Paylaş
İlk andan itibaren takip ettiğim bu üzücü olayın detaylarını soğukkanlılıkla dinlemeye çalışırken, yaşam azmine de hayran bırakan Avukat Bayam, söyleşimizde kararın tam bir yıl sonra 14 Nisan’da görülecek davada açıklanacağını ifade ederken, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili görüşlerini de belirtmeyi ihmal etmedi.
Yaşadıklarınızı anlatmaya nasıl karar verdiniz?
Öncelikle dosyanın mahkemenin heyeti tarafından, sadece içindeki bilgiler ve belgelerle değerlendirilmesini istiyorum, hukuk adına doğrusu da budur. Ama sustukça beni vuran Şükrü, bana ve yakınımdakilere cezaevinden mektup yazmaya devam etti. En son, kapıcılık yaptığı siteden birine, ablam da dâhil 6-7 (belki de daha fazla) kişiye yazdığı mektupları dağıtması için iletmiş. Ablam panikle haber verince, önce içeriği korkunç olan mektubu okudum sonrasında direkt mektubu dağıtan adamı arayarak, dağıtma sebebini sordum. Yaptığı çok normalmiş gibi cevaplar verdi. Sonra düşündüm, insanlar bir başkasının ne yaşadığını anlamaktan uzak oldukları gibi bu konuya ilişkin eylemlerinin ne zarar vereceğini de bilmiyorlar. Ben de suçluyum, hiç anlatmadım! Zaten vurulmamla bir travma yaşayan ablamın, mektupla da psikolojik şiddete maruz kalmasına sebebiyet verdim. Bu yüzden size konuşmaya karar verdim.
Vurulma olayı yaşanmadan önce nasıl bir süreç yaşamıştınız?
Hatun, yaklaşık 16 yıldır tanıdığım, yanımızda çalışan, köyde okutulmamış ama Bursa’da yaşasaydı belki benim yerimde oturacak, zeki, evimdeki kitapların en az yarısını okumuş bir kadın. Belki yıllardır eşinden şikâyeti vardı bilmiyorum. Eşi Şükrü son zamanlarda boşanmak istediğini yoksa eve kuma getireceğini söyleyince, Hatun da artık dayanamayacağını dile getirmeye başlamıştı. Şükrü’nün bende genel vekâleti zaten vardı. Ofise geldi, anlaşmalı bir protokol hazırladım ve teknik nedenle ofisimde çalışan bir avukata da vekâletini verdirdim. Her ikisine de sakin olmalarını telkin ettim. Hatun evden ayrılmak istediğini belirtince, hemen bir ev tutmamasını, annemin evinde kalabileceğini söyledim. Eşyalarını da Şükrü taşıdı. Ama sonra Hatun ile yeniden barışmaya çalıştı. Pandeminin ilk günlerinde ikimizin de kanser geçmişi var, gidiş gelişler problem olur diye, Hatun yaklaşık 3 hafta bizde kaldı. 1 Nisan’da karısına, yine mesajlarla küfür, hakaret etmiş. Ağabeyini arayıp, özür dilemesi gerektiğini anlattım. Arkasından yine bana, “lütfen son görevini hakkaniyetli yap, bizim birleşmemiz imkânsız” yazan mesajlar atmaya başladı. Zaten mahkemelerin kapatıldığı, sürecin belirsiz olduğu bir dönemdi. Bu konuda ay sonunu beklemeyi uygun gördüm.
ELİMİ KALDIRMAM KALBİMİ KORUDU
Olayın yaşandığı 14 Nisan gününe geri dönersek?
Pandemi döneminde evden çalışıyordum. Kızımla eşi de evin en alt katında spor yapıyorlardı. Evimiz müstakil, bahçeden mutfağa giriş kapımız var. Yemek konusunda konuşurken, telefonu çaldı. Şükrü’nün aradığını söyleyince, açmayacağını söyledi. 14.55 civarıydı. Hemen arkasından bir daha aradı, muhtemel 14.56 civarında mutfağın kapısında gördüm. Kapıyı çalmasını beklerken, kapıyı hızlıca iterek palas pandıras içeri girdi. Mutfak tezgâhının köşesinde duruyordum. Dışarı çıkmasını söyledim ve göğüs hizasından elimle işaret ettim. Çıkacağım derken, elini beline götürünce aklıma silah geldi, öyle kaldım. İlk kurşunu bana sıktığında, elimin o hareketi kalbimi korudu. Kolumu koruma refleksi ile vücuduma (yani kalbimin üzerine ) doğru çekince, ikinci kurşun kolumu parçaladı yine kalbimi korudu. Sonra 3’üncü kurşunu, mutfağın arka sol tarafında lavabo başından salon kapısına doğru kaçma refleksi gösterirken, yaklaşık 1 metre sağ yanımda olan Hatun’un kafasına sıktı. Onun yere düştüğünü görünce öldürdüğünü düşünmüş olmalı, silahı tekrar bana çevirdi, önce sağ bacak, sonra batın bölgesinden birkaç kez en son sol kolumdan vurdu. Ben de bu arada mermileri sayıyordum, 4, 5, 6, 7, 8...
