‘Kendi kendini çalan’ sıra dışı bir müzisyen

CheChe-Gökçe Gürçay, uluslararası arenalarda kendi bedenini çalarak performans yapmaktan, ‘gelecek neslin müzik akademisi’ni tasarlama sürecine kadar uzanan bir kariyere sahip. Hep müziğin yaratım sürecindeki yeniliklerinin peşinde olduğunu söyleyen CheChe, başarısını kendi deyimiyle, ‘kalıplara aldırmamaya’ ve ‘müziğin pek bakılmayan dallarında meyveler aramaya’ borçlu.’

Haberin Devamı

‘Kendimi Çalıyorum’ adında tek kişilik komedi- müzikal gösterisi de olan Bursalı müzisyen Gökçe Gürçay ile söyleşimizde insan bedeni, insan ilişkisi ve karşılıklı yaratıcılığı odağına alan yeni müzik yaklaşımlarını ve çalışmalarını konuştuk. Beden perküsyonisti CheChe’nin hikayesi, yaptığın iş ne olursa olsun, başka ülkelerden davet alacak kadar işini iyi yapmak ve bu donanıma sahip olmak yönünde ilham veriyor.

‘Kendi kendini çalan’ sıra dışı bir müzisyen

Müzik kariyeriniz doğup büyüdüğünüz Bursa’dan başlıyor. Davul çaldığınız grupların ardından sizin deyiminizle ‘müziğin sistemin dayattığı biçimlerle sınırlı olmadığını’ nasıl keşfettiniz?
Bursa’da ortaokul zamanında bir arkadaşıma rock müzik dinlediğimi söylediğimde “rock çalınmadan anlaşılmaz” deyivermişti. İlk ateş orda yandı. Buradan bakınca “müziği anlamak için” başladığımı düşünüyorum. Şansım da vardı ki hep kendi bestelerini yapan gruplarda buldum kendimi. Bu da özgünlük ve yaratıcılık kanallarınızı hep taze tutmanızı sağlayan bir kondisyon kazandırıyor. Yapılmayanı yapmak, orda olmayanı duymak gibi.
Eskişehir’e üniversite okumaya gittiğimde de GEVENDE çıktı karşıma. Alışılmadık bestelerin yanında doğaçlamaya açık bir özgürlükler diyarı. Bir trompet solosunun, bir viyola melodisinin ya da bir davul atağının “anlam ve hissiyat” tarafına özen gösterince, parçamız şu kadar dakika olmalı, albümümüz şu dilde olmalı gibi klişeleri birer birer kırdığımızı keşfettik. GEVENDE ile hem doğuda hem batıda dünyayı dolaşınca da ufkumuz deneyimimiz insan algımız büyük dönüşüme uğradı.
Sizde nasıl bir dönüşüm yarattı bu süreç?
Ben antenlerimi müziğin yaratım sürecindeki yeniliklerine çevirdim. Bireysel bakış açılarını bir kenara bırakarak daha kolektif yaratım süreçlerine ulaşılabilir mi diye bir arayışa girdim. Antenler açık olunca da cevap geldi. 2008’de Soundpainting ve Beden Müziği ile nerdeyse aynı anda tanıştım.
GEVENDE olarak Paris’e davet edildik, bir soundpainting orkestrası ile ortak proje yaptık. Bir işaret dili ile dev orkestrayı yöneten bir şefe tabi olarak doğaçladık. Muhteşemdi. Kırk yıl düşünsem şunu şöyle çalacağım aklıma gelmezdi dediğiniz şeyleri yaparken buluyorsunuz kendinizi. Daha da enteresanı; şef, bunu sizin potansiyelinizi kullanarak o noktaya getiriyor. Soundpainting’i hayatımdan bir daha çıkarmam dedim. Benzer bir deneyimi de Tugay Başar ve KeKeÇa (Kendin Kendini Çal) ile yaşadım. Beden üzerinde müzik oluşturmanın yanında, hareket kalitesine de özen göstermek ve bunu bir kolektif sesler birliğine dönüştürmek beni daha ilk günde çarptı. Yaşam boyu öğrencisiyim dedim KeKeÇa’nın. Gelecek Neslin Müzik Akademisi “MANG”ın temelleri o yıl şekillendi aslında.

Haberin Devamı

HERKESİ EŞİTLEYEN BİR BEDEN EYLEMİ

Haberin Devamı

KeKeÇa’nın temelinde öncelik doğru harekette, ortaya çıkan ses ise bir sonuç. Konu bedenimiz de olunca yaşamın özeti gibi geldi bu yaklaşım? Ne dersiniz?
Ne güzel söylediniz, gerçekten de öyle. KeKeÇa Beden Perküsyonu’nun temel yaklaşımı sese-yol açan-hareket. Bedeninizi vurmalı bir çalgı olarak kullanmanın ötesinde bir şeyden bahsediyoruz aslında. Hareketin doğal akışında olması, zorlama değil, rahat kaslarla beden sesleri çıkarmanın peşinde olmak. Çıkan sonuç hem kulağa hem göze hitabeden bir sanat formu. Dans ile müziğin kesiştiği çok ilginç bir alan. Eğlendiren, öğreten, herkesi eşitleyen, aynı frekansa gelmenizi sağlayan başlı başına biricik bir beden eylemi.

