Paylaş
Kışın bar programına yer bulunamayan, yazın Harbiye kapısında metrelerce kuyruk olunan Yıldız Tilbe ne yapıyordu diye meraklandım.
Sanmayın ki sadece rock dinliyorum...
32 şarkı hazırlamıştı konser için. Günlerdir şarkılar aynıydı ama sırası Yıldız Tilbe’nin kafasına göreydi. Her sanatçı çıkmadan önce konserde şunları, bis’te bunları çalarım der, onda ise taktik maktik yoktu: Bam bam bam!
21.30’da sahneye çıktığında -belki de seyirciyle buluşmak için sabırsızlandığındandır- elinde parfümü, sıka sıka sahneye çıktı. Hâlâ şaşkınlığını atamadığı gözlerinden okunuyordu. Seyirciyi tarıyor, kimler gelmiş tek tek bakıyordu resmen.
13 kişilik bir orkestrayla çıktı Tilbe sahneye. Herkes ayrı telden çalıyordu görünen o ki. Bir şef yoktu. Şef Tilbe’ydi. Onun da derdi şarkı söylemekti.
Arkada eski müzik çalar programı Winamp zamanlarını andıran bir görsellik, asla vazgeçilemeyen disko topları ile zamanı geçmiş bir sahne düzeni eşlik etti Tilbe’ye.
Ses sistemi felaketti, en arkadakiler sevinebilir çünkü ses bir tek orada iyiydi...
Enstrümanlar doğru düzgün duyulmuyordu. Sık sık neden sadece keman ve perküsyon alıp sahneye çıkmadı ki dedim mesela. Ama teknik konular pek de gerekli değildi bu konser için.
Açıkçası bir noktadan sonra bunlar kimsenin umurunda da değildi. 6 bin kişi canhıraş şarkılarını söylüyordu. Bir Yıldız Tilbe, bir onlar olsa sabaha kadar sürecek olan konser, kapıya polis gelince bir öncekiler gibi gece 01.00’de bitti ama olsun. Herkes halinden memnundu.
İlk yarı bitsin diye menajerinden sahne amirine ne el hareketleri, ne ara verelim yapmalar...
Tilbe sahneden inmek bilmedi. Hakikaten siz olsanız, her şarkınızı ezbere bilen bir seyirci kitlesine ya ben bir beş dakika ara vereyim diyebilir misiniz? Ona da zor geldi... Bir şarkı daha söyledi, öyle gitti içeri.
Sonra mavi pullu bir elbiseyle çıktı Tilbe sahneye.
Kaldığı yerden, nefes almadan şarkılarını sıraladı.
Sonra durdu ve dedi ki “Kendimi güzel hissedemiyorum, ne kötü değil mi.”
Aslında Tanju Babacan’ın kendisi için diktiği kıyafeti giyecekmiş ama yakıştıramamış. Önce sahneye kıyafeti istedi, dayanamadı içeri kaçıp giydi, döndü. Gayet de yakıştı kendisine.
“Adı aşk bu eziyetin” derken de, “Kış Güneşi”ni söylerken de ışıl ışıldı. Konserde dediği gibi “Ruh güzel de kafa bozuk”tu. Aklında bir şeyler varmış gibi yürekten söyledi şarkılarını.
Elinizde olmadan onu izlerken uzaklara dalıyorsunuz. Onun dünyayı algılayış biçiminin kendisini ne kadar yorduğunu, kaç yerinden kırdığını görüp derin bir iç çekiyorsunuz.
Çünkü böyle bir samimiyet vaat ediyor 4.5 saat süren konser.
Konser bittiğinde ise bir saniyeliğine dursanız da yine kendi şarkılarını dinlemek istiyorsunuz. Çıkan arabada Yıldız Tilbe çalıyor, yolda yürüyen söylüyor. Zaten bütün olumsuzluklara rağmen iyi konser kavramı biraz da bu değil midir? Gecesinden gündüzüne sana o şarkıları tekrar dinleten konser...
Ben de çıkışta yürürken aklımdan neyse ki iki hareketli parça çaldı yoksa ölürdük diye geçti. Bu kadar acı ve sancı bir konser mekânı dolusu insana çok fazlaydı. Hatta Twitter’da gördüm konser sonrası, “Böyle ölmeyiz, üstümüze füze at diyeceğim ama öldük” diye.
Hah tam da o hesap işte.
Paylaş