Paylaş
İlk gün sıkıntılı başladı; ulaşım sorunu yüzünden festival alanına iki saatte varabildiğimizden, George Ezra konserinin ancak sonuna yetişebildim. Üstüne üstlük, Ezra tatlı tatlı şarkılarını söylerken teknik bir sorun yaşandı, ses gitti! Hem de en güzel parçalarından biri olan “Budapest” çalarken!
Bunlar nazar boncuğudur, hatasız festival olmaz diyerek güzelim alanda gezmeye başladım. Telefonun bile çekmediği Rennbahn Hoppegarten’da gerçekten bir hayal alemi yaratılmıştı.
Ve ben gezinirken, 27 Eylül’de Garanti Caz Yeşili Konserleri kapsamında Zorlu PSM’de konser verecek olan Michael Kiwanuka çıktı sahneye...
Nasıl da ruhumuzu besledi. Dingin, melodik, yer yer hareketli ve neşeli bir konser oldu. Kaçırılmaması gereken bir performanstı. Keşke ana sahnelerdeki müzik de bu konsere dahil olmasaydı!
Devamında Mumford&Sons’ı en önden izleme şerefine nail olduk. Muhteşemdiler. Ses, müzik, enstrüman hakimiyeti, ışık... Onlar için ekstra laf kalabalığına hiç gerek yok. Konser sonrası açıkçası Two Door Cinema Club’a şöyle bir ucundan bakıp şehre dönmek için yola koyuldum.
Almanlar ulaşımda tıkır tıkır işleyen sistemleriyle meşhur, malumunuz... Yola çıkalım dememle 3 saatlik yolculuk başladı. 85 bin kişinin katılacağı bir festival organize edenler, onca insanı dağ başındaki alandan şehre nasıl taşıyacaklarını hiç hesap etmemişlerdi.
S-Bahn demiryolu istasyonu önünde 3 bin kişiyle birlikte, treni geçtim, hiç değilse istasyona girebilmek için tam 2,5 saat bekledik. Bayılanlar mı istersiniz, üstümüze çıkanlar mı!
Sonunda polis anons yaptı: “Bir sonraki tren kaçta gelecek bilmiyoruz. Sizi şehre ya da bir durağa bırakacaklar...”
Onca insan yürüyor, düşünün.
Bitmedi çilem; ayarlanan ücretsiz otobüse binmeye çalışırken çıkan karmaşada otobüs ile insanlar arasında öyle bir sıkıştım ki bir daha başıma böyle bir şey gelsin istemem!
Nihayetinde otobüslerin bizi bıraktığı noktadan da şehre gitmemiz 20 dakikamızı aldı.
Öyle bir gece geçirdim ki ertesi gün hayatımda ilk kez izleyeceğim Foo Fighters için bile “Beni kimse o kaosun içine geri sokamaz” diyordum. Almanya’da tüm haber sitelerinde manşetlerdeydik. Hâlâ aynı ulaşım uyarıları festival sitesinde yer alıyordu. Ama ben yine gittim, çünkü festival bilekliğimde Euro’larım vardı, yakmayacaktım!
Şaşırtıcı bir biçimde müzik hariç her şeyi batmaya başlayan festivalin ikinci gününde Anne-Marie, Cro, Rudimental, London Grammar ve nihayet Foo Fighters sahnedeydi.
Anne-Marie, İstanbul’da Babylon Soundgarden’da sahneye çıkıp ilk uçakla Berlin’e gelmişti. Enerjisinden pek de bir şey kaybetmemişti. Yalnız ne yaman acıları varsa, eski sevgililerine yazdığı bütün şarkıları bizimle paylaştı.
Alman rap’çi Cro da inanılmaz bir sahne şovu hazırlamıştı. Ayrıca Alman grupların cover parçalar çalmak zorunda kaldığı kitle karşısında, babalar gibi Almanca rap’ini yaptı.
London Grammar içinse tek iddiam, solist Hannah Reid’in kadife sesini saatlerce dinlemek isteyeceğinizdir. Kadını pazar tezgahına koysanız, limon satışını patlatır, o derece!
Esas darbeyi gece Foo Fighters’tan yedik. Bu konsere kalmam herhalde, basar dönerim geri, aynı kaosu çekemem derken bir baktık ciddi ciddi konser izliyoruz. Tam bir rock star olan Dave Grohl’un enerjisi, ekibiyle diyaloğu, resmen binlerce insanı hipnotize etti. Rock müzik nasıl da festivale yakışıyor.
Durmuyorlar, bizim durmamıza da izin vermiyorlar.
Ve ikinci günün sonu... The xx’i daha önce Primavera’da izlediğim için, malum nedenlerle erkenden yollara düştüm. Yine 45 dakika sürdü yol ama nispeten daha kolay vardım şehre.
Günün sonunda müzikler şahaneydi de bir noktadan sonra hep en kötüsü akılda kalıyor. Geriye dönüp bakınca Türk festivallerini organize edenlerin zamanında hakkını yemişim, özür diliyorum.
Tüm o sızlandığım güzel insanlara seslenmek istiyorum: Ne güzel festivaller yapmışsınız, inanın kıymetinizi bilememişiz. Lollapalooza’ya gelecek sene gitmek isteyenler için de bir uyarı; üç senedir sorunları, sıkıntıları bitmiyor festivalin. Aklınızda bulunsun.
Battlefield 1’da Türk’ten ağıt
Dilimden sadece “gamer”lar anlayacak ama olsun. Battlefield 1 silsilesine kapılanlar bilir, o oyunda Türkçe diyaloglar yer alır. Oyunun bir de milyonlarca dinleyicisi olan soundtrack’i var.
İçinde yer alan Makedonca ağıt “Zadji Zadji” çok sevildi, YouTube’da 1 milyondan fazla kez tıklandı. “Zadji Zadji”yi, yeni single’ı “Kaktüs”ü çıkaran Aliye Mutlu’nun seslendirdiğini bu köşeden duyurmuş olayım.
Müzik bankası Hollandalı “Sonokinetic” şirketine kayıtlı bir isim Aliye Mutlu. Şirket 2011 yılında “Aliye” adlı ses kütüphanesini açtı. Kütüphanede yer alan beş türküden biri de “Zadji Zadji”ydi.
Yeni gözde yabancılar
Türk şirketler artık dağıtımcılık konusunda da atağa geçti. Daha önce, Türkiye’de hatırı sayılır bir hayran kitlesi bulunan Oscar and the Wolf’un yeni single’ı “Breathing”i burada GRGDN Müzik’in yayınladığını duyurmuştum. Şimdi de PDND, Gürcistan’da X Factor yarışmasıyla adını duyuran CIRA’nın albümünü yayınladı. CIRA, 1996 doğumlu genç bir yetenek.
Su gibi ses: Selin Sümbültepe
Şarkıcı ve söz yazarı Selin Sümbültepe’nin ilk single’ı “Cinaslı Kafiye”, Kabak & Lin etiketiyle dijital platformlarında yerini aldı. Alternatif müzik sevenlerin yakından tanıdığı isim, yakında ilk albümünü çıkaracak.
Ne dinledim
k Selin Sümbültepe - Cinaslı Kafiye
k Dolu Kadehi Ters Tut ft. Deniz Tekin - Belki
k Sub Focus - Trouble
k London Grammar - Strong
k Mumford&Sons - Cold Arms
Paylaş