Paylaş
Yazıcıoğlu, 2000’li yıllarda Kore Hükümeti’nin davetiyle yeniden gittiği Güney Kore heyecanını da satırlarında hissettirirken, Dr. İrgil de aynı dönemlerde bulunduğu, diğer cephe olan Kuzey Kore’ye ait gözlemlerini merak edenler için anlatıyor.
Tanışmanız ve kitabınızın yazılış öyküsü nasıl başladı?
Ceyhun İrgil: Kore Savaşı muharip gazisi Sayın Necdet Yazıcıoğlu ile 2019 yılı 29 Ekim günü Cumhuriyet Bayramı vesilesi ile tanıştık. Eski Bursa ve Kore anılarını anlatıyordu. “Neden bunları yazmıyorsun?” diye sordum ve bu kitabın büyük bölümünü oluşturan anıları böylece oluştu. 1930-60 arası Bursa manzarasının ve Kore Savaşı’nın ilk elden tanıklığının tarihe not düşürmesinin değerli bir tarihi belge olacağını düşündüm. Öteden beri sübjektif de olsa herkesin anıları yazması gerektiğine inanıyorum. Anılarda yanılgı, yanlış anımsama ve öznel bakış açısı her zaman vardır. Bu gerçeğe karşın Yazıcıoğlu’nun anılarında birkaç tarih düzeltmesi dışında orijinal metne sadık kaldım. Kitapta ayrıca Türk Otomotiv Sanayi’nin de ilk yerli otomobil maceralarını Yazıcıoğlu’ndan bir teknisyen gözünde okuyacaksınız.
Necdet Yazıcıoğlu: Bursa’da arkadaşım Fazıl, Nilüfer Belediye Başkanı tarafından düzenlenen törene davet edildiğimi bildirdi, bu büyük fırsattı. Özellikle doğduğum şehri, çocukluğumun geçtiği mahallemi ve eğer varsa arkadaşlarımı, çocukluğumun geçtiği evi görmek istiyordum. Birçok Cumhuriyet Bayramı etkinliğine katıldım, uzun zamandır bu kadar kapsamlı bir bayram kutlamamıştım. Bu seyahatim sırasında hatıralarımı kitap haline getirmeye karar verdik. 80 yıllık yaşamıma dair anılarımı; tarihe not düşmek, yeni nesillere geçmişteki Bursa’yı, Türkiye’yi ve Kore savaşında yaşananları bir nebze olsun kendi gözümden gördüğümden aktarmak için yazdım. Bir satırı bile esin kaynağı olursa ömrü hayatımın tüm çabaları kadar değerli olacaktır.
ÇOCUKLUĞUMA DÖNDÜM
Necdet Bey, yıllar sonra Bursa ziyaretinizde nasıl duygular yaşadınız?
N. Yazıcıoğlu: Dr. Ceyhun İrgil, bizi Bursa’daki bazı kültür çalışmalarını ve müzelerini gezdirmek üzere davet etmişti. Evet, hayatım boyunca asla unutamayacağım bir gündü. Öncelikle kendisinin de müze kurucularından biri olduğu Bursa Kent Müzesi’ne götürdü. Çocukluğumdaki sahaflar, kalaycılar, bakırcılar, yemeniciler çarşısı, bir binanın alt katında aynen canlandırılmıştı. İşte 10-15 yaşlarımda Ulu Cami’nin arka tarafında bulunan bu dükkânları gezerken, geçmişi bugüne taşıyan ve bana çocukluğumu yaşatan Dr.İrgil’in elini sıkarak tebrik etmekten kendimi alamadım.
Satırlarınıza bugünün manzarasının hayal kırıklığı da yansımış?
N. Yazıcıoğlu: Yarım asır sonra çocukluğumun Bursa’sında tekrar hatıralarımı yaşamak için eski mahallemiz ve çarşıya gezerken o işi Bursa’nın talan edildiğini görmek… Özellikle Tophane tepesinden bakılınca kentin içine hançer gibi saplanmış TOKİ binaları canımı çok acıttı. Bursa ve Bursalılar böylesi inşaat ve kent yağmalarını hak etmiyor. Tarihi ve doğal dokunun son yıllarda talan edilmesi geleceği aktarılacak bir şey bırakmıyor. Bu yıkım ve betonlaşma ile hatıralarımız, öykülerimiz yok olup gidiyor. Umarım genç nesiller bu gidişata “dur” derler, Cumhuriyet’in kuruluşundaki o idealist kadroların Kuvayi Milliye’nin ruhunu tekrar keşfederler.
AİLEME DESTEK İÇİN GÖNÜLLÜ OLDUM
Kitapta ayrıntılı yer alan çocukluk anılarınızla birlikte, asker oluşunuz ve Kore Savaşı’na gönüllü olarak katılma sebebinizi kısaca dinlemek isteriz?
