Yoksa kadınlar, ellerini kana bulamayıp bu işler için erkekleri mi kullanırlar?

Suç istatistiklerine göre, kadın katillerin sayısı, erkeklerin onda biri kadardır. Seri katilliğin, erkek işi olduğu sanılır.

Halbuki, bilinen seri katillerin de, onda bir kadarı kadındır. "Kadınla erkek eşittir" der dururuz. Yoksa kadınlar, ellerini kana bulamayıp bu işler için erkekleri mi kullanırlar? Kadınlar çok daha zekidir de, öldürdükleri ortaya mı çıkmaz?

Biraz çıkışırcasına, "Yine pisboğazlık etmiş olmalısınız" dedi ev sahibi kadın. "Ocaktan bu yana üçtür eve bu halde dönüyorsunuz. Gelin, size yardım edeyim de yukarı çıkın. Doğrulamıyorsunuz bile!" İnleyerek, kusarak ve kıvranarak geçen birkaç saat sonunda, genç adam derin bir uykuya daldı.

Perdelerin arasından süzülen sabahın ilk ışıkları, huzur dolu, güzel yüzünü aydınlatıyordu. Yatağın ayak ucunda oturan kadın "Lütfen gitmeyin, çok korkuyorum demiştiniz. Bakın bütün ıstırabınız geçti, melekler gibi uyuyorsunuz" diye fısıldadı. Yanılıyordu. 23 Mart 1857 günü, saat tam 11.00’di ve 33 yaşındaki Pierre Emile L’Angelier çoktan ölmüştü.

"Bunları yazanı tanıyor musunuz?" diye sordu polis, iki eline zor sığan, etrafa güzel kokular saçan mektupları ev sahibi kadına uzatarak. "Evet" diye yanıtladı kadın. "Komşumuz mimar James Smith’in kızıyla mektuplaşırlardı. Madeleine’in başka biriyle evleneceğini öğrendiğinde kahrolmuş, yemek yemez, uyku tutmaz olmuştu." Meraklı kadın, pembe kağıtlara özene bezene yazılmış olanlara göz ucuyla şöyle bir baktı. "Hayret" diye sürdürdü, "ben de onu, İskoç terbiyesi almış, iyi aile kızı sanırdım. Bir garip katibe, hiç utanmadan nasıl da açık saçık şeyler yazmış. Fransız aşıklar kadınların başını döndürür derlerdi de, inanmazdım."

Genç adamın odasında küçük bir defter bulundu. "19 Şubat, Mimi’yi birkaç dakika görebildim, gece boyunca çok hastaydım" diye yazmıştı. Birkaç sayfa sonra, "Mektupları geri istiyor. Vermezsem, beni öldürebilir" diyordu ve nihayet "Kakao ikram etti, tadını pek sevmedim."

FRANSIZ AŞIĞIN ÖLÜMÜ

Zengin İskoç kızı Madeleine Smith ile fakir Fransız katip Emile L’Angelier’nin karşılaşması bir rastlantıydı aslında. Görür görmez aşık eden bu rastlantı, iki yılda erkeği toprağın altına, kadını sanık sandalyesine yolladı. Emile L’Angelier’nin arsenikle zehirlendiğinden kimsenin kuşkusu yok. Ama kadının katil olup olmadığı hiçbir zaman bilinemeyecek.

Henüz 20 yaşındaki üst sınıftan genç bir hanım, sıradan bir katiple birlikte olmasının, ne ailesince, ne de içinde bulunduğu toplulukça hoş karşılanmayacağını bilse de, "Canım sevgilim, sanki seni yıllardır tanıyor gibiyim. Umarım hiç ayrılmayız" diye başlıyordu, bir tüy kalem ve kokulu mürekkeple yazdığı ilk mektubu.

Çok geçmeden kızın babası durumu öğrenmiş ve tabii, kızılca kıyamet kopmuştu. Buna rağmen sokak köşelerinde buluşmayı sürdürmüşler, üstüne üstlük, mahalle komşusu Bayan Mary Perry’nin evinde buluşmuş, el ele tutuşmak ve diz dize oturmaktan çok ötelere gitmişlerdi. Birkaç hafta sonra Emile, gecenin ilerleyen saatlerinde, gizlice kızın evine girer bile olmuştu. Viktorya döneminin muhafazakarlığında akıl almaz bir cesaretti bu. Bu nedenle, sevgilisinden gelen mektupları hemen yakıyor, kendi yazdıklarının da bir biçimde ortadan kaldırıldığını sanıyordu.

Glasgowlu zengin bir işadamı, henüz 40’ına basmamış, üst komşuları William Minnoch, 28 Ocak 1857 günü, genç kadına "Bana elinizi lütfeder misiniz?" gibilerinden zarif bir cümleyle evlenme teklif etti. Bir gece önce Emile ile ateşli saatler geçiren, hemen ertesi sabah duygularını kaleme alırken "Beni terk edersen kendimi öldürürüm" diye yazan Madeleine, hiç duraksamadan bu teklifi kabul etti.

