Rüzgar tatilde tam anlamıyla deliye döndü. Tazmanya canavarı demem boşuna değil etrafında döne döne çığlık atıyor mutluluktan
Çeşme’deyiz. Üç yıldızlı küçük bir otel. Ladin. Dalyan’ın eski ama sevimli otellerinden. Sanki herkes büyük bir aile gibi. Ne kadar çocuklu varsa burada toplanmış. Çünkü otel yöneticileri akıllılık yapıp bir kuma bir de karaya oyun parkı kurmuş. Son derece sıradan, plastik hatta biraz dandik kaydıraklar, salıncaklar, oyuncaklar olmasına rağmen çocuklara yetiyor. Hatta iskelenin hemen yanındaki o kum her gün bana “Bir avuç kum, sen nelere kadirsin” dedirtiyor. Çünkü Rüzgar kovalarını denizden suyla doldurup kumun bir bölgesini ıslatıyor ve o ıslak kumla dakikalarca oynayabiliyor. Dikkat edin saatlerce diyemiyorum. Çünkü kendisinin bir şeye ilgisi en fazla 10 dakika sürüyor. 10 dakika sonra başka bir atraksiyona ihtiyaç duruyor. Ya denize girecek ya duşa, ya yemek yiyecek ya çığlık atarak koşturacak ya da hortumla bahçe sulayacak. 10 dakikada yemeğini yedirmek gerekiyor mesela. Mama sandalyesinde 10 dakikadan fazla oturunca hırçınlaşıyor, önce söyleyebildiği bütün kelimeleri yüksek sesle tekrarlıyor “anne-baba, baba-anne, otur-kak, kak-otur” gibi... Sonra birden yediye kadar sayıyor, yediden sonra on diyor, bitiriyor. Bu fasılda bitince “abiimm” “ablaaam” şeklindeki Küçük Emrah tonlamasıyla servis yapan garson gençlere bulaşıyor. Yine kaldırmazsak çığlıklar geliyor. Masasına suyunu döküp “Bla bla bla” diye başladığı uzun hava gerçekten son nokta. Utançtan kıpkırmızı olup ailece kalkıyoruz masadan. Bütün otel tanıdı bizimkini. Onun gibi yüksek sesli, hiper-süper hareketli başka çocuk yok çünkü. Güneş mi, temiz hava mı, deniz mi böyle yaptı bilmem ama tam bir Tazmanya Canavarı’na dönüştü. Etrafında döne döne çığlık atıyor resmen. Bir de ‘bulaşık’ sormayın gitsin. Mesela bir kadın dizleri yanmasın diye havlu kapatmış yatıyor. O havlunun orada ne işi var, değil mi? Hemen çekip yere atıyor. Sonra da Erol Taş’ın bebek versiyonuyla ‘ehi ehi ehi’ diye gülüyor. Etrafında gözlüklü insan olmasın istiyor. Gözlüklü biri yaklaştığında hemen alıp havaya fırlatıyor. Bazen de çat diye ortadan ikiye ayırıyor, genellikle bir sapını koparmayı başarıyor. Yaşıtlarının da korkulu rüyası. Bugün buradaki altıncı günümüz Rüzgar’ın yaklaştığını gören çocuklar ya ağlamaya başlıyor ya da ellerindeki oyuncağı otomatikman yere bırakıyorlar. Çünkü ne yapıp edip alacağını biliyorlar. 22 aylık ama mahallenin dayısı oldu dostlar. Sonumuzdan korkuyorum resmen.
DEDESİNE YASTIK SAVAŞI YAPTIRDI
İçimizden en sabırlısı dede. Ne dese ama ne dese yapıyor. Böyle bir aşk olamaz aralarında. Birlikte kudurdukları için onu yine en iyi babam sakinleştiriyor. Dizine oturtuyor on beş dakika teknelerin nasıl çalıştığını, pervanelerinin nasıl döndüğünü, yelkenlerin nasıl açıldığını falan anlatıyor, bizimki de heyecanla dinliyor. 15 dakika da bizim için rekor sayılıyor tabii. Nasıl mı kuduruyorlar? Dede çim biçme makinesini bile çalıştırıyor Rüzgar istiyor diye, otelin önünden geçen karpuz satan traktörle turluyorlar, serçeleri elleriyle doyuruyorlar, ara verdiği anda gitarist çocuğun mikrofonunu alıp çığlık kıyamet “la la la la” diye şarkı söylüyorlar, tesisteki bütün hortumları tek tek keşfettiler. Her sulama seansı sonrasında ikisinin de üstü sırılsıklam mahçup çocuklar gibi odaya geliyor. Ama iki gün önceki geliş geliş değildi. Evet üstleri ıslaktı ama babam çok sinirliydi. Meğer Rüzgar yüzünden biriyle kapışmış. Biraz yaşlı, anladığım kadarıyla da tahammülsüz bir adam açık açık babama “Senden de torunundan da bıktım, çocuk böyle mi yetiştirilir, kafam şişti, hem sen bu çocuktan daha fazla konuşuyorsun, sürekli bir şeyler anlatıyorsun, her istediğini yapıp şımartıyorsun” falan demiş. 0-3 yaş arasında Rüzgar’a hayır dememeye yemin etmiş fazla duygusal bir dedeye de bu ağır gelmiş tabii, adama dalmış. Annem diyor ki “Ben gittiğim de babanla adam yastık savaşı yapıyorlardı. Babanın kulakları kıpkırmızıydı” Garsonlar falan ayırmış ikisini. Babam bunu “Rüzgar’a şahane rol model oldum, çok üzgünüm kendimi tutamadım” diyerek anlattı bana. Zaten iki saat sonra da adama gidip “Olanlar ne size ne bana yakıştı” diyerek özür diledi. Adam da özür diledi, hatta korkudan mı bilmem “Ben sizi başka dede torunla karıştırdım” bile dedi. Bütün suç bizim minik Tazmanya Canavarı’nda işte. Pazartesi bir pedagoga gidiyoruz, haberi yok!