Paylaş
Benim babam İzmirli. Kökleri Yugoslavya’ya Usturumca’ya dayanıyor. Atatürk’ün gözlerine benzettiği çakır gözlerini, buğday tenini oralardan almış. Annem Urfa, Halfetili. Orada doğmuş ama iki yaşındayken İstanbul’a gelmiş. Anneannem tanıdığım en güçlü kadınlardan biriydi. Kendisine şiddet uygulayan dedemle iki küçük kızıyla İstanbul gibi kaotik bir şehirde yalnız kalma pahasına boşanabilmişti. Çocukluğumda tam bir hanımağaydı. Otobüs işlemeciliği, TIR taşımacılığı falan yaptığını, üstü açık Amerikan otomobillere bindiğini hatırlıyorum. Tabii ki şoförlü. Okuma-yazması olmadığı için ehliyet alamamıştı ki!
Sarışın, mavi gözlü, endamlı, çok güzel bir kadındı. Kürtçe bilmezdi. Babası küçük yaşta öldüğü için annemlerin sorduğu “Anne bizde Kürtlük var mı?” sorusunu tam yanıtlayamazdı. Kürtçe konuşan akrabalar vardı ama köken olarak Kürt müydük, Türk müydük, Arap mıydık tam anlamıyla hiç bilemedik. Zaten bu durumu pek de önemsemedik.
Ne fark ederdi ki Kürt, Türk olmak, Urfalıydık ezelden işte. Aynıydık. Hepimiz içliköfteye tapar, mırra sever, gelinin üzerine altın kordon sarar, ölünün arkasından ağıt yakar, Şeker Bayramı’ndan önce toplaşır yuvalama yuvarlardık. Konuşulan dil farklı olsa da dilimizin dönüşü aynıydı. Kürtçe bilmeyen aile büyüklerimin r’lerin söyleyemeyişinin, gırtlak yapılarının namesinin, Kürtçe konuşanlardan hiçbir farkı yoktu.
Çok geç değil, ortaokul yıllarımda öğrendim bir farkı olduğunu ya da olması gerektiğini. Yani en azından birimizin diğerinden ayrıştırılmaya çalışıldığını. Tesadüf bu ya, Urfalı üç erkek kardeş üniversite okumak için İstanbul’a gelip, anneannemin üst katına taşınmıştı. Sinan Abi ve şimdi isimlerini hatırlayamadığım kardeşleri... Ağa çocuklarıydılar ve anadilleri Kürtçeydi. Sinan Abi hukuk okuyordu. Ortanca eczacılık, üçüncüyü vallahi hatırlamıyorum.
Hemen kaynaştık. Anne özlemlerini anneannemde giderdiler. Onun yemekleriyle doydular, şefkatiyle ısındılar. Beni kardeşleri bildiler, derslerime yardımcı oldular. Sinan Abi kafamdan büyük hukuk kitaplarından fırsat bulduğunda beni çalıştırırdı.
Ama en unutamadığım şey okulda yaşadığı sorunlar... Kürt diye başına gelenler... Gözaltına alındığı, terörist damgası yediği zamanlar. Öfkesi, hazmedememesi, “Ben de bu ülkenin insanıyım, ne olursa olsun öteki olmayacağım” diye masaya vurduğu yumruk!
Ve şimdi ülkenin geldiği durum. Kanlı terör, lanet terör, kör olasıca terör! Kuzey Irak’tan Türkiye’ye sızan 200 PKK’lı terörist Hakkâri Çukurca’da 8 ayrı askeri noktaya eşzamanlı saldırılar düzenledi. Salı gecesi çıkan çatışmalarda 24 askerimiz şehit oldu, 18’i yaralandı.
YA OĞLUM OLURSA
Ertesi gün doğurması konusunda ha bire baskı yaptığım bir arkadaşım arayıp şöyle dedi: “Ya oğlum olursa?
Bir oğlan doğurmaktan çok korkuyorum.”
Hiçbir şey diyemedim. Şehitlerin haberini aldığımdan beri nutkum tutulmuştu zaten, konuşamadım.
Benim de henüz iki yaşında bir oğlum var. Annesi Urfa-İzmir, babası Diyarbakır-Ankara kırması İstanbullu oğlum... Hem annesinin hem babasının ailesinde Kürtler, Türkler var. Muhtemelen üçümüzün de fiziğinde, ruhunda, dokusunda, beyninde, yüreğinde iki kültürün de izlerini taşıyoruz.
Böyle güzeliz, böyle mutlu olmak istiyoruz. Ayrılmak, ayrışmak, farklı suların balığı muamelesi görmek istemiyoruz. Mesela ben Çökertme’de Efeler gibi kol açabildiğim, Kara Üzüm Habbesi’nde elimde mendilim, kafamda poşum oynayabildiğim için benim. 29 Ekim’den bir gece önce asacağım bayrağımı özenle ütülerim, Kürtçe söylenen bir uzun havayı duyduğumda hiç anlamasam da gözyaşı dökerim.
Doğurduğum yavrunun askerlik günleri için endişelenmekten utanıyorum... Bu duyguyla burun buruna bırakılmaktan nefret ediyorum. Anneannemin çocukluğundaki günlere, herkesin barış ve kardeşlik içinde yaşadığı yıllara geri dönmek istiyorum.
Paylaş