Paylaş
İnsanlar akın akın gelmişlerdi.
Türkiye’nin ilk ‘yavaş şehri’ bir başka güzeldi.
Alaçatı’dan farklı olarak, müthiş bir ‘yerellik’ dokusu benliğinizi ‘azalmaya’ davet ederek sarıveriyor.
İddia ediyorum, Türkiye’de bu denli keyifli, sıcak, yaşam sevinci içeren, özgüvenli ve tabii ki yerel gastronomik tatlar açısından ‘kendinizden geçirici’ bir belde yok.
Seferihisarın makus talihi, Belediye Başkanı Tunç Soyer’le değişmeye başladı.
Tamam keşfedilmeyi bekleyen bir cennetti.
Ama bu güzel yer, üstelik son derece dengeli ve dikkatli bir şekilde, ‘aslını koruyarak’ Sayın Soyer sayesinden ülke gündeminde giderek daha fazla yer bulmaya başladı.
Hani bazı insanlar vardır, kalitelerini keşfetmek için zaman harcamanıza gerek yoktur, Tunç Bey’i tanıyınca böylesi bir izlenimi hemen ediniyorsunuz.
Aziz Kocaoğlu gelecek dönemde Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olmaz ise CHP’nin İzmir adaylığı için fazla yorulmasına gerek yok, denebilir.
Tekrar başa dönerek, Sığacık endişe parametrelerimizin yükseldiği şu günlerde, ziyaretçilerini ‘hafifletecek’ ve ‘morallendirecek’ bir yer. Tavsiye olunur.
ALGIDA BULUŞMA
Geçen hafta, Yeni Fuar İzmir’de düzenlenen Engelsiz İzmir etkinliğini ziyaret ettik. Bizi gitmeye motive eden unsur, çok sözü edilen bir seramik sergisiydi. İdol Sanat Evi tarafından, görme engelliler için düzenlenen “Algıda Buluşma” sergisi, hakikaten olağanüstü etkileyiciydi. Seramik sanatçıları, ünlü ressamlara ait tabloları, görme engellilerin de hissedeceği şekilde, kabartmalı olarak seramikten tablolara dönüştürmüşler. Miro’dan Van Gogh’a, oradan Dali’ye, dokunarak görmek, zaten kentimizin en insani etkinliği olan ‘Engelsiz İzmir 2016’nın yüreklere dokunan bir çalışması olmuş.
Emeği geçenlere teşekkürler ediyoruz.
PIRASANIN HUZURU
Evrenin, bizim bilemeyeceğimiz, idrakımıza bile sığdıramadığımız bir düzeni var. Bizler, “dünya” denilen bir yerde yaşayan canlılarız. Başka yerlerde canlılar var mı, bilmiyoruz. Net ve somut tespit, “canlı” diye ifade ettiğimiz şeyler (biz dahil), “doğuyor, ürüyor ve ölüyor.” Bu kural kesin.
Öyle, “düşündüm, ettim” kabilinden, insanlar dışında, bir özelliği, ayrıcalığı olan yok. Yani, belki de evren dediğimiz yapının formatında bu neviden farklılık hiç yoktu ve bir karambol bozulma “insan” denen varlığı “düşünen hayvan” diye nitelenen bir “çukura” itti. İşte, işler de bu noktadan sonra karışmaya başlamış gözüküyor.
Din, ahlak, vatan, millet, bilim, felsefe... Akla gelen, gelmeyen bir yığın problemlerin imalatçısı olduk ve kul yapısı dertlerin esaretini yaşıyoruz. Oysa bizim gerçeğimiz “doğan, üreyen, ölen” bir “geçici eleman” olmak. Galiba masumiyetimizi tekrar kazanmanın tek yolu, bir sebeple sahip olduğumuz “aklı” kullanarak “düşünceyi” yok etmek.
Melih Cevdet Anday bu fikri pek bir savunurdu.
Bir “pırasanın” huzuru,
Ya da “ateş böceğinin” gamsızlığı, bağırsak parazitimizin tabiata uyumlu görev disiplini.
Bunlar bizim neyimize yetmedi.
Oysa şimdi şu halimize bakın.
Ölümlü olduğunu bildiği halde akıllı görünen aptal insanlarız.
ERTESİ GÜN
Devlet düzenin en önemli unsuru “Adalet”tir. Bu esasa göre işleyen yapılar huzurlu bir ortamı kalıcı olarak tesis eder. Adalet beraberinde hukuku yaratır, hukuk bürokrasisini ve bu silsile neticede “müesses nizam” dediğimiz devlet ve toplum hayatını oluşturur.
Ülkemiz son dönemlerde maalesef kutuplaşıyor. Devletin ülkedeki her kesime kucaklayıcı yaklaştığını düşünmeyenlerimiz çoğalıyor
Yasama, yürütme, yargı, sivil ve askeri bürokrasi, üniversiteler, STK’lar, siyasi partiler, seçim kurulları... Hemen hepsinin, olması gereken ölçüde bağımsız ve özerk olmadığı aşikar hale geldi.
Diyebilirsiniz ki “güçlü iktidar” nedeniyle bir zafiyet oluşmuyor, hatta zaman kayıpları önleniyor.
Şayet, bu “kabul”e aklı yatanlardansanız, her iktidarın geçici olduğunu ve “ertesi gün” de neler olabileceğini de düşünmeniz gerekir.
Müesses nizamı kendi doğrularıyla örtüştürerek götüren “kişiye özel” tercihler, “sonrasına” dair, kötü niyetli “iktidar iştahlılarına” her türlü kullanıma açık bir ortam bırakmış olurlar.
Kuralın, kısıtlayanın, karışanın bulunmadığı bir düzen, sonraki süreçlerinde genelde “gelen gideni aratır” şeklinde tecelli eder.
Demokrasi ve adalet kaygısı taşımayan ve bu değerlerin “iskelesinden” uzaklaşan iktidarlar kendi insanlarına mutluluk veren bir nizamın kurucusu olamazlar.
Hatırlayın, Nasır’la başlayan süreç Enver Sedat, Hüsnü Mübarek... derken Sisi’ye kadar geldi.
İktidara gönül verenlere sesleniyoruz, maalesef, toplum hayatı insan hayatından çok daha uzun.
Paylaş