Haberin Devamı

KEKEÇA AB PROJESİNDE

KeKeÇa atölyelerinde kimseyi aynılaştırmaya çalışmadan, her bedenin başka olduğunu bilerek, farklılıklardan bir birlik oluşturmaya çalışıyoruz. Plaza çalışanlarından işitme engellilere, çocuklardan Liverpool’daki huzurevi sakinlerine, profesörlerden mültecilere kadar geniş bir skalada, bedeni olan herkesle çalışıyoruz. Şu anda KeKeÇa bir AB projesinde, beden perküsyonunu Avrupa ülkelerindeki eğitim sistemlerine uygulama projesinde, ana ortaklarından biri.

‘Kendi kendini çalan’ sıra dışı bir müzisyen

PANDEMİDE 45 BİN ÇOCUĞA ULAŞTIM

Pandemi sürecinde online olarak çocuklarla müzikal bağlar kurdunuz. Özellikle çocuklarda beden odaklı müzik öğrenimi nasıl faydalar sağlıyor?
Çocuklar için beden perküsyonu, herhangi bir enstrümana ihtiyaç duymadan çocuğun beden-ritim-koordinasyon motor becerileri ve odaklanmayla ilgili faydalar sağlıyor. Tüm bunlar eğlenceli bir ortamda ve ses oyunları şeklinde gerçekleşiyor. Pandemide evde tıkılı kalan çocukların enerjilerini atmalarına da fayda sağladı. Pandemi başladığında kızımdan uzakta bir şehirde kapalı kaldım. Gittiği anaokulu online eğitime geçince, ben de kızımı göreyim diye online dünyaya adım attım. Çocuklara her gün ücretsiz beden perküsyonu derslerine başladım. Ufak bir sınıftan başlayan atölyeler, kulaktan kulağa önce Türkiye’de sonra Almanya, Hindistan, Yunanistan gibi başka ülke çocuklarına da hitap etmeye başladı. Bir keresinde zoomda bin 100 çocuğu görünce hem bedensel aktivitenin hem müzikli bir eğlencenin onlar için ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladım. Bu süreçte yaklaşık 45 bin çocuğa ulaştım. Çocukların tanıdığı ismimle “ÇeÇe ile Kendini Çal” böyle başladı.
ÇeÇe ismi nereden geliyor?
Yurtdışındaki projelerde “Gökçe” ismini çok zor telaffuz ediyorlardı, ben de ‘bana CheChe deyin’ dedim. Bizim grup içinde de öyle kaldı. Aslında bir yaşımdayken kendi ismimi söylemediğim için ÇeÇe deyişimden geliyor. Burgaz’daki yazlığımızda bütün mahalle beni yıllarca ÇeÇe diye çağırdı. Uluslararası kullanıma çok sonra açıldı (gülerek).

Haberin Devamı

‘Kendi kendini çalan’ sıra dışı bir müzisyen
GELECEK NESLİN MÜZİK AKADEMİSİ

MANG (Music Academy of Next Generation) okul projenizden bahsedelim mi biraz? Dijitalleşen dünyaya karşılık nasıl bir fark yaratıyorsunuz?
MANG yeni müzik üretim yaklaşımlarını bir araya getiren bir okul. Soundpainting ve Beden Müziği’ni temel alarak, yaratıcılığı ve beden üzerinden öğrenmeyi hedefliyor. İnsan bedeni, insan ilişkisi ve karşılıklı yaratıcılığı odağına alan bir yapı.
Akademi olarak incelersek, iki fakültesi var: Soundpainting ve KeKeÇa temelli Beden Müziği. Ayrıca interaktiviteyi deneyerek öğrendiğiniz Audience LAB (seyirci laboratuarı) var. Ve tüm bunları çocuklara da öğreten Çocuk Enstitüsü.
MANG, yaratım anını ve enstrümanını yeniden tanımlıyor ve yeni bir müzik fazı öngörüyor. Sadece müzik değil, dans, tiyatro ve sahne sanatları için de yenilikler barındırıyor. İsmindeki “Gelecek Nesil” vurgusu iki yere atıfta bulunuyor. İlki yapı gereği aktarımının nesilden nesile geçecek olması. İkincisi ise şu andaki dijitalleşme, hatta yapaylaşmanın modasının geçeceği zamanı hedeflemesi. Teknolojiyi dışlamayan ama insani ilişkiyi, göz kontağını, kollektif yaratıcılığı merkezine alan bir sanat okulu. MANG ismini 2018’deki Okullar Okulu Tasarım Bienali’ne katılırken aldı ama son 10 yıldır İtalya, Finlandiya, ABD, Fransa, Almanya, İsrail ve Türkiye’de etkinlikler yaptı. Pandemi ile birlikte online dünyaya da giriş yaptı.

