Paylaş
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi Milli
En çok ilişkilerimizden yara alıyoruz diyorsunuz. O zaman önce insanın kendisiyle olan ilişkisinden başlayalım mı? Kendimizi yeterince tanıyor muyuz?
Kendini tanıma süreci muhtemelen son nefese kadar devam edecek. Önemli olan şey bu keşfi aralıksız sürdürmeye devam etmek, değişimi kucaklamak ve her şeyden önce kendimi kabul etmek. Hepimizin artıları, eksileri farklıdır. Ancak asıl sorun insan doğduğu andan itibaren aldıklarıyla, topladıklarıyla ‘kim’ olduğunu şekillendiriyor. Yani doğduğunuz aile farklı olsaydı bambaşka bir bakış açınız, yaşamınız olacaktı. O yüzden sorgulamak anahtar yöntem. Neye göre, kime göre doğru yanlış, iyi kötü?
Kendimizi bulmayı neden erteliyoruz? Hangi gerçekleri görmemiz, hangi soruları sormamız gerekiyor?
Şu anda yaşadığın hayat, seçimlerin sana mı ait yoksa önceden belirlenmiş, önüne konmuş senden beklenen hedefler mi? Örneğin evleneceğin yaştan, nasıl bir yaşamın olmasına kadar toplumun, ailenin önümüze getirdikleri var. Ancak örneğin eşcinsel yönelimi olan biri nasıl beklenen klasik aile yapısını kursun. Kendi hamuruna uygun olmayan bir hayatı yaşamaya çalışmak, yaşarken intihar etmek demek. Herkes müdür olmak zorunda değil, zengin olmak ya da evlenmek, çocuk sahibi olmak ya da başka herhangi bir şey zorunda değil. Günün sonunda tek bir hayatın var ve öleceksin.
Bir de işte başka, aile ilişkilerinde başka, arkadaş ortamında başka olma durumları var. Kendimiz olmaktan nasıl çıkıyoruz?
Nebze göre şerbet vermek, bukalemun olmak demek. Sevgiyi, onayı, ilgiyi almak, dışlanmamak için sürünün istediği insanı oynamak, insanı her geçen gün kendisinden uzaklaştırır. Özsaygıyı ve özdeğeri törpüler ki bunu çevremizde her gün gözlemliyoruz.
SEVGİYİ ŞARTLARA BAĞLIYORUZ
Karşımızdakini sevmek için hep şartlarımız, koşullarımız mı var? Ne zaman, nasıl başlıyor bu beklentiler?
Anne babadan başlıyor. İlk önce ebeveynlerimizin istediği insan olmayı öğreniyoruz. Onların onayı, onların aferinini almak için onların kurallarına, değerlerine uygun davranmayı öğreniyoruz. Sonra okulun, mahallenin, çevrenin, toplumun… Doğduğumuz yere göre şekillenirken, sevgiyi şartlara şurtlara bağlıyoruz. Çocukken ekmeğimizi herkes ile paylaşıyor, sonra kiminle paylaşıp kiminle paylaşmayacağımızı öğretiyorlar bize.
Hayatımızdaki birçok davranış kalıplarının temeli değersizlik duygusuna gidip dayanıyor. Peki bizi bu denli etkileyen bu duygunun kaynağı nedir?
Sevilmem için, değerli olmam için, kabul görmem için hep bir şeyler yapmam lazım. Zenginleşmek, ünlü olmak, en yakınımdakilerin övgüsünü almak... Hala birçok yetişkinde babalarının, annelerinin onlarla gurur duymama endişesini görüyorum. Bu yüzden ailesinin onaylayacağı kişiyi ailesiyle tanıştırabileceğini seçiyor hala büyük çoğunluk. Oysa aşkım dediğinizde mesleğin, inancın, kimliğin, kimlerden olduğunun ne önemi olabilir ki? Ancak böyle olmuyor. Kriterlere göre aşkım diyeceğimiz insanı seçiyoruz.
RÜŞVET VERMEK ÇÖZÜM DEĞİL
“Ne kadar çok değer verirsem, o kadar çok değer görürüm sandım” düşüncesinde olan kişi asıl neyi kaçırıyor?
Rüşvet vermek çözüm değil. Şunu anlaması gerekiyor; seni seven insan seni ne paran, ne fiziğin, ne de başka bir şey için seviyor. Sadece sen olduğun için seviyor. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını söylersen o zaman nasıl gerçek sevgiyi bulabilirsin ki. Yani kimse seni sen olduğun için sevemez mi? Birileri buna seni fena inandırmış demektir ve kurtulmalısın en kısa zamanda. Sen de her insan gibi sevilmeyi hak ediyorsun. Ancak çocukken ailen sadece karnen iyi olduğunda sana aferin dediyse, hayatın boyunca sadece başarılı olduğunda aferin alacağını sanıyorsun.
KENDİNLE BARIŞMAZSAN ZOR!
İlişkilere nasıl bakıyoruz, çok mu anlam yüklüyoruz acaba?
Kendimle barışmadan, kendimi tanımadan, nereye gittiğimi bilmeden bir ilişkiyi yürütmek çok zor. İstiyoruz ki yaralarımızı sarsın, bizi sevsin, istediğimiz gibi sevsin, istediğimiz gibi davransın, olsun. Böyle bir şey yok. Önemli olan nasıl bir ilişki yaşamak istediğini bilip bilmediğin. Aradıklarını bulduğun ilişki doğru ilişkidir. Ne var ki burada çok derin konulardan söz ediyoruz. Kendini değersiz hisseden, gelişimini sürdürmeyen, okumayan, gezmeyen, sorgulamayan bir insan ilişkisinde instagram yüzünden tartışan insan olacaktır.