ÇOCUKLARI DÜŞÜNÜP BAĞIRMADIM
O an ilk ne düşündünüz?
Çok şey aslında; silahın şarjöründe kaç merminin olduğunu düşündüm. Yere düşmedim, hiçbir çığlığım da yoktur; çocuklar gelmesin, onlara bir şey olmasın diye düşünüyordum çünkü. Yere düştüğümde söylediğim şey, “Allah’ım ne olur bitmiş olsun ve gitsin.” Gözlerimi kapadım. Öldüğümü zannetmiş olmalı, şarjörü de boşalttığı için gitmiş. Sonra Hatun’un dışarı çıkıp bağırdığını duyunca, ölmediğini anlayıp rahatladım. İçeri girip çığlık atmaya başlayınca, hemen ambulansı ve jandarmayı aramasını, çocukları çağırmasını söyledim. Ambulansı arama saati 14.58, yani içeri girip kurşunları sıkması bir dakika bile sürmemiş. Hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi gibi, sonradan bu kadar şeyi düşünmeme şaşırdım. Bir de hatırladıkça gülüyorum, “Cüneyt Arkın’ın yıkılmayan adam filmi ile dalga geçerdin ayakta ölen adam diye, sen de ayakta öleceksin” diye düşünmüştüm.
KIZIMIN ÇIĞLIKLARINI UNUTAMAM
Size ilk müdahale nasıl oldu?
Kızım ve eşi, zaten kurşun seslerini duymuşlar yukarı çıkıyorlarmış. Ömrümün sonuna kadar unutmayacağım, hiç kulağımdan gitmeyecek şey ise, kızımın beni gördüğündeki çığlıklarıydı. Beril’e, “Ben iyi olacağım,” dedim, şoktaydı. Bana ilk yardımı Tevfik yaptı. Kısa süre içerisinde eşim, oğlum; bir yandan da komşularımız, arkadaşlarımız geldi. Gelenin gözlerine bakıyordum çaresiz mi bakıyorlar diye. Endişeli olduklarını görünce, öleceğimi değil, benim gibi ne yapacaklarını bilemediklerini düşündüm.
Ambulansla hastaneye gidiş süreci ne kadar sürdü?
Ambulansın gelmesi hastaneye gitme sürem bir saat. Ben kapıda doktorları görünce, “Hiç iyi değilim dedim”, sonrasını hatırlamıyorum. Aslında hayati fonksiyonum yokmuş, her şeye hazırlıklı olun demişler. Ama ben çocuklar, eşim, sevenlerim için hayata tutundum. O korkunç olayı ben yaşasam da travmayı onların atlatması çok zor biliyordum, yaşamam kolaylaştırırdı. Beni ambulansa taşıdıklarında bile, kapıyı kapatın kediler kaçmasın demişim. Ama neden? Düşünün birisi sizin kutsal gördüğünüz alana giriyor ve her şeyi değiştireceğim diyor. Bunu söylerken eve geleceğim, kedilerim de olacak duygusuyla söylüyordum, yani hiçbir şeyi kaybetmek istemedim.
SONGÜL YALÇIN’IN AİLESİNİ ARADIM
Hastanede gözünüzü açtığınızda aklınıza ilk ne geldi?
İlk kendime geldiğimde davasını takip ettiğim, düğününden bir gün önce nişanlısı tarafından öldürülen Songül Yalçın’ın babasını aradım, “Ben iyiyim, Songül için hukukun gereğini yapacağım, merak etmeyin,” dedim. Uzun bir tedavi sürecim oldu, ayakta platinim, elimde tel var. 3 ay yataktaydım. Ama, 17 Haziran’da çok zor koşullarda, tekerlekli sandalye ile davama gittim. Songül’ün katili müebbet hapis cezası aldı. Ancak sanık tarafından istinaf edildi, devam ediyor.
KARAR 14 NİSAN’DA ÇIKACAK
Geldiğimiz süreçte sizin davanızda son durum nedir?
