Paylaş
YEREL seçimlerle ilgili CHP başvuruları topladı.
Belediye başkanlığına bu denli hevesli insanı görmek eğlenceli bir sürecin habercisi gibi.
Ön seçim yapılmayacak yerlerde, şimdi top merkezde
Şüphesiz onlar da eğilim yoklamaları, anket ve benzeri yöntemlerle en uygun adayları saptamaya çalışacak.
Ancak sonunda tercih edilmeyenler mutlaka kıyameti koparacak ve ahbap – çavuş ilişkilerinin etkin olduğunu ileri sürecek.
Esasında bu işlerin son derece objektif kriterlerle yürümeyeceği de bir vakadır.
Bu sebepten, bu aşamalarda karar vericiler, “kral”, aday adayları “eğik başaktır”.
Aday adaylarına tavsiyemiz, MYK üyelerinin her anlattığı fıkraya mutlaka gülmeleridir.
Bakmayın mizah yapmaya çalıştığımıza, demokrasi deyince mangalda kül bırakmayan karar verici liderler, mevzu siyasal partiler kanunu, seçim kanunları, parti tüzükleri olduğunda sultalarına zarar gelmesin diye anında havaya bakıp ıslak çalmaya başlarlar.
Dolayısıyla bizlere düşen gelişmeleri acı bir tebessümle izlemektir.
Bu arada Aziz Kocaoğlu gibi iki dönemdir CHP’nin en üst düzeyde postu olan büyükşehir başkanlığını yürüten bir kişiyi bu örseleyici prosedüre tabii olmaya çalışmak büyük bir ayıptı.
Açıkça Kılıçdaroğlu’ndan bu durumu önleyici net bir açıklama beklenirdi.
Ancak Ankara’da ne kazanlar kaynadığını bilmediğimizden, olması gerekeni Kocaoğlu yaptı ve başvuruda bulunmadı.
“Beğenmeyen küçük kızına almasın” tavrı saygısızlara mesaj niteliğindedir ve Sayın Başkan doğrusunu yapmıştır.
Bir yıl sonrasına dair bir yazı
AK Parti’nin siyasi serüveninin başlangıç söylemlerini hatırlayalım.
Önce ülkenin daha demokratikleşmesini hayal ettiler. Kürtler, Aleviler, Çingeneler, komşularla sıfır sorun, azınlıklar… Akla gelebilecek tüm kronik problemlerin, bir heves üstüne gitmeye başladılar.
Ülkede o ana kadar uygulanan politikalar büyük ölçüde ‘Askeri vesayetin’ gölgesinde şekilleniyordu.
Askeri vesayetin etkisinin sıfırlanması 7-8 yıllarını aldı.
Artık tek kaptan kendileriydi ve herkes onlara bakıyordu.
İşte bu noktalarda, sanki ergen çocuğun babasına bakışının ilerleyen yaşlarda yumuşaması gibi, esasında cumhuriyeti yönetenlerin her yaptıkları işin yanlış olmadığını pek dışarıya yansıtmasalar da değerlendirir oldular.
Bazı şeyler belki de başka türlü olamadığı ya da başka türlüsünün pek çok problem doğurduğu yada doğuracağını görmeye, hissetmeye başladılar.
“Esasında babam da fena adam değilmiş” hallerin ortaya çıkışı, beraberinde o parlak vaatlere dair bir sürüncemede bırakma politikaları uygulanıyor izlenimi oluşturmaya başladı.
Askerler de komşularımızla sıcak ilişkilere yeltenmezdi.
Avrupa Birliği’ni görünürde ister ancak onun getireceği özgürlükçü ortam hiç işlerine gelmezdi.
Kürtlerle ilişki kendi doğruları üzerinden şekillenmeliydi.
Diyanet Sünnilere servis veren bir kurumdu…
Listeyi uzatmak mümkün.
Baktığınızda gelişmeler sanki ağır ağır bu politikalara geri dönüş sinyalleri veriyor. İçine sıkıştığımız coğrafyanın dengeleri, lastiği patlamamak için baskıcı modellere dair mazeretlerini tohumluyor.
O zaman, “gitti askeri vesayet, geldi sivil vesayet” görünümleri oluşuyor, hayal kırıklıkları beliriyor.
Ne var ki demokrasi cini şişeden çıkmıştır.
Hali hazırda pek çok kişide sanki AK Parti’nin demoralize olduğu izlenimi var.
Bir yanda derin devletin kültürel kodlarını taşıyan bürokrasinin ağır ağır zerk ettiği etkilenmeler, öte yandan “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan mı oluyoruz” telaşı, pek çok konuda eskinin az demokrasili ama güvenli limanlarına heves mi yeşertiyor, izlenimi doğuyor.
“Küçücük aşım, dertsiz başım”, “Fakir ama onurlu” mottolarıyla şekillenen bir modele evrilme istidatları “eski tas eski hamam” bir Türkiye demektir.
Bu arada belirtelim ki, otokratik “laik düzen” yerine, “otokratik muhafazakâr düzen” farkı da, demokrasi ikinci plana alınınca, öyle zannettiğimiz kadar önemli değildir.
Türkiye bu durumun kabullenir mi, “Geçti Bor’un pazarı...”.
Kaybedenler kulübü
DÜNYA yine çift kutuplu bir düzene doğru yelken açmaya başladı.
Sovyet sistemi çöktükten sonra tek süper güç ABD’nin hükümranlığında 20-25 yıllık bir dönem yaşadık.
Ancak ekonomik ve siyasi dengeler dinamik. Dünyanın ekonomik merkezinin tekrar ağır ağır Doğu’ya kaydığı bir süreçte yerküre düzeni yeniden şekilleniyor.
Bir tarafta yine başını ABD’nin çektiği batı dünyası, diğer tarafta Çin, Rusya, İran’ın önderliğinde doğu toplumları.
Batı bloğu, demokrasi üzerinden refahı kovalayan bir yapı.
Şangay Beşlisi diye de isimlendirilen yeni oluşum da eski örneklerden farklı olarak tıpkı batı gibi refahı talep ediyor.
Bu sebeple ekonomilerini kapitalizm kurallarına uygun biçimliyorlar.
Fakat demokrasi onlar için önemli değil.
Türkiye’nin, daha doğrusu iktidarın aklı karışık.
Geçmişte bir “üçüncü dünya” söylemi vardı.
Başbakan bu aralar sıklıkla bir İslam dünyası bloğu oluşturma özlemlerini ifade ediyor.
İslam dünyasının en zenginlerinin bu önerilere kulak asması beklenemez.
Onlar zaten Batı bloğu ile entegreler.
İkinci mevkidekiler de etnik ve mezhepsel gerekçelerle birbirleriyle dalaşmakta meşguller ve hiçbir ümit vaat etmiyorlar.
Dolayısıyla, bugünün realitesinde sınırlı ekonomik gücünüzle, “kendine Müslüman” bir demokrasi anlayışı ile, olsa olsa “kaybedenler kulübü” kurabilirsiniz.
Gücü elinde tutanlar kendilerine “uluslararası toplum” diyorlar ve prestijiniz dahil tüm kuralları belirliyorlar.
Tavırlandığınızda, “adam yerine koymamak” muamelesine maruz bırakıyorlar ve örseledikleri özgüveninize paralel, size “hiddet” dışında seçenek bırakmıyorlar. Hiddet çözüm sağlar mı? Zannetmiyoruz. Bizi neyin beklediğini hep birlikte yaşayacağız.
Paylaş