N. Yazıcıoğlu: Ailemin 1924’te Selanik’ten Bursa’ya mübadele ile göç etmesiyle, varlıktan yokluğa düşen babam Merinos fabrikasının inşaatında da çalışmış bir işçiydi. Çocukluğum Muradiye ve Demirkapı’da geçti. Yaşadığım sürece çocukluğumun en güzel hatırası, Merinos Fabrikası’nı açmak için Bursa’ya gelen Atatürk’ü, ilkokuldayken elimizde bayraklarla karşılamamız ve bize verdiği selam oldu. 2.Dünya Savaşı yıllarının yoksulluğunu hep yaşadık. Ağabeyim 20 yaşında, Çanakkale Gelibolu’da şehit düşünce, 13-14 yaşlarımda ben de geleceği düşünmeye başlamıştım. Okurken de çalışıyordum. 1942 yılında Tophane Meslek Lisesi’nde okurken Milli Savunma Bakanlığı’ndan orduya öğrenci talep eden bir yazı gelmişti. Beni en çok verecekleri aylık sevindirmişti. Olumlu karar geldiğinde, peşin olarak verdikleri aylığı anneme vermek için Tophane’den Demirkapı’ya hiç durmadan koştuğumu hatırlıyorum. Okulu bitirip astsubay olarak göreve başladığımda, 1950 yılında Kore Savaşı da başlamıştı. 1952 yılında Kore Savaşı’na gönüllü olarak gitme kararımı da yine aileme destek olmak için vermiştim.
ACILARI UNUTMAK İSTEDİM
En şiddetli cephelerde savaştığınız Kore Savaşı’ndan 58 yıl sonra, Kore’ye ilk davet edildiğinizde neler hissettiniz?
N. Yazıcıoğlu: Kore’de en şiddetli geçen Vegas Savaşları cephesinde de bulunmuştum. Acı çeken insanları, genç, yaşlı, ölenleri hiçbir zaman unutmadım. 2008 yılı ve 2011 tarihlerinde Kore Hükümeti’nden davet aldığımda, bizleri hiçbir zaman unutmayan Kore halkı ile beraber olma şansı vermelerine çok sevindim. Korelilerin “Kurtuluş Savaşı” dedikleri savaşa fiilen katılan birlikler arasında, en şiddetli çatışmalara giren Türk Tugayı’nın ayrı bir yer vardı. İlk davetimde mutlu ve gelişmiş bir Kore görmek bana iyi geleceğini düşündüm. Geçmiş acıları unutup, içimde yaşadığım ve 50 yıldır yanıtlayamadığım, “Bu savaş gerekli miydi? Biz neden savaştık?” sorularına cevap bulacaktım. Sonuç olarak, öldük, öldürdük, yaralandık, psikolojilerimiz bozuldu. Bir yaşam boyunca savaşın izlerini ve etkilerini hissettik… Ama bugün yaşını almış bir emekli asker olarak, siyasi nedenlerle bizi savaşa gönderen o dönemin yöneticilerini artık bu acılardan sorumlu buluyorum.
KORE’DE ANKARA İLKOKULU
Güney Kore halkının Türkleri sevmesinin sebebi aslında Seul Müzesi’nde öğrendikleriydi. Kore’de Türk tugayı özellikle “çocukları koruyan askerler” olarak isim yapmışlardı. Benim bölüğümde de bir evvelki tugaydan bize kalan ailesini kaybetmiş 7 yaşlarında bir erkek çocuğunu tabur karargâhında koruma altına almıştık. Herkesin ve özellikle Korelilerin hiçbir zaman unutamadığı Ankara İlkokulu’nu açmış ve burada kimsesiz çocuklara eğitim vermiş, aynı zamanda okul kompleksi içinde onları savaşın sonuna kadar korumuştuk. Ayla da Türkiye’ye getirilemeyince Ankara İlkokulu’na bırakılmıştı
HUKUKEN SAVAŞ SÜRÜYOR
En etkilendiğiniz yerler neresi oldu?
N. Yazıcıoğlu: Çok duygulandığım, unutamayacağım anılarım oldu. Ziyaretlerim esnasında 60 yıldaki büyük kalkınmanın ancak çağdaş bir eğitimle olabileceğini bir kez daha anlamış oldum. Busan’daki 460 şehit askerin mezarının bulunduğu şehitlikte, arkadaşlarımın bir kısmının ismini görüp dua ettim. Seul Savaş Müzesi beni çok etkileyen bir yer oldu. Hemen aklıma neden bizde böyle bir müze yok düşüncesi geldi. Özellikle gençlik üzerinde savaşın kötülüğünü anlatmak açısından böyle müzeler yapılmalı. 2017 yılında ise yine bir davetle, 27 Temmuz 1953 tarihinde ise Panmunjon bölgesinde yer alan her iki tarafın barış imzalarını attığı barakaları ziyaret ettik. Çoğu insan bilmez imzalar sadece “ateşkes” içindi. 70 yıl olacak ama hala iki ülke bir barış anlaşması yapamadılar, Kore’de hukuken savaş hali hala sürüyor.
EZBER BOZAN BİR ÜLKE
Kitabın ikinci bölümünde Kuzey Kore anılarınıza yer vermeye nasıl karar verdiniz?
Ceyhun İrgil: Kore Savaşı ile ilgili tüm kitaplar neredeyse Güney Kore cephesinden yazılmıştır. Ancak o yıllardan bu yana süren Kuzey ve Güney Kore husumetinin öte yarısı Kuzey Kore ile ilgili bilgilerimiz hep kulaktan dolma ve magazinseldir. Yazıcıoğlu 2000’li yıllarda Güney Kore’ye tekrar giderken ben de aynı yıllarda Kuzey Kore’ye gitme fırsatı bulmuştum. Kuzey Kore Halk Cumhuriyeti, dünyanın en kapalı toplumlarından biri; bilgi az, söylem çok. İçine girseniz bile, devlet (rejim) neyi görmenizi, ne kadar görmenizi isterse o kadarını görüyor, her sorunuza yanıt alamıyorsunuz. Kuzey Kore’nin nasıl bir ülke olduğunu merak edenler için, bu anıları tamamlaması adına kitabın son bölümde, aynı kültür ve dili konuşmalarına karşın Güney’den çok farklı olan ülkeye dair gözlemlerimi bulacaksınız.
Kitapta Kuzey Kore’yi dünyanın en ilginç ve gizemli ülkesi olarak tanıtmışsınız. Öyle düşündürmesinin sebebi nedir?
C. İrgil: Kuzey Kore, belki bir paradoks ama turizminin de ana öznesi olan liderleri, sembolleşen ideolojik yegâneliği nedeniyle mutlak gidilmesi gereken bir ülke. Zira globalleşen dünya ve kapitalizme karşı direnişi ne kadar sürecek belli değil. Giderek küçülen ve benzeşen dünyada farklı renkleri, yaşamları bulmak, görmek artık kolay değil. Her ülke her kent birbirine benzedikçe, yaşamlar ortaklaşıyor. Otantik ve yerel olan, global ve evrensel olana yenik düşüyor. Artan iletişim olanakları, internet mesafeleri, sınırları ortadan kaldırdı. “Kendin olmak”, “kendin gibi yaşamak” kolay değil. Bu dünyada etkileşimden, globalizmden, neo-liberal dünyanın standartlarından, dejenerasyonlarından, olumlu veya olumsuz yanlarından etkilenmeyen kitlesel bir alan, bir ülke var mı? Var. Kuzey Kore, herkesin hem fikir olduğu gibi; kendi ideolojisi, kendine özgü bir yönetimi ile ezber bozan, anlatılması ve inanılması güç bir ülke.
DEĞİŞİM KAÇINILMAZ
Kuzey Kore, dünyada hızla iletişim ve artan globalleşmenin gücüne ne kadar dayanır?
C. İrgil: Kapitalizmin gücü karşısında en kapalı rejimlerin, otoritelerin dayanması zor ancak zaman kazanabilirler. Akıllı yönetimler daha çok demokrasi, açıklık ile bu saldırıları bir parça göğüsleyebilirler. Kuzey Kore halkı gibi bir şekilde neo-liberal kirliliklerden korunmuş, hala eski dünyanın nahifliğini, sadeliğini ve terbiyesini yaşatan halkların, dünyadaki kötü örneklere bakıp, bu eğitim ve kültür düzeyi ile ideal bir ülke yaratma şansı, artık treni kaçırmış veya ipleri global sermayenin eline geçmiş nice ülkeden daha yüksek. Otorite ve itaatin bir bütün olarak devlet eliyle yaşandığı belki en keskin ülke ancak yeni süreçte ülkenin açılımı ve dünya ile teması kaçınılmaz bir gerçek. Çünkü her yeni nesil daha çok merak edecek, daha çok isteyecek. Değişim zorlayıcı.
Kuzey Kore halkı mutlu mu peki?
C. İrgil: Kore dönüşü en çok sorulan soruydu bu. Bilmiyorum ya da tam olarak tanımlayamam. Kuzey Kore’ye giden herkesin gözleyebileceği mutlak bir disiplin, temizlik, sadakat, saygı ve hatta “rejime sevgi ve itaatin” bu kadar bütünsel, kusursuz, pürüzsüz olması mümkün mü? Sanırım herkesi düşünmeye ve kuşkuya iten yanı bu. Elbette başka sorularda var; İnsanlar neden iletişim kurmaktan çekiniyor? İnternet, cep telefonu ağı neden kapalı? Turistlerin olduğu yerlerde neden halk yok? Soru çok ancak şimdilik hepsine yanıt yok. Belki gelecekte.
Paylaş