Şükrü, ambulansın gelme sürecinde bir daha arıyor, komşumuz açıyor. Tutanaklarda da var zaten, jandarmaya oğlunu vurmaya gittiğini söylüyor. Yakalanmasa ne olacaktı bilemem ama sonuçta 12 kurşunu var, 8’ini şarjöre dolduruyor, 4’ü ise cebinde ayırıyor. İlk duruşmamız Kasım 2020’deydi, canım acısa da zor olsa da dümdüz yürüyerek gittim. Vurulduğumuz tarihten bir yıl sonra, yani 14 Nisan’da mahkeme var, karar çıkacak. Bu süreçte cezaevinden tarafıma bir kısmı görüldü damgasıyla, bir kısmı da yasal olmayan şekilde mektuplar geldi. “Cezaevinden çıkmamı sağlarsan, saçının bir teline zarar gelmez” yazıyor. Ama tersi yazmıyor! Boşanma davası geçen hafta tamamlanan eski eşine yazdığı mektupta ise nasıl bir ifade vermesi gerektiğini yazmış. Herkesin adil yargılanma hakkı vardır. Kendi adıma CMK’dan görevlendirilmiş, davanın seyri için çalışan bütün avukatlara teşekkür ettim. Ancak hukukta savunma hakkına kutsallığına inanmakla, doğru olmayan savunmanın adil olmayan bir sonuç getirmesine inanmak arasında çok büyük bir fark var. Şükrü savunmasında, vicdan azabı çekelim diye, bizim yanımızda intihar etmeye geldiğini ve boğuşurken vurulduğumuzu iddia ediyor. Karşımda daha az ceza almak için ne yapması gerektiğini bilen biri var. Mucize eseri ölmememiz, amacını değiştirmiyor.
AVUKAT OLDUĞUM İÇİN YAPTI
Uğradığınız silahlı saldırı sonucunda, bir yanda kadın diğer yanda avukat olarak neler söylemek istersiniz?
Ben bir nisan ayı istatistiğiyim. Ama ne istatistiğiyim? Hatun’u eşi olduğu için nitelikli halden öldürmeye teşebbüs etti. Bana eylemi avukat olduğum için mi insan olduğum için mi yaptı? Kararı mahkeme verecek. Ancak, attığı mesajlarını da gözettiğimde beni bir avukat olduğum için öldürmeye teşebbüs ettiğine inanıyorum. Konuşmadıkça, bu noktada kendinizi anlatmakla ilgili sıkıntılar oluyor maalesef. Ama ben yaşadığımı biliyorum. Biri bana, “Şükrü seni vurur mu?” diye sorsaydı, “Ona hiçbir şey yapmadım ki” derdim. Oysa her durumda buna hakkı yok, yapamaz. Herkes, “bir psikopat” diyor, hayır, ben öyle demek istemiyorum. Çünkü birine öyle derseniz, evinize silahla gelip basması da normalleşiyor. Burada asıl mesele Şükrü’nün ne kadar ceza alacağı değil bu cezanın nasıl bir mesaj vereceğidir.
SEVGİYİ VE KONUŞMAYI UNUTTUK
Şiddete karşı çözüm noktasında sizin gözlemleriniz neler, önerileriniz oldu mu?
Beni arayan, elini taşın altına koyabilecek tüm üst düzey makamdakilere, gruplara, herkese aynı şeyi söyledim; nisan ayı istatistiği, avukat, kadın ya da erkek olmak istemiyorum, insan olmak istiyorum. En büyük eksiklik eğitim. Şiddetin iletişim aracı olmadığını öğretmemiz gerekiyor. Sevgiyi ve konuşmayı unutan bir toplum olduk. İnsan olma değerlerini kaybettik. Eğitim, ıslah, ortak çalıştaylar, artık nasıl bir çalışma yapılacaksa, ben bu kaybın tamamlanması noktasında bir görevim var mı noktasındayım. Biz artık görmemek için kafamızı çeviriyoruz. Benim anlatmamam da böyle gelmeye başladı bana. Avukat olarak bunu daha üst düzeyde konuşabilseydim, o zaman gencecik meslektaşım öldürülür müydü, diye düşünmeye başladım.
SÖZLEŞMENİN FAYDASI UYGULANIRSA GÖRÜLÜR
İstanbul Sözleşmesi’nin feshi konusunda düşünceleriniz nedir?
İmzalanan bir sözleşmenin faydaları, ancak o sözleşme uygulanırsa görülebilir. Türkiye›de kadına şiddet ve kadın hakları konularında yapılan çalışmalarda, “İstanbul Sözleşmesi”nin uygulanmıyor olmasına yönelik eleştiriler ön plandadır ve kadına yönelik şiddet olaylarının günden güne artması sebebiyle, uygulanmasının zorunlu olduğu vurgulanır. Var olan sözleşmenin uygulanmasıyla olumlu sonuçlar alınabilir. Bu sebeple yeni bir sözleşmenin hazırlanmasının gerektiğini düşünmüyorum. Fakat bu gerekli görülüyorsa ve konunun uzmanları tarafından yenisi düzenlenmeden hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekle; kadına şiddet, şiddeti uygulayanlar tarafından olağan bir hak olarak görülecek ve maalesef üzücü haberlerin sayısı artarak devam edecektir düşüncesindeyim. Kısaca, “İstanbul sözleşmesi yaşatır”, “İstanbul sözleşmesi uygulansın.”
Paylaş