Paylaş
Sanatçı Pınar Ayhan’ın, Çanakkale Savaşı, Karadeniz Vapuru, Özsoy Operası ve Köy Enstitüleri‘ne ilişkin insan öykülerinin yer aldığı “Orada Duruverseydi Zaman” müzikal belgeseli 24 Ekim’de Bursalılarla buluşmaya hazırlanıyor. Tohumluk Vakfı yararına gerçekleşecek olan proje öncesi sanatçı ile kendi değişim ve dönüşüm hikayesiyle başlayıp Tohumluk Vakfı’na uzanan, sahneden sahaya inen projeleriyle bir zaman yolculuğuna çıktık.
Tarih anlatıcısı, müzisyen, televizyoncu ve toplum gönüllüsü olarak Pınar Ayhan’ın hayatında değişim ve dönüşüm ne zaman başladı? Sizinle bütünleşen projelerinizi ve vakfın hikayesini öğrenmeden önce sanırım yaşadığınız farkındalıkları anlamamız gerekiyor?
Tahmin ettiğiniz gibi aslında hepsi birbirinin içinde. İnsan hayattaki olgulardan bağımsız insanlaşmıyor. Günün sonunda neye dönüştüğünü anlayabilmek için arkasına baktığında cevapları alıyor. Ben de arkama dönüp baktığımda; Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili Edebiyatı mezunuyum. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde yüksek lisans dersleri aldım. Diyarbakır Bismil doğumluyum. Anne tarafından Boluluyum. 18 yaşından itibaren TRT’de programlar yapmaya başlamış 40’lı yaşlarıma kadar sürdürmüş, yabancı dilini kullanmış, televizyon sebebiyle sunuculuğun uzmanlık tüyolarını öğrenmiş, şarkıcılık yapmış, ülkesini 2000 yılında Eurovision şarkı yarışmasında temsil etmiş, dolayısıyla bu işleri yapmamı sağlayan insanlarla da kendimi donatmış bir insanım.
BİR ŞEYLER EKSİKTİ
Başkent Üniversitesi’nde doğaçlama dersleri veriyorum, gençlere de özellikle anlatıyorum bunları; doğaçlama dediğimiz şey aslında kültürel refleks ve fiziksel reflekstir. Bunları ne kadar geliştirirsek günün sonunda da o kadar başarılı oluruz. Kültürel refleksimiz de bugüne kadar biriktirdiğimiz, gördüğümüz, okuduğumuz, anladığımız her şey aslına bakarsanız. Fiziksel reflekste onun gayri ihtiyari sonucu. İşte bütün bunlar bir araya geldiğinde, bundan 7-8 sene önce artık sahnelerde göz göze diz dize anlatmalıyım ama ne anlatmalıyım diye düşünmeye başladım. Bizler Atatürk’ün emanet ettiği Cumhuriyet’in yetiştirdiği gençleriz fakat bir şeyler eksik gibi görünüyor, en azından ben öyle hissediyordum. Her şuurlu insan gibi ben de ne yapmak lazım diye sorgulamaya başladım.
GENÇLER ÖYLE BOŞ DEĞİL SADECE ARAYIŞ İÇİNDELER
Sorgulamanız sizi nasıl bir yola götürdü? Kolay oldu mu çözümünüzü bulmak?
Hep gençlerle ilgili klişedir; ne kadar duyarsızlar, ilgisizler diye söylenir. İki çocuk annesiyim, ben de istiyorum ki bilgiyle, kültürle, sanatla donansınlar. Şimdi 21 yaşında olan oğlum Yankı o zaman 15 yaşındaydı. Tiyatrolara, operalara götürüyorduk fakat keyif almıyor, sıkılıyordu. Eyvah demiştim, işte o gençlerden! En son bir gösteriyi daha birlikte izlemeyi, sonra kendi yoluna karar vermesini istedim. Benim de hayran olduğum Sunay Akın’ın gösterisine gittik ailece. Kültür, bilgi ve sanat birlikte olunca edinilebiliyor. Sunay Akın’ın yaptığı işte de o var. Baktım ki Yankı da heyecanla izliyor. Bittiğinde ne düşündüğünü sorduğumda bana çok kritik bir cümle kurdu, “Anne bana böyle entelektüel şeylerle gelin” dedi. O zaman hatırladığım duygu; utanç, mahcubiyet ve heyecandı. “Buldum!” dedim. Bu gençler öyle boş değiller, sadece arayış içindeler. İyiyi buldukları zaman da onun peşinden gidiyorlar ve hatta yapıyorlar. Gençlerin bizden alanımız ne olursa olsun iyi çalışılmış, iyi araştırılmış, iyi sunulmuş işler beklediklerini fark edince, tamam dedim o zaman, çalışmaya başlıyorum.
