Paylaş
Doğrudur.
Ancak, özellikle kış aylarına geldiğinizde, bu benzetmeye rahmet okutacak tarzda, hayatın birden bire yükselen temposu, bize “Ne zaman oldu da pazartesi başlayan hafta aniden cumaya geliverdi” dedirtiyor.
Yani, ömürler geçiyor, gerekli gereksiz koşuşturuyoruz, her türden, her seviyeden bir “anlam” değerlendirmesi yapmıyoruz.
Bizi esir almış “dünyevi kaygılar” sanki tartışılmazımızmış gibi geliyor.
Hep söylediğimiz bir şey var. Bizler refahla mutluluk kavramlarını birbirine karıştır hale geldik.
Kendimiz ve yakınlarımız için istediğimiz yaşam standardını sanki varoluşumuzun sebebi addediyor, vazgeçilmezimiz sanıyoruz.
Yaşı 40’ların üzerinde olan “bir şeyleri becermiş ve yorgun beyler” lütfen hatırlayın.
Bizler değil miydik bir kamyonetin arkasına doluşup denize giden ya da otobüse para kaptırmamak için tabanımıza kuvvet veren.
Tamam, bizler parasızdık ve fakat “eksik” değildik.
Hayat bu denli karmaşık değildi. Daha sadeydi ve gelecek bizi çok daha az tedirgin ederdi.
Esasında o esnada da gün 24 saatti, güneş doğudan doğuyor, batıdan batıyordu.
Tıpkı bu gün gibi okula gidiyor, evleniyor, çoluk çocuk sahibi oluyor ve en netice ölüyorduk.
Ölümlü olmak.
Bugün de yaşamın en temel gerçeği değil mi?
“Refahla mutlu olmayı birbirine karıştırıyoruz” dedim.
Aslında uyumlu olmakla mutlu olmak zihinlerimizde birbirinin içine girmiş durumda.
Sanki geçmişte adına toplumsal değerler dediğimiz şey daha bir kendinden menkuldü, geleneklerden beslenmişti, mümkün olduğunca yanlışlarını ayıklayarak doğrularını oluşturmaya çabalardı.
Sonraları, adına ister “küreselleşme” deyin ister “teknoloji patlaması.” Bir anda dışarıdan gelen bir ses; daha zenginleşin, bu ürettiklerimi alın, onun için zorlanın, biriniz diğerinden geride kalmanın “ayıbını” (!) yaşamasın demeye başladı. “Uyumlu olmak” renklerimizi azalttı, insani heyecanlarımıza zaman bırakmamaya başladı.
Tüm zihnimiz, pek bir makul ve makbulmüş gibi bu yepyeni “toplumsal değer”in istilasına uğradı ve bizler esir düştük.
Biliyorum, bu satırların sahibi açısından bile yazdıkları, duyarlı anlarının ötesinde kalıcı bir etki yaratmaz.
Ne var ki, hiçbir şey arada soluklanıp hayatın bu yönünü yok varsaymamızı gerektirmiyor.
Paylaş