Haberin Devamı

İNTERAKTİF VE YENİLİKÇİ BİR ÇOCUK TİYATROSU

Yakın zamanda Nilüfer Kent tiyatrosu için hem yazdığınız hem de oynadığınız bir çocuk oyununuz da bulunuyor. Aridu – Galaktik DJ, izleyenlere nasıl bir deneyim yaşatıyor?? 
ARİDU, çocuklara nitelikli bir tiyatro oyunu kazandırma düşüncesiyle yola çıktı. Oyunun tasarımcısı koreograf arkadaşım Bedirhan Dehmen’in davetiyle, bir araya getirdiği ekibi göz önüne alarak bir hikâye yazdım. Dramaturg Zerrin Yanıkkaya’nın yönlendirmeleriyle son şeklini aldı. Oyun, yıllar önce dünyadan uzaya gönderilen VOYAGER 2 Altın Plağını yanlışlıkla kıran sakar DJ ARİDU’nun dünyaya gelmesiyle başlıyor. Beden müziği, illüzyon, çağdaş dans ve soundpainting gibi performans sanatlarının bileşiminden oluşan, biraz sirki andıran yenilikçi bir performans. İnteraktif taraflarıyla çocukları hikâyenin bir parçası haline getiriyor. Temelinde ise farklılıkları, yaratıcılıkla sorun çözmeyi, sözsüz iletişimi ve arkadaşlığı ele alıyor. Uzay gemisinin adı da MANG.
      
BAZEN İŞ BAZEN MEKÂN ENTERESAN OLUYOR

‘Genç yaşta, MFÖ ile aynı kulisi paylaşınca müzikle dış dünyaya açılmanın büyüsüne kapıldım,’ demişsiniz. Sonrasında dünyaca ünlü isimlerle sahneler, dünyanın dört bir yanında ilginç performanslar geliyor. Zaman tünelinizde hızlı bir yolculuk yaşatsanız bize?
İlk aklıma gelen Marcus Miller. İstanbul Friends konseri için bizim Gevende stüdyosunda provalar alıyordu. Anadolu müziklerinden, aksak ritimlerden bahsederken bir anda enstrüman başında bulduk kendimizi. Saatlerce beraber çaldık. Başka bir isim büyük müzik kahramanım Bobby Mcferrin. KeKeÇa olarak İşSanat konserinde kendisine dizlerimizde bir usül çaldık, o da doğaçlama halinde benzersiz bir ezgi bulmuştu.

FRANSA’DA HAPİSHANELERİ DOLAŞTIK

Bazen yaptığım iş, bazen de işi yaptığım ortamlar çok enteresan olabiliyor. Mesela Fransa’da hapishaneleri dolaşarak atölyeler, interaktif performanslar yaptık. Eşim Ayşe ve müzisyen arkadaşlarımla, Fransa’nın en eski hapishanesinden, en kalabalık olanına kadar dolaştık. 2010’da 3 günlüğüne seyyar satıcıların şefiydim. Bir ISCMS konserinde seyyar satıcılar tanınmış müzisyenlerle aynı sahneye çıktılar ve onların çiçekçiii, bozacıı, bağırışları sahnede müziğe dönüştü. Ben seyyar satıcıların sahne amiriydim, “abla şimdi çık, o köşede dur, tüm gücünle haykır diyordum”.
Hürriyet Treni ile Türkiye’yi 3 kez dolaştım. Nerdeyse bütün tren istasyonlarında toplamda 10 bin çocukla beden perküsyonu atölyeleri yaptık. En son kuklalarla Mitolojik Hikayeler’in anlatıldığı bir projeye konuk sanatçı olarak katıldım. Davul çalarak sürekli partileyen Diyonisos’u canlandırıyorum. Muppet Show’a katılmak gibi, çok keyifli.

‘Kendi kendini çalan’ sıra dışı bir müzisyen

‘HAYDE’ SAHNESİNİ BANA EMANET ETTİ

Bir sinema filminin unutulmaz bir sahnesine olan katkınızdan bahsetmeden geçmeyelim isterseniz?
Sanırım Türk sinemasına tek katkım Av Mevsimi filmindeki “HAYDE” sahnesi oldu. O sıralar Semaver Kumpanya oyuncularından kurulu bir perküsyon grubu çalıştırıyordum. Sahne üstünden interaktif bir gösteri yaptık, ona da Yavuz Turgul geldi. Bir yıl sonra telefonum çaldı, Yavuz Hoca “HAYDE” sahnesinden bahsetti. Ses ve hareket tasarımını bana emanet etti. Çok heyecanlandım ama prodüksiyon toplantısında bana döndü dedi ki “yapmacık olursa kesinlikle koymam filme”. Doğal olması için çok detaylı ince ince düşündük sahneyi. Tüm oyuncuları çalıştırırken kendini belli etti, sahne çekilirken de gerçekten eğlendiler. Yavuz Hoca’nın bu sahne için bir Kazım Koyuncu şarkısı seçmesi ve Cem Yılmaz’ın muhteşem enerjisi ile birleşince gerçekten iyi bir sonuç çıktı. Sahnenin sırlarını açık etmemek için 10 yıl sakladılar beni, artık yeni yeni bahsediyorum.

Yazarın Tüm Yazıları