Henüz küçücüktü. Üşümesin diye sımsıkı giydirilmişti. Bulduklarında çoktan donmuştu. Tıpkı 1517 kurbanın çoğu gibi.
Beyaz bir tabuta koyup gömdüler. Mezar taşına "Meçhul Çocuk" diye yazdılar. Aradan yüz yıla yakın bir süre geçti. Bebekten geriye üç süt dişi, bir kemik parçası ve ayakkabılarından başka bir şey kalmadı. Bu yazı, onun öyküsü.
Çoğu çocuk 200 bin kadar İrlandalı işçinin, ağır koşullarda çalışarak tamamladığı dünyanın en büyük, en gelişmiş, en hızlı yolcu gemisi RMS Titanic, İngiltere’nin Southampton limanından 10 Nisan 1912 günü demir almıştı. Fransa ve İrlanda’ya uğradıktan sonra 2240 yolcu ve mürettebatıyla birlikte Kuzey Denizi’nde New York’a doğru yol alıyordu.
Yolculuğun dördüncü günü bitmek üzereydi. Gökyüzü açık, yıldızlı, hava sıcaklığı sıfır derece, deniz durgundu. Saat tam 23.39’da, gözcü Frederick Fleet ve Reginald Lee, geminin hemen önünde büyük bir buzdağı gördü. Fleet, geminin çanını üç kez çaldı, köprüyü aradı. "Buzdağı, hemen önümüzde!" 36 saniye sonra korkulan oldu ve Titanic 2 saat 40 dakikada tamamen battı. İçindeki her üç kişiden ikisinin umut ve hayallerini de beraberinde götürerek.
14 Nisan 2008 günü facianın 96. yıldönümüydü. Kurtulan şanslılardan halen hayatta olan son kişi, geminin 9 haftalık en küçük yolcusu, Bayan Millvina Dean, sesi kısıldığından anma törenlerine katılamadı. Aynı gemide, başka küçükler de vardı ve birinin kaderi farklı yazılmıştı.
CESET DENİZİNDEKİ MEÇHUL ÇOCUK
Mackay-Bennett kablo gemisinin denizcileri onu gördügünde, sarı saçlı başı gökyüzüne dönüktü, çoğu erkek 300’e varan cesedin arasında, suyun üzerinde yüzüyordu ve soğuktan donmuştu. Yakası ve kol ağızları kürklü gri paltosu, pembe yün kazağı, uzun pazen gömleği, fanilası, kahverengi çorapları ve kahverengi deri ayakkabıları vardı.
Gemiciler, cesetlerin bir bölümünü toplayarak ülkelerine döndüler. Doktorlar, gri paltolu bebeğe "4 numaralı ceset, iki yaşında, sarı saçlı erkek çocuk, muhtemelen üçüncü sınıf yolcusu" diye kayıt düştü. Onu önce, iki yaşındaki İsveçli Gösta Palsson sandılar, sonra iki yaşındaki İrlandalı Eugene Rice. Baktılar, işin içinden çıkılamıyor, gri granit mezar taşına "Meçhul Çocuk" yazdılar ve üçte birinin kim olduğu anlaşılamayan 121 Titanic kurbanıyla birlikte, bir Kanada mezarlığına (Fairview Mezarlığı, Halifax, Nova Scotia) gömdüler.
ÜÇ SÜT DİŞİ VE BİR KEMİK
Kazadan 90 yıl sonra Kanadalı Joan Allison, Geomarine Ltd. Şirketi’nin başkanı, amatör Titanic tarihçisi Alan Ruffman’a başvurdu. "Anneannem, Mackay-Bennett gemisi tarafından sudan toplanan ve Fairview Mezarlığı’na gömülen kimliği meçhuller arasında olabilir," dedi.
Alan Ruffman, Dr. Ryan Parr’ı buldu. Ontario’daki Lakehead Üniversitesi’nin paleo-DNA laboratuvarında çalışan Parr’ın, biyolojik antropoloji doktorası, Mısır mumyaları, Kızılderili kalıntılarıyla ilgili yayınları vardı. Gerekli izinleri alan Ruffman ve Parr, 17-18 Mayıs 2001 tarihlerinde, 240 ve 281 sayılı mezarların yanı sıra, yıllardır kuşku içinde yaşayan İsveçli Palsson Ailesi’nin talebi üzerine, "Meçhul Çocuk" mezarını da açtılar.
Toprağın yapısı ve yeraltı sularının asitliği nedeniyle, 240 ve 281 sayılı mezardaki kalıntıların tamamı çürümüş ve erimişti. Çocuğun mezarında ise, 6 santim uzunluğunda bir kemik ve üç adet diş bulabildiler.
"Kemik çok eski, çekirdek DNA’sı parçalanmıştır, mitokondriyal DNA çalışmalı" dedi Dr. Parr. "Eğer çocuk Gösta Palsson ise, mtDNA’sı ana tarafından akrabalarını tutmalı." 2002 baharı geldiğinde, çocuğun Gösta olmadığından kesinlikle emindi. mtDNA’nın incelediği HVS1 bölgesi, çocuğun İsveç’teki ana tarafından akrabalarını tutmuyordu.
BEBEK KAÇ AYLIK
"Yoksa çocuk iki yaşında değil mi?" diye düşündü Ruffman ve dişlerin gerçek yaşının peşine düştü. Antropolog Dr. El Molto ve Dr. Christy Turner’e göre, bunlar iki yaşından daha küçük bir bebeğin süt dişleriydi. Bunun üzerine, Titanic faciasında hayatını kaybeden iki yaşından küçük erkek çocuklara odaklandı. İkisinin akrabalarını bulabildi, kanlarını aldı. Parr, mtDNA’ların HVS1 bölgelerini inceledi. Hiçbiri kemiği tutmadı.
"Bana tahmin değil, kesin bir yaş gerek" dedi Ruffman ve bu kez işi gerçek uzmanlarına, Toronto Üniversitesi Pediyatrik Diş Hekimliği Bölümü’ne havale etti. Prof. Dr. Keith Titley başkanlığında bir ekip, dişlerin 9 aylıktan büyük, 15 aylıktan küçük bir çocuğa ait olduğunda birleşti ve elektron mikroskobu incelemesinde, birinde DNA analizine imkan verecek dentin dokusu bulunduğunu gördüler. Ruffman, o dişi, ABD’de Utah’daki Brigham Young Üniversitesi’nin "ancient" (eski zaman) DNA laboratuvarına götürdü ve Dr. Scott Woodward’a teslim etti.
TITANICIN TUNTEMATON LAPSI
Amerikalılar, dişin dentin kısmından mtDNA saflaştıradursun, Dr. Parr, 6 santimlik kemikten yeniden mtDNA eldesine koyuldu. Amerikan PBS Televizyonu sayesinde, gemide hayatını kaybeden iki yaşından küçük kaç çocuk varsa anne tarafı akrabalarına ulaştı, kanlarını aldı. Sonunda, uyan birini buldu. Daha doğrusu, bir değil, iki kadın buldu. Biri, 19 aylık İngiliz Sidney Leslie Goodwin’in, diğeri 13 aylık Finli Eino Viljam Panula’nın ana tarafından akrabasıydı. "Ne büyük aksilik" diye yakındı Dr. Parr. "Meğerse, iki ailenin son 2000 yılda, ana tarafından ortak bir kadın akrabaları varmış." Bebeğin İngiliz mi, yoksa Finli mi olduğunu ayırt edemiyordu. Ancak, eldeki dişlere göre "Meçhul Çocuk" 15 aylıