Siz hiç bebeğinizden ayrıldınız mı? İlk ayrılığınızı ne zaman yaşadınız? Altı aylık mıydı, sekiz mi? Bir geceliğine mi gittiniz, iki geceliğine mi? Peki onun gidip, sizin evde kaldığınız oldu mu? Benim oldu.
Rüzgar’dan ilk ayrıldığımda altı aylıktı. Sütleri dolaba yedeklemiş 24 saatliğine Paris’e Hüseyin Çağlayan röportajı yapmaya gitmiştim. Sekiz aylıkken bir 24 saat daha ayrıldık. Bu kez aramıza Hermes girmişti. Hermes Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Guillaume de Seynes-Hermes ile röportaj yapmak için yine Paris’e gidip geldim. İkisinde de çok özledim. Birlikte seyahat ettiğim insanlara oğlumu anlatıp durdum. Çok sıkılmışlardır deyip başka bir mevzuu açmayı denediğimde bile lafı dönüp dolaşıp Rüzgar’a getirdim. Kavuşma anlarımızı iple çektim. Beni gördüğünde nasıl tepki verecek diye kurdum. Ama ne yalan söyleyeyim çok da zorlanmadım. Farklı şehir, farklı insanlar, röportaj adrenalini derken zaman geçip gitti. Hanyayı Konya’yı, ayrılığın ne demek olduğunu onu Bodrum’da bırakıp çalışmak için İstanbul’a dönünce anladım. Eve girdiğim an kokusu yüzüme çarptı. Birbirinden renkli ve neşeli oyuncakların bir gün gözüme böylesine hüzünlü görüneceğine hayatta inanmazdım. Oyun parkının içine girmek istedim. Odasına girmeye bir-iki saat cesaret edemedim. Kapısına kadar gidip gidip dönmelerimi saymadım. Girdiğim an ise hayatımda ilk defa bu kadar birdenbire ağladım. Sanki biri beynimdeki ‘gözyaşı akıt’ tuşuna basmıştı. Son gece kullandığı battaniyesini burnuma dayadım, dakikalar boyu ayırmadım. Hatta gece onunla uyudum. O doğduğundan beri vakit ilk kez geçmek bilmiyordu. Rüzgar’dan önce ne yapıyormuşum ben? Elimi ayağımı hiçbir yere koyamadım, televizyonu açtım durup izleyecek kanal bulamadım. 20 dakikada bir arayıp “Şimdi ne yapıyor” diye sordum. Oğlumun sapığı oldum. Benim cephemde bunlar oluyordu da beni çılgına çeviren asıl soru ona neler olduğuydu. Anneanne, dede ve dadıyla birlikteydi. Üçü de her gün gördüğü, sevdiği, alıştığı insanlardı. Ama tamam da ona neler oluyordu? Beni özlüyor muydu? Nereye gitti bu kadın diye düşünüyor muydu? Gözleri beni arıyor, şimdi şu kapıdan girecek diye bekliyor muydu?
ÜÇ HAFTADAN SONRASI SORUN
Çocuk Ergen ve Genç Psikiyatrı Dr. Neslim G. Doksat’a sordum. Kısa süreli anne mahrumiyetine bağlı bebeklik depresyonu diye bir şeyin varlığından bahsettiğinde, elimdeki telefon ahizesi boğazıma oturdu ama belli etmedim. Tıbbi adı ‘anaklitik depresyon’muş. Doğumdan itibaren, özellikle de esas bağlanmanın geliştiği yedinci aydan itibaren annesinden ciddi şekilde mahrum kalan bebeklerde görülüyormuş. “Siz haftada üç bilemedin dört gün ayrı kalacağınız için bir sorun olacağını düşünmüyorum” dedi. Ama yine de anaklitik depresyona giren çocuğun tepkilerinin üç dönemde ele alındığını anlattı: Birinci Dönem: Anneden yoksun olan çocuk tedirgin, huzursuz ve sinirlidir. Ağlar ve kolay yatıştırılamaz. İkinci Dönem: Anneye kavuşamama durumu iki-üç hafta daha devam ederse, depresyon dönemi baş gösterir. Çocuk durgunlaşır, sevdiği şeylere tepki vermez, gergin, sinirli, küskün ve mutsuz olur. Yeme ve uyku düzeni bozulur. Zayıflar. Fiziksel gelişimi geriler. Üçüncü Dönem: Anneye kavuşamama hâli devam ederse, ikinci aydan sonra duygusal tepkileri azalır. İçe kapanır. Üçüncü dönem safhasında anne ortaya ilk çıktığında çocuk onu bir süre yok sayar. İlgilenmez, hattâ tanımamış gibi yapar. Anneyle kavuşma üç ay içinde gerçekleşirse, çocuğun tepkileri yavaş yavaş yumuşar. Zaman içerisinde annesiyle tekrar ilgilenmeye başlar ve iyileşir. Bu nedenle en fazla üç ay içinde anneye kavuşma şarttır. Üç aydan daha uzun süreli olan anne ayrılıklarında iyileşme olmaz. En kötü durumu anlattıktan sonra konu yine bana geldi. 10 aylık bir bebek annesinden üç gün ayrı kalır ve bu sürede bir aile büyüğü onunla en ideal şekilde ilgilenirse şunlar olabilir dedi: “Annesinden ayrı kaldığı için birkaç saat ağlayabilir, iştah ve uyku sorunu yaşayıp tedirgin olabilir. Kendisiyle şevkâtle ilgilenen yetişkinleri benimser. Anneye kavuşma en geç üç gün içinde gerçekleşirse, birkaç saat boyunca anneyi tanımıyormuş gibi yapma, umursamama gibi tavırlar sergileme ihtimâli çok yüksektir. Bu durumda annenin hiç gönül koymadan tutarlı ve kaliteli bir şekilde çocuğuyla zaman geçirmeye devam etmesi gereklidir.”
KAVUŞUNCA NELER OLDU?
Siz bu satırları okurken ben oğluma kavuştum. Suratını çevirmedi, ilgilenmiyor gibi yapmadı, aksine üstüme atladı. O kadar heyecanlandı, o kadar zıpladı ki ben gelmeden önce yediği çorbasının hepsini çıkardı. Kucağımdan inmek istemedi. Uyumak istemedi. Normalde en geç 21:00 de uyuyan çocuğun uyuması 23:00’ü buldu. Gece boyunca da sık sık uyanıp yanında mıyım değil miyim diye kontrol etti. Hatta bir ara yatağında yatmayı tamamen reddedip, üzerimde uyudu. Şimdi mutluyuz ama hafta başında mecburen yine ayrılacağız. Bu kez giderken Prof. Dr Sabiha Paktuna Keskin’in önerisiyle ona kokumu bırakacağım. Nasıl mı? Kokumun sindiği yastık, çarşaf, oyuncak ne varsa onu... Bu aylarda anneden ayrıldığında anne kokusunu duyan bebekler durumu daha iyi tolere edebiliyormuş. İki uzmandan sonra benim fikrim ise şu: Yapması çok zor ama rahat olmak gerekiyor. İki üç günlük mecburi ayrılıkları olay yapmamak, abartmamak şart. Çünkü her koşulda bebeğiniz sizi hissediyor. Ayrılık anında suçluluk duygusuyla hareket eder ona tekrar tekrar sarılırsanız bir gariplik olduğunu çakıyor ve geriliyor. Kavuştuğunuzda da aynı şekilde... Yani bizde öyle oluyor. Her durumda Rüzgar içimin bir yansıması olarak karşımda duruyor. Bakalım bundan sonra kendimi de onu da germemeyi başarabilecek miyim?