Paylaş
Büyükşehir Belediye binası da bunlardan biri. Deprem sonrası Tunç Soyer, boşaltılan binanın yıkılıp yerine yalnızca başkanlık makamı ve meclis salonunu içerecek şekilde butik bir bina yapılacağından söz etti.
Belirtmek gerekir ki, bahse konu yapı 1966 yılında bir mimari proje yarışması ile start almış, 1968 yılında inşaata başlanılmış ve 1980 yılında tamamlanabilmiştir. Sayın Soyer’in binanın yıkılmasından muradı, tarihi meydanın daha bir açıklığa kavuşması ve eski haline dönmesidir. Pek tabii, bu yıkıma diğer kamu binalarının da iştirak ettirilmesi halinde öngörülen amaç tam anlamıyla gerçekleşebilecektir. Ancak gerek belediye, gerekse Merkez Bankası binalarının “modern mimarinin güzel örnekleri” olduğu yaklaşımıyla korunmasını savunan düşünceler de bulunmaktadır.
Neyse, gelmek istediğimiz mevzumuz şu; Belediye çalışanları hâlihazırda bu binada değiller. Bina kullanılmayacaksa, ki yıkılmasa da öyle olacağı söylendi, belediye birimlerinin bir yerlere taşınması söz konusu olacak. İşte bu noktada bir husus çok önem taşıyor.
Belediye binası yüzlerce personeli ile Kemeraltı’nın hemen girişinde, o bölgeye ilave bir hareketlilik sağlıyor. Yıllar önce Adliye taşınınca, beraberinde yarattığı kalabalığın yanında birçok avukat bürosu da bölgeden ayrılmıştı. Dolayısıyla, Kemeraltı’nın ayağa kaldırılmaya çalışıldığı bir süreçte belediye binasını uzaklara götürmemek, mümkünse iyi olur.
Hiç şüphesiz “beyaz yaka” insan grubunun bölgeye ilgisini tekrar çekebilmek için vesilelerini çoğaltmak gerekiyor. Kemeraltı’nı ve tarihi alanı ayağa kaldırmak, evvel emirde İzmirlilerin, oralarının yaşam biçimine dahil olmalarından ve taşın altına ellerini koymalarından geçiyor. Bahse konu yönelim, gönül ister ki, sadece belediye ile sınırlı tutulmasın.
STK ve odalar, hatta üniversitelerin muhtelif birimleri bu bölgede örnek butik projeler yapmalıdır.
Dünya örneklerinde genelde kamu binaları şehrin tarihi alanlarının içinde yer alır. Hiç şüphesiz arzu edilen kalıcı “canlılık” gençliğin bu bölgeye ekilmesi ile sağlanır. Bu amaçla bölgede konuşlandırılacak kamu yurtları, hosteller, gençlik kampları tarihi alanın şenlenmesine, bir müddet sonra sanat sokaklarının, antikacıların, müzisyenlerin, kafelerin pıtrak gibi açılmasına sebep olacaktır. Kemeraltı’nın gündüz hareketliliğinin tarihi alana yayılması, tüm bölgenin gecesi ve gündüzünün renklenmesi, üst-orta gelir grubunun ilgisinin yeniden oluşması ve turistler için emsalsiz bir cazibe merkezinin yaratılması, bu kenti sevenlerin ortak hayalidir.
Ne diyelim, bazen her şey bir şeyin tetiklemesi ile başlar.
-----
Para basmak evet, ama!...
PANDEMİ, ekonomileri tekrar bir durgunluğa sürüklüyor. Sadece Türkiye için değil, tüm ülkelerde aynı problem var. İşsizlik giderek artıyor. İşini kaybedenler, iş bulma ümitleri kaybolduğu için iş gücü piyasasından çekiliyor. Beri yandan salgın nedeniyle iş yerleri kapatılan esnaf başta olmak üzere hizmetler sektöründe sıkıntı büyüyor. İnsanlar ya büyük şehirlerden memleketlerine dönüyor ya da geniş aile içinde araya sıkışıyor. Bu aşamada devletten beklenen insanlara elini uzatması.
Şimdi “akut” ihtiyaç içinde olan kitleler var. Bu sebeple Merkez Bankası’nın para basarak bu insanlara acilen destek olması gerekiyor. Pek tabii, bu yöntemin sürekliliği söz konusu olamaz.
Para basma kimseye dokunmadan karşılıksız kaynak yaratmaktır. Dolayısıyla bir müddet sonra enflasyonist etki yaratır ve bu durumdan en fazla sabit ve dar gelirli insanlar etkilenir.
Hatta fiyatlarına enflasyonu yansıtmada yetersiz kalan küçük işletmeler, oluşan fiktif karlar üzerinden ödeyecekleri vergilerle birkaç yıl içinde öz kaynaklarını eritme tehdidi ile karşı karşıya kalırlar ve mecburen “canhıraş” vergi kaçırırlar.
Özetle; acil önlemler bir yana, kalıcı çözümler isteniyorsa yapısal reformlar için kolları sıvamak gerekiyor. Türkiye, uluslararası toplum değerlerine uyumlu; hukuki, siyasi ve ekonomik standartlarını oluşturmak zorunda. Pastayı büyütmenin yolu buradan geçiyor. Büyütmeden ve adil gelir dağılımı sağlamadan üzerimizdeki kara bulutların dağılmayacağını da bilmek gerekiyor.
Paylaş