MEKTUPLARIN HİÇBİRİNİ ATMADI

2 Şubat günü, "Aramızda bir soğukluk oluştu, sence ayrılsak daha iyi olmaz mı?" şeklinde bir girişimde bulundu, işe yaramayınca, "Yaşadıklarımızı unutalım, olanları kimseye anlatmazsın değil mi?" diye yazdı. Fransız sevgili, uzunca bir süredir "evlenelim" diye ısrar ettiği kadının tavırlarındaki bu ani değişikliğe önce bir anlam veremedi. Durumu, gizli aşkının her ayrıntısını bilen komşusu Bayan Perry’ye açıp gerçeği öğrendiğinde iyice öfkelendi: "Mektuplarını atmadım, onları babana göndereceğim." Madeleine çılgına döndü, mektupların sayısı 300’den fazlaydı.

17 Şubat 1857 akşamı, yani ölümünden 6 hafta önce Emile L’Angelier, Bayan Perry’ye "Yarın değil, öbür gün Mimi ile buluşacağım" dedi. "Mektuplarını geri vereceğimi sanıyor, bu yüzden buluşma teklifimi kabul etti." 19 Şubat gecesi sevgililerin nerede buluşup ne konuştuklarını bilmiyoruz. Ancak, sabaha karşı adamın, karnında dayanılmaz sancılarla eve döndüğüne bütün mahalle tanık. Bilinen bir şey daha var. Eve gelen doktor Thomson’a, "Yemin ederim, Mimi’nin pişirdiği bir fincan kakaodan başka bir şey yiyip içmedim" dediği.

İzleyen bir ay içinde Emile, sevgilisiyle sadece iki kez buluştu. Her seferinde kakao içti ve her ikisinde de karnında dayanılmaz kramplarla eve döndü. İlkini, bir tuvalete, bir lavaboya koşarak atlatmayı becerse de, ikincisinin üstesinden gelemedi. Ölümünden sonraki soruşturma sırasında, sağlığının giderek bozulmaya başlamasından kaygılanan arkadaşlarına "Sağ olduğum sürece bu adamla evlenemeyeceğini defalarca söyledim kendisine. Beni zehirlemeye çalışıyor olmasın?" dediği çıktı ortaya. Hatta sadece demekle kalmadığını, cep defterine de yazdığını biliyorsunuz.

Yapılan otopside, Emile L’Angelier’nin midesinde arsenik bulundu. Madeleine’in, son bir ayda iki farklı eczaneden üç kez arsenik satın aldığı ve eczacıların tutmak zorunda oldukları "zehir defteri"ne satın alma gerekçesi olarak "fareleri öldürmek için" diye kayıt düştüğü ortaya çıktı. Polis, gizli ilişkisinin her ayrıntısına yer verdiği mektupları geri alamayışı yüzünden, Madeleine’in sevgilisini zehirlediği sonucuna vardı.

Gözyaşlarını boşuna beklediler

Mahkeme salonu, modern zaman televizyon dizilerine reyting rekorları kırdıracak her şeye sahipti. Para, seks, şantaj, zehir ve cinayet. Ev kadınları, şişleriyle yünlerini, ayrıca gün boyu atıştıracakları çörekleri hasır sepetlerine tıkıştırmış, güneşin doğuşuyla birlikte adliye binasının önünde kuyruğa giriyordu. Oturacak yer sınırlıydı, kapıda bilet satılmaktaydı.

Çenesinin altında zarif bir fiyonkla tutturulmuş beyaz başlığı, yerlere kadar uzanan dar belli, geniş etekli, yakası dantelli, kahverengi kadife elbisesi ve menekşe rengi saten eldivenleriyle sanık sandalyesinde oturan güzel kadının yanaklarından süzülecek gözyaşlarını, küçük iç çekişlerini boşuna beklediler. Ara sıra biri sokağa çıkıyor, kapının önüne yığılmış, birbirini itip kakan yüzlerce meraklıya olan biteni özetliyordu.

’KANITLANAMADI’ KARARI

İskoç mahkemeleri, birkaç kez Kanada’da rastlanması dışında, bir başka ülkede görülmemiş biçimde, "suçlu", "suçsuz" ya da "kanıtlanamadı" şeklinde karar alabilir. Haberin ulaştığı tüm ülkelerde büyük bir ilgiyle izlenen "asrın davası"nda Madeleine’i, aralarında zamanın ünlü avukatlarından John Inglis’in de yer aldığı kalabalık bir ekip savundu ve bunu öylesine iyi yaptı ki, ikiye karşı 13 oyla jüri, kızı ne suçlu bulabildi, ne de suçsuz, "kanıtlanamadı" dedi. Yani, "Katil olduğunu kabul ediyoruz, ancak delil yetersizliğinden mahkum edemiyoruz".