Seçimlerimizi yaparken neleri öncelik koyuyoruz? Oysa?
Aşktan söz ediyorsak, hayatı paylaşmaktan söz ediyorsak düşünmeyi bir kenara koyup, hislerime bakmalıyım. Düşünceler yanıltır. Senin için doğru olan insanı sırf inancı, mevkisi yüzünden eliyor olabilirsin ya da annen sevmeyeceği, onaylamayacağı için. O yüzden sarıldığında, dokunduğunda, yanında olduğunda hissettiklerine bakmalı insan.
“Elalem ne der?” için yaşamaya devam etmek aslında nelerin habercisidir?
Tatmini, huzuru ve gerçek mutluluğu bulamayacağının habercisi. Sana uygun olmayan bir hayatı yaşadığında elde ettiğin, ulaştığın hiçbir şey seni tatmin etmiyor, sürekli bir şeyler eksik kalıyor.
YAŞANACAK VE GÖRÜLECEK
Bilimin çığır açtığı, teknolojinin hızına yetişemediğimiz bir çağda hala “doğru insan var mı?” sorusu size ne hissettiriyor?
Hayatımıza giren birkaç insan üzerinden bunu söylemek inanılmaz bir yanılgı. 8 milyar insanı aynı kefeye koymak demek. Doğru insanı seçmeni sağlayacak kriter yok. Yaşanacak ve görülecek. Hayal kırıklıkları da yaşanacak, değiştikçe bazı ilişkiler sona erecek, yenileri başlayacak. Bunun süresi, sayısı, kuralı yok. Söylenmekten ve jenerik cümlelere sığınmaktan vazgeçip şunu görmem lazım, hayatıma giren insanları ben seçiyorum. O zaman sorumluluğu almalıyım. O adamı, kadını sen seçtin unutma. Sen seçmediysen zaten ortada ilişki falan yokmuş demektir.
HERKESİN İLİŞKİSİ KENDİNE
Sezen Aksu’nun bir şarkısı; “İhaneti sende gördüm, şiddeti gördüm, aşkı gördüm” diye başlar. Sonra da “Kopar zincirleri yeniden gel, durmadan gel, hep gel” diye devam eder. Şiddeti kabulleniş ya da yüzleşememe halini iyi özetliyor sanki ne dersiniz?
Bütün kavramlar referansına, bakış açısızına göre biçim değiştirir. Hiçbir ilişki komşuya, uzmana, dizilere, medyaya, aileye bakarak yaşanmaz. Herkesin ilişkisi kendine. Dinamikleri, koşulları farklı. Şiddet demişken, şaka yollu bile, beraber olduğun insana hakaret edemezsiniz. “Salak, aptal” diyemezsiniz. Bu bile kabul edilebilir değildir ve psikolojik şiddettir.
Eğitim yükseldikçe beklentiler de yükseliyor mu ya da dönüşüm ne yönde oluyor?
Daha iyi seçimler yapma olasılığı artıyor olsa da bence burada önemli olan diplomalar, bilinen diller, entelektüel sermayeden öte bir yaşam birikimi, yaşanmışlıklar bütünü belirleyici oluyor. Dar bir pencereden hayata bakan bir insan, ne ilişkisinde ne kariyerinde ne de sosyal yaşamında aradıklarını bulamayacaktır. Önce okyanusun içinde akvaryumda yaşamaya çalışmayı bir bırakalım.
BAHANELERİ SAMİMİ BULMUYORUM
Kadınların genelde güçlü, güven veren, koruyan erkek aradığı görüşüne katılıyor musunuz?
Bu kadar dolambaçlı konuşmaya gerek yok. Hepimiz kadın, erkek olduğumuzu hissettiğimiz, aşağıya değil yukarıya çekildiğimiz, aradıklarımızı bulduğumuz ilişkiler yaşamak istiyoruz. Bunu yaşayamamızı kabullenecek bahaneleri samimi bulmuyorum. Örneğin, “sevgilim çok agresif, hayatında zorluklar yaşamış o yüzden öfkelendiğinde öyle davranıyor.” Bu sevgilinizin çözmesi gereken durum, sizin değil. Onun koşulları veya işinin kötü gitmesi bana saygısızlık etmesini haklı çıkartmaz, katlanmamı gerekli kılmaz.
Belirli bir erkeklik modelinin kendilerine dayatılmasını istemeyen erkekler de çoğaldı mı, ne dersiniz?
Kesinlikle evet. Eşi çalışırken çocuk bakan babalar artıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldıracak olan da bu. Erkek budur, kadın şudur, evlilikte erkek böyle olmalı, kadın böyle olmalı bunları geçiniz efendim.
NEREYE GİTTİĞİNİ BİLMELİSİN
Hayatımızın en önemli seçimi ve kararı size göre nedir?
Nereye gittiğimi bilmek. Gideceğim bir yer yoksa gelişine yaşıyor olurum. Ancak gittiğim yeri biliyorsam, hayatımdaki her şey ilişkim de ona göre şekillenir. Örneğin dünyaya açılmak isteyen, hatta açılan başarılı bir oyuncu ya da model olmak istediğinizi varsayalım. Oraya doğru da ilerliyorsunuz. Sizi ev hanımı olarak görmek isteyen, hayatınıza müdahale eden bir erkeğin hayatınıza girmesi imkânsızdır. O yüzden önce niye yaşıyorum ve nereye gidiyorum... Sonrası geliyor, doğru insan da geliyor.
Bu röportajı okuyan kişinin kendine ilk hangi soruyu sormasını isterdiniz?
Yaşamımda ne olursa, nereye varırsam iyi ki yaşadım diyeceğim?
Nedir o?
Paylaş