Paylaş
Öncelikle belirtelim ki, bahse konu olaylarda Kocaoğlu’na haksızlık edildiğini düşünüyoruz.
Aziz Bey’in konuşmasının sık sık muhalif sloganlara kesilmesine AK Partili yöneticiler seyirci kalmışlardı.
En hafif deyimiyle “siyasi nezaketi kaale almama” olarak addedebilecek bu duruma Aziz Bey öfkeli bir tepki gösterince muhataplarını “eksiklendirerek mahcup etme” fırsatını kaçırmış oldu.
Sayın Başbakan’ın Aziz Kocaoğlu’nun tepkisini “Recep Tayyip Erdoğan sevgisini içine sindirememek” şeklinde değerlendirmesi, açık söylemek gerekirse kitleleri kışkırtan bir tercihti.
Esasında İZBAN’ı kim yaptı tartışması bize hiç anlamlı gelmiyor.
Neticede harcanan kamu parası.
Hiç kimse babasının parasını sarf etmiyor.
Gerek merkezi, gerekse yerel iktidarlar hizmet için vardır.
Yani vazifeleri yaptılar diye “kayıkçı kavgasına” neden girerler, anlamak hakikaten zor.
İzmirlilerin çıkarı, bu iki kesimin işbirliği içinde çalışmalarıdır.
Öfke baldan tatlı ama hayat kamu görevi yapanlara bu keyfi yasaklamıştı
-----
Kıvılcım
ZAFER Bayramı ve İzmir’in düşman işgalinden kurtuluş etkinlikleri laik kesimin duyarlılıklarını ortaya koymaları için vesile oldu.
Yunanistan’a karşı geçmişte kazanılan zaferler kutlanırken, eşzamanlı Yunan adalarında tatil yapmak, enteresan bir “ironi” oluşturuyor.
Bu noktayı geçelim.
İzmirliler için herhangi bir tarihsel olayda Mustafa Kemal Atatürk’ün belirleyici ağırlık taşıması, onun üzerinden Cumhuriyete sahiplenme ve iktidara mesaj verme fırsatı olarak değerlendiriliyor.
Ancak OHAL rejiminin olduğu 2017 Türkiye’sinde, mevcut iktidarın bu neviden demokratik tepkilere pek toleranslı olmadığını hissediyoruz.
Görünen o ki, böylesi durumlarda iktidar kendi taraftarları üzerinden bir “dengeleme” arayışına gidiyor.
Bu tercih tehlikelidir. Nitekim 9 Eylül kutlamalarında karşılıklı sloganlar, basit bir kıvılcımla arbedeye dönüşebilirdi.
Burada görev ve sorumluluk iktidara düşüyor.
Aman dikkat diyoruz...
-----
Mübadele ipotek fekkidir
AB bir siyasi bütünleşme projesidir.
Tamam, iki büyük dünya savaşı ile Avrupalılar birbirlerinin gözünü oymuştur, ama neticede aynı medeniyet paydasında olan ülkelerdir.
Oysa bin 500 yıllık perspektifin bakıldığında temel yarılmanın “İsevi dünya” ile “Muhammedî dünya” arasında olduğu görülür.
Buradan hareketle, Anadolu’da Hristiyan nüfusun varlığı, Batı dünyası açısından hep kollanması gereken bir zümre olarak sıkıntı kaynağı oluyordu.
Müslüman çoğunluk içinde Ermeni ve Rum nüfus, azınlık haklarının korunma kaygısı ile ister istemez tüm Anadolu’yu Batı dünyasına entegre etmeye zorlayabilirdi.
Hani Ermeni meselesi bir yana, mübadelenin Avrupa ülkelerinin desteği ile apar topar gerçekleştirilmesi, bu baskıyı ortadan kaldırarak Batı’nın elini rahatlatmıştır.
Neticede Hristiyanları rehin olmaktan kurtaran “İsevi dünya”, “13 milyon nüfusuyla geride kalan Genç Müslüman Cumhuriyete”, “homojen” bir din ve “vazgeçilen” bir “Anadolu” bırakarak “kalıcı bir medeniyet duvarı” örmüştür.
İşte, mübadelenin bittiği gün, Türkiye’nin Avrupa macerasını kesin olarak bittiği gündür aslında.
Bu sebeple Kemalizm’in Batılaşma çabasını en başından itibaren “beyhude” olarak niteleyebiliriz.
Diyeceğimiz “Müslüman” aidiyetimiz her şeyin üstünde ve bizi en tepeden tasnifleyen bir kimlik.
Muhafazakarlarımız için sorun yok.
Vay Cumhuriyet trenine binerek onun değerleri ile yetişen laik kesimlere.
Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmaları mümkün gözükmüyor.
Paylaş