Paylaş
- Yapabilirsin kitabı sizin hikâyenizle başlıyor. Bu nedenle önce sizin genlerini aldığınızı söylediğiniz ailenizden başlamak istiyorum.
Ben, annemden tutku, anneannemden sonsuz iyimserlik ve teyzemden aldığım cesaret geni ile yola çıktım. Bavulumda idealistlik, inatçılık, sabır gibi babamdan aldığım genler de vardı. İki türlü insan vardır; acıdan beslenen, sevgiden beslenen. Ben sevgiden beslenmeyi tercih ettim. “Ne kadar çok sevgiden beslenirseniz, eylemleriniz de o kadar korkusuz ve özgür olacaktır,” demiş Dalai Lama. Ben her yıl takdirname alan bir öğrenci olmama rağmen sık sık da disiplin kurulunu ziyaret eden bir öğrenciydim. Onlara göre otoriteye olan başkaldırışım, bana göre haksızlıklara karşıydı.
- Cesaret genini aldığınız teyzeniz neden idolünüz oldu?
Teyzem Gülen Tunguz, ailemizin aktivistiydi. Türkiye’de kadın haklarının kazanımında büyük etkisi olan İlerici Kadınlar Derneği’nin kurucularındandır. Teyzem 12 Eylül Askeri darbesinden sonra iki buçuk yıl Mamak Cezaevi’nde kaldı. O tutuklandığında 14 yaşındaydım ve çocuk aklımla bir insan eşitliği savunduğu için neden tutuklanır diye hep sorguladım. Görüş günlerini sabırsızlıkla beklerdim, birbirimize mektuplar yazardık. Teyzemi hayatı boyunca ne mutsuz gördüm ne de umutsuz. Ben ve kardeşim içimizi acıtan olaylara onun gözüyle bakmayı öğrendik. O günden itibaren mizah, ailemizin kötü günlerinde sarıldığı en temel kurtarıcı oldu.
- Tutkunuzu anneniz, idealistliğinizi babanızla anlatıyorsunuz?
Benim ikinci bir kurtarıcım daha vardı; bol bol hayal kurmak. Orta halli bir memur aileden geliyorum. Annem Sanat Galerisi yöneticisi, babam idealist bir öğretim üyesiydi. İstanbul’a gideceğim, gazeteci olacağım diye tutturduğumda beni kuvvetle destekleyen annemdi. Babam “Peki git ama bir aya kalmaz dönersin” demişti. 23 yıldır İstanbul’da yaşıyorum. Picasso “Hayal ettiğiniz her şey gerçektir,” boşuna dememiş. Hayalin peşinden gitmek mi? Kaderine razı olmak mı? Kolay olan var olana boyun eğmektir. Zor olan ise ikinci seçenek. Çünkü hayalinin peşinden gitmek; onu gerçekleştirmek için ciddi çaba harcamak, emek koymak, çoğunlukla da bedel ödemek demektir. Kolayı seçen tembelliği seçer ve dayatılan korkuyu.
- Siz de zor olanı seçtiniz. Ya anneanneniz, onun hayatınızda nasıl bir yeri var?
“Korku ile yaşayan hayatı seyreder, hayatı yaşayamaz” derdi anneannem. Ailemizin en yürekli kadını, kahramanımdı. Lozan mübadiliydi, hayatı doğduğu toprakları özleyerek geçti. İnsanı yaşı değil yaşadıkları büyütürmüş. Büyük aşkla evlendiği dedem 42 yaşında kalp krizinden vefat ettiğinde annem 12 yaşındaymış. Anneannem üzüm bağlarını satarak, 7 çocuğunu da üniversitede okutmuş. Sonsuz bir iyimserliği vardı. Onu sadece dedem ve Atatürk’le ilgili hikâyeler ağlatırdı. “10 Kasım sabahıydı. İlk çocuğumu doğururken haber geldi. Ağladım. Sevinemedim oğlum oldu,” diye anlatmıştı bir keresinde. 99 yaşında kaybettik. Geçen yıl ziyaretine gittiğimde gördüm ki, kıpkırmızı bir kuşburnu ağacı çıkmış başucunda. Kırmızı kırmızı yemişler vermiş. Şaşkınlıkla attım ağzıma. Buruk ve tatlıydı. Anneannemin gittiği günden beri içimde bıraktığı tattı. “Ah anneanne dedim burada da boş durmamışsın. Hayat vermeye devam ediyorsun.”
ACIYI CESARETE DÖNÜŞTÜRDÜM
- Hayatınızdaki ilk kırılma noktası neydi diye sorsam?
Tabular, hak, haksızlık sevgi, acı bu kavramları sorgulayacağım ilk yer yalnız başıma geldiğim İstanbul değil, dünyanın öteki ucundaki bir mülteci kampı oldu. Yıl 1997. Hürriyet gazetesinde henüz 3 yıllık muhabirken, kendi isteğimle Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliğinde, Afrika’da devasa bir çölün ortasında bulunan, dünyanın en büyük mülteci kamplarından Kakuma’da buldum kendimi. Kampta savaştan kaçmış çoğu kadın ve çocuk mültecilerin yaşama tutulması için, 32 gün boyunca gönüllü çalışan 13 gençten biriydim. Hayatımın ilk kırılma noktasıydı. İnsanın ne kadar vahşi, ne kadar savunmasız, ne kadar kırılgan olabileceğini gördüm. Hiç unutmuyorum, yaşı henüz 20 bile değildi ama kızı Latifa’yla üstü başı paramparça kampa ulaşan bir anne vardı. Yollarda yaşadığı dehşetle, kızına bir şey olacak diye kucağından hiç indirmiyordu. Kurduğumuz sıcak iletişim sonrası bir gün kucağımda kızını severken ağlayarak, “Al götür onu, senin kızın olsun. Latifa’nın hayatı kurtulsun,” dedi. Canını, en sevdiği varlığını bir daha hiç görmemek üzere çok az tanıdığın bir kadının kollarını vermek… İçimdeki acıyı, çaresizliğimi tarif etmem mümkün değil. Kolumda hissettiğim gözyaşlarımın sızısı, içimde sonsuza kadar düğümlendi. 32 gün sonra farklı bir Tuluhan olarak eve dönmüştüm.
- Bu deneyim neler kazandırdı size?
Bu deneyim yıllar sonra kendi ülkemde, bu kez mesleğimin kırılma noktasında bana kendini hatırlattı. Yaşadığım acıyı cesarete dönüştürmemde yardımcı oldu. O da “Yapabilirsin” kitabının ortaya çıkış sebebidir. Yaşadığım kırılmaların artçılarını atlattıkça, içimdeki gökyüzü aydınlanmaya başladı. Fark ettim ki adımın, Tuluhan’ın anlamı “güneşin doğuşu” içimde gerçekleşiyordu. İçimde doğan güneş sadece beni değil tüm kadınları aydınlatsın istedim. Dışarıda aramak yerine, en derinimizde sakladığımız özümüzü çıkardığımızda, mucize dediğimiz şey gerçek oluyor. Yeter ki inanalım ve adım atalım. Ben bir şeyi daha inanıyorum, umudun kadınlardan doğacağına…
Her yaşımda yeni boyutlar kazanarak sorgulamaya devam ediyorum; Hayat veren, doğanın belirleyicisi kadınlarken, dünyada neden erkekler egemen? Kadınlar olarak sadece bu dünyanın eşit yurttaşları olmak istiyoruz. Bu kadar! Bundan daha haklı, daha anlaşılır, daha köklü hangi mücadele var bu dünyada? Bu yüzden ben doğan her kız çocuğunun, annesinin, anneannesinin yaşam mücadelesi geniyle geldiğini düşünüyorum hayata.
DEĞİŞİMİN KENDİSİ OLDULAR
- Yapabilirsin kitabında yer alan kadınları nasıl seçtiniz?
Kitap yalnızlık işidir, belgesel ekip işi. Bu kitabın arkasında yapabilirsin belgeselimiz var. Kadın; gücüyle cesareti ile konuşulsun, üzerine yapışan mağduriyete algısıyla değil. Kara perdeyi kaldırmak, değişimin kendisi olan kadınları bulmak için kilometrelerce yol kat ettim. Kars’tan Germiyan’a, Mersin’den Adıyaman’a, Tunceli’den Ankara’ya, İstanbul’dan Hatay’a, değişimin kendisi olan kadınları arayıp buldum. Yapamazsın dediğini yapan, tabuları yıkan dokuz kadınla, var olmasını istedikleri hayatı yaşamak için adım attıkları yerde, memleketlerinde konuştum. Cesaret iyimserlikle buluşunca yolculuk su gibi aktı. Güzel Anadolu’da bizlere kapısını açan tüm dostlara ve cesaretin kendisi olan 9 kadın; Gülsüm Kav, Altın Mimir, Ümmiye Koçak, Berna Şen, Nuran Erden, Nazmiye Muslu Muratlı, Nuran Özyılmaz, Ece Apaydın ve Aslı Elif Tanuğur’a gönülden teşekkür ederim.
- Bu kadınlar hangi özellikleriyle ön plana çıkıyorlar?
Onlar herkesten daha çok çalışmışlar ve sabır etmişler. Düşseler de tekrar denemekten vazgeçmiyorlar. Geçmişleriyle kavga değil, geçmişleriyle barışarak yol aldılar. Sadece kendi hayatlarında değil, çevrelerinde de devrim yarattılar. Görmek istedikleri değişimin kendisi olan bu kadınların sayısı dokuz değil, milyonlar aslında. Aslında her kadın savaşçıdır. Henüz fark etmediyseniz, en yakınınızdakileri gözlemlemeye başlayın. Çünkü size bunu yine bir kadın fark ettirecektir. Okuyucuların içinde hangisinin ışığı parlayacak ben de merak ediyorum.
MOTİVASYON KİTABINA DÖNÜŞTÜ
- Kendi hikâyenizde neyi keşfettiniz?
Bu kitabı yazarken kendi içimde bir yolculuğa çıktım ve şunu fark ettim; bu yolculukta her insan umudu, sevgiyi, kabul edilmeyi, onay görmeyi, her şeyi başkalarında arıyor. Oysa her birimizin içinde bize geçen bir cesaret geni var. İçimize döndüğümüzde ve özümüzü keşfettiğimizde bambaşka bir insan oluyoruz. Özümüz bize şunu söylüyor; dünya niyet ettiğimiz şeyle ilgili bizi kırabilir, bizi üzebilir, dünya bize vazgeç diyebilir. Ama özümüzde bir şey fısıldar; vazgeçme! Ben de kendimden yola çıkarak belgeseli neden çektiğimi anlatıyorum. Çünkü hepimizin umuda ihtiyacı olan bir dönemde kendimin de kalkmak için dibe vurması lazımdı zannediyorum. Bu kitap beni de ayağa kaldırdı, birçok insanı ayağa kaldıracağına da eminim. Karanlığa karşı hepimizin bir bahanesi var. Bir mum yakmayı tercih ettim ve o mumla hepimiz ısınacağız. Her zaman o ufak hareketler toplumsal dönüşümleri yaratırlar. Bu kitabında böyle bir etkisi olsun, cesaret hareketi oluşsun isterim.
- Daha ilk haftasında kitabınız tükendi. Okuyucularınızın yorumları nasıl?
Bu kitap kişisel gelişim, motivasyon kitabına dönüştü. Yazdıktan sonra fark ettim çok katmanlı, çok alt fikri, mesajları var. Sosyal medyadan her gün, “Umudumu tekrar kazandım, aslında çok da zor değilmiş, bu kitap bana bir yol açtı,” diyen sosyal 100-150 arası mesaj alıyorum. Kitabımın etki yaratacağını biliyordum ama bu kadar hızlı sahiplenileceğini bilmiyordum. En güzeli erkeklerden de gelen mesajlar olması. Çok fazla genç var; yeni işe başlamış, işsiz ya da çaresiz gençler. Onlar için de belgesel yapmaya karar verdim. Bundan sonraki projemde gençler olacak. Biliyor musunuz? Belgeselciliğin en zor yanı sahada çalışmak değil, sponsor bulmaktır. İnsanlığa faydayı önemseyerek, belgesellerimize destek olmayı seçen iş dünyasına da ayrıca teşekkür ediyorum.
Fotoğraflar: Cihan Atasever
Paylaş