Madeleine, ilişkisini, mektupları ve son aylarda, sevgilisine birkaç kez kakao ikram ettiğini kabul etmişti. Arseniği satın almasının nedeni, fareleri öldürmek değil, kozmetik amaçlıydı. Daha parlak, tüysüz ve pembe bir cilde sahip olmak için, suda çözüp yüzüne, boynuna, kollarına, bacaklarına sürmüş ve bunu eczacıya söylemeye utanmıştı.

Jüri, bu açıklamasına inandı. Çünkü, Kraliçe Viktorya döneminde arsenik, sadece fareleri öldürmek için değil, cinsel gücü artırmak dahil, her derde deva bir ilaç, ayrıca kozmetik olarak alabildiğine kullanılmaktaydı. Hatta, hem cildi güzelleştirdiği, hem de nefesi açarak daha yükseğe tırmanabilmeyi sağladığı inancıyla Avusturya’nın güneyindeki Steiermark eyaletinde (bazı Türkçe kaynaklarda yer aldığı gibi Avustralya’da değil), gün aşırı küçük dozlarda arsenik yendiği de biliniyordu. Ancak, Madeleine’in mahkûm edilememesi için başka nedenler de vardı.

DERS KİTAPLARINA GEÇEN SAVUNMA

Avukat John Inglis’in, 150 yıl sonra bile hukuk kitaplarında yer bulan savunma stratejisi başlıca şu noktalara odaklanmıştı. Bir kere, Madeleine’in temel korkusu mektuplarının ortaya çıkmasıydı. Emile’i öldürdüğünde, polisin mektupları bulacağı açıktı. Dolayısıyla ölmesi değil, yaşaması işine gelirdi. Ayrıca, ölenin cep defteri delil olarak kullanılamazdı. Çünkü yazarını sorgulamak mümkün değildi (Bu gerekçe dikkate alınmış, cep defteri delil olmaktan çıkartılmış ve jüri üyeleri yazılanları öğrenememiştir). Emile’in ilk karın ağrısı krizi, Madeleine’in eczaneden ilk kez arsenik satın almasından önceydi. Buna göre Emile, Madeleine’den intikam almak ve onu cinayetten yargılatmak için belki de arsenikle intihar etmişti.

Yasalar uyarınca, eczanelerin sattığı arseniğe, un, şeker ya da tuz sanılmasın diye, mavi boya eklenmekteydi. Otopsi raporunda, mide içeriğinin, koyu kahve renkte olduğu belirtilmişti. Bu nedenle, yuttuğu arseniğin mavi boyalı mı yoksa beyaz mı olduğu anlaşılamıyordu.

Toksikoloji raporuna göre, midedeki arsenik, 3-5 kişiyi öldürecek kadar çoktu. Saatler boyu kustuğuna göre, yuttuğu arsenik bundan da fazlaydı ve bir fincan kakaoda çözünemezdi.

ARSENİK VE DANTELLER

Madeleine, üst komşusu zenginle evlenemedi, baba ocağını terk etti. Önce Londra’ya, sonra New York’a taşındığını, iki kez evlenip bir erkek çocuk doğurduğunu, Karl Marx’ın kızı Eleanor ile sosyalist projeler üzerinde çalıştığını ve 93 yaşında öldüğünü iddia eden de var, Yeni Zelanda’da ya da New Orleans’ta yaşayıp öldüğünü söyleyen de.

Aradan geçen 150 yılda sevenleri suçsuzluğunu savundu, Emile’in intihar ettiğine inandı. Sevmeyenleri ise katil ama soylu ve bir sürü avukat tutacak kadar zengin "iyi aile" kızının, gençliğine, güzelliğine ve dantellerine kapılan jüriye kızdı, adaletsizliğe isyan etti. Tabii, bir üçüncü olasılık daha var. O da, Fransız katibin bir arsenik yiyicisi olduğu ve kazaen fazla dozda arsenik yuttuğu.

Herkes çoktan toprağa karıştığına, Emile L’Angelier’nin kavanoza konan iç organları da artık atıldığına göre gerçekleri hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Ölenin ardından dedikodu yapmak doğru değil ama, bir gazetecinin sorusu üzerine, avukatı John Inglis’in "Onun sofrasında yemek yemektense, dans etmeyi tercih ederim" dediğini belirtmeden geçemeyeceğim.

İstatistikler yalan söyler, denir. Yoksa katil kadın sayısının, erkeklerden az olduğunu gösteren istatistiklere de mi inanmamalı?
Yazarın Tüm Yazıları