SON 100 YILIMIZI ANLAMAYA ÇALIŞTIM
Aldığınız ilhamla yeni çalışma alanınızı nasıl belirlediniz?
Zaten kitap okumayı seven bir insanım ama tarihi de babam güzel anlattığı için çok severdim. Rahmetli babam eski Milletvekili Bahattin Karakoç, beni ben yapan insanlardan biridir, onun tedrisatından geçtim. Çalışmaya başlayınca bu sefer odaklı okumaya başladım. Ve bu son yüz yılımızı iyi anlamaya karar verdim. Onu anlarsam bugünü de iyi anlayacağımı ve geleceğe de doğru mesajlar verebileceğimi düşündüm. İlk okuduğum kitap babamdan yadigâr kalan; Osman Ulagay’ın “Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı” kitabıydı. İnanılmaz etkilendim ve bize anlatılandan ne kadar farklı diye şaşırdım. Öte yandan ben sahnede sanat icra etmeye çalışan bir insanım ama aynı zamanda da izleyici ve dinleyiciyim de. Dolayısıyla eğer özümsersem ve bir konudan heyecan duyarsam izleyicinin ve dinleyicinin de aynı heyecanı duyacağına inandım. Aynı saftayız aynı yerden bakıyoruz çünkü. Bir şeyler eksik ve o eksikliği kapatmaya ihtiyaç duyuyoruz. Köklerimizi anlamaya ihtiyaç duyuyoruz. Bunun için de çok okumak, sormak, öğrenmek, belgelere başvurmak lazım.
KAHRAMANLAR ARAMIZDA
Siz ne buldunuz tüm bu okumaları ve sorgulamaları yaparken?
Ben Atatürk için zamanlar arasında seyahat eden insan diyorum. Bunu da kitaplar sayesinde yapabiliyor. Bugün de yanımızda o yüzden. Zamanın siyasal sosyal, ekonomik şartlarını çok iyi anlarsak aslında formül belli! Doğanın kanunları değişmiyor, iyi formüle edersek bugün de neden mutlu yaşamayalım. Okudukça sadece Atatürk’le değil çevresindeki o kahramanlarla da tanıştıkça daha da bir özgüven geldi bana. Neden geldi biliyor musunuz? Çünkü herkes hayatta bir Atatürk daha olamayacağını düşünerek kendini rehavete bırakıyor. Evet, Atatürk olmak kolay bir şey değil; hâlâ dünyada bile örneği yok ama bir Afet İnan, bir Şerife Bacı, bir İbrahim Ethem Kaymakam olabiliriz. Bu kahramanlar bugün de varlar aslında, her zaman oldular ve olacaklar. Eğer biz güçlerimizi, yüreklerimizi, zihinlerimizi birleştirmeyi bilirsek bunun için de iyi fizik iyi kuantum iyi matematik de bilirsek bu manyetik gücü oluşturmayı öğrenirsek, neden yeniden bir ruh hatta aynı kalitede Mustafa Kemal Atatürk gibi bir insan yaratmayalım hayatımızda. Bu sadece hayata nasıl baktığınıza bağlı. O yüzden ben de ekibimle birlikte müzikli anlatı projelerimi hayata geçirerek kahramanların hikayelerini anlatmaya karar verdim. Yedi yıldır sahne alıyoruz Türkiye’nin her yerinde.
SANAT HAYATIN ÇIKTISIDIR
Bursalı izleyicilerle de yakında buluşacak olan ilk gösteriniz ‘Orada Duruverseydi Zaman’, ardından gelen ‘Kemal’ ve ‘Dinle Çocuk’ projelerinin içeriğinden kısaca bahsedelim isterseniz?
Duyguyu harekete geçirmeyen bilgi maalesef karşılık bulmuyor toplumda, unutuluyor. Duyguyu da en güzel sanat harekete geçiriyor ve işte o zaman öğrenme gerçekleşiyor. Görerek, duyarak, uygulayarak; şarkısıyla, türküsüyle, edebiyatıyla, şiiriyle... Çünkü sanat aslında yaşanan sosyal hayatın, toplumun bir çıktısıdır. İlk projeyi konularında uzman bir araştırma ve yazım ekibiyle ve de müzisyenlerle birlikte çalıştık. Önemli şahsiyetlerin satır aralarında kalmış gerçek hikâyelerini, her hikâyenin içinden taşan ezgilerle bezeyerek, 2016 yılında tiyatro sahnelerinde seyirciyle buluşturduk. Bu proje beğenilince 2017 yılında devamı niteliğinde olan ‘Kemal’ adlı müzikli anlatı ile de Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamını ve çocukluğundan ölümüne yaşamından önemli kesitleri, onu Atatürk yapan insanları ve olayları sahneye taşıdık. Son olarak gençlerin tükenmişlik ve de başka yerlere gitme hisleri beni de üzdüğü için ‘Dinle Çocuk!’ isimli yeni gösteri çıktı ortaya. Genç arkadaşım sahne de bugünün ruhunu pop rap şarkılarla anlatırken ben de elinde okuduğu kitap olarak, tarih kadın olarak sahnedeyim ve anlatıyorum. Aklındaki bütün soru işaretlerine geçmişten hikayelerle o anda canlı canlı cevap veriyorum. Böylece içleri boşaltılan vatan, ülke, cumhuriyet gibi kavramlar da kahramanların hikayelerini öğrendikçe daha bir anlam kazanıyor; dönüşüm, değişim başlıyor.
600’E YAKIN GÖNÜLLÜMÜZ VAR
Kurucusu olduğunuz Tohumluk Vakfı’nın temellerinde hangi hayaller ve hedefler var?
‘Orda Duruverseydi Zaman’ gösterimizi izlediğinizde göreceksiniz, ikinci bölüm sırf köy enstitülerine ait. Ne zaman ki bu konu da araştırmalara başladım, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Mustafa Necati, Mualla Eyüpoğlu gibi tüm kahramanlarla tanıştım, ben de dönüştüm. Fakat ben sanmıştım ki onları sahnede anlatmaya başlayınca çok büyük bir devinim yaratacak, hemen hareketleneceğiz. Evet, kimisi için harekete geçirici güç olabilirdi ama pek çoğu için bir sanat eseriydi. Beğendiler ama evlerine döndüklerinde bitti. Öyleyse önce benim öğrendiklerimi harekete geçirmem, uygulamam lazımdı. Bu konuda ne kadar samimi ne kadar inançlı olduğumu göstermek adına vakfımızın ilk adımlarını atmış oldum. Atatürk’ün bize neden köylere gidin, neden birbirinizi tanıyın dediğini anladığımda da kendimi bir köyde buldum. Bundan 3-4 sene önceydi, gönüllü bağışlarıyla bir köy okulu yapmaya başladık, bitmek üzere. Muazzam bir ekip olduk bu süreçte. Merkezimiz Ankara’da, şimdilerde 600’e yakın gönüllümüz var. Bursa’da İzmir’de Eskişehir’de Urfa’da İstanbul’da her yerde temsilcilerimiz ve komitelerimizle çalışmalar yapıyoruz.
TOHUMLUĞA AYRILMIŞ CUMHURİYET EVLATLARIYIZ
Tohumluk adının da özel bir anlamı olmalı?
Hepimiz hem gıdanın hem de insanın ata tohumunun peşine düştük. Adımız Tohumluk çünkü her birimiz birer tohumluğa ayrılmış Cumhuriyet evlatlarıyız. Amacımız sıhhatli tohumlar yetiştirmek ve nesiller boyunca ekmek. Eğitim, sanat, kültür, sosyal yardımlaşma, spor tarım, gıda, genç tohumluk komitelerimizi kurduk, konusunda uzman gönüllülerimiz harıl harıl çalışıyorlar. Yorulmuyor muyuz tabii ki yoruluyoruz. Ama gerçekten kolay kazanılmamış bu topraklar, bırakın bu toprakları neden günümüzde toprağın peşine düşüldüğünü doğru olduğunu anlarsak, o zaman hiçbir yere gitmeyip sahip çıkarız vatanımıza. “Tek bir şeye ihtiyacımız var, o da çalışkan olmak” Atatürk’ün dediği gibi. Çalışkan olursak başaramayacağımız şey yok.
Paylaş