edecek, kanaatinizi pekiştirecek ne kadar gerekçe bulursanız bulun, final tahlilde bu soruya ilkeli yaklaşamıyorsanız, kelimenin tam anlamıyla demokrat kimliğiniz ‘çöp’tür.
Tamam biliyoruz, İslam sadece ruhani bir din değil, kapsamlı sosyal, siyasal ve ekonomik belirlemeleri olan bir tarihi sistem, üstelik kuralları “vahiy” boyutunda berrak, bu sebepten Batı değerlerinden neşet etmiş evrensel demokrasiyle mutabakatında güçlükler var...
Tüm bunlar “vaka” diye, bu medeniyeti demokrasi özürlüsü kabul etmek ve bu kabulden hareketle yaklaşımlar oluşturmak durumunda kaldığınızda “seçkinci ve ceberrut” olmanız dışında seçeneğiniz kalmıyor.
Hayat sizi ağır ağır bu çizgiye öteliyor.
İşin, Batı tipi demokrasi yönünden en çözülemez noktası da, İslami anlayışın devlet gücüyle birleştiğinde kitleleri yanına almakta bir sıkıntıyla karşılaşmaması.
Hal böyle olunca demokrasinin yönetmeye dair istediği “çoğunluk temin ediliyor, alan razı satan razı” durum oluşuyor.
Bu defa İslamı çerçevenin kendilerine çizdiği çerçeveye dahil olmak istemeyenler azınlıkta kalıyor, “özgürlükler nasıl korunacak” telaşı oluşuyor.
Bir Alman siyasetçinin, “Mursi demokrasi sayesinde geldi, onu tahrip etmeye soyundu, dini kullanarak sandığın kalıcı desteğini gasp edecek” mealinde bir açıklamasını okudum.
Bu yoruma, “e yani ne öneriyorsunuz” diye baktığınızda, “o zaman Sisi” demekte zorlandıklarını görüyorsunuz.
Netice de zor bir denklem.
İslama dair “gerçeklik bu” deyip, kestirip atamıyorsunuz. Bizce, dinimize haksızlık etmemek gerekir. Neticede “Dinde zorlama yoktur” diyen Kur’an ilkesi de ortada duruyor. Bu sebepten sorunu bu toprakların demokrasi kültürü eskikliği ile izah etmek en doğrusudur.
Bu topraklarda “devlet”, babadır.
Herşeye rağmen, Türkiye’de iktidarda olanların, karşı kampta kalanları kendilerince biçimleme arzusu zamanında törpülenecektir.
Bu, ülkemizin kaçınılmaz kaderidir
21. yüzyıl koşulları başka türlüsüne müsaade etmeyecektir.
Ancak gerçekçi bir saptamayı da ıskalamayalım. Laik düzen kendi kitlelerini, devletin gücüyle 90 yılda oluşturdu.
Şimdilerde devlet aygıtı, Müslüman değerleri önceleyenlerin elinde.
Bağlı olarak, geleceğe dair kimin avantajlı olduğu ortada.
Karşı görüşte olanların demokrasinin kuralları dışında mücadele imkanları söz konusu olamayacağını göre, şiddete muhatap olmadıkları sürece, hak ve taleplerini ısrarla demokratik yöntemlerle savunmaları dışında başka bir seçeneklerini görünmüyor.
Şiddet ihtimali de herhalde söz konusu değildir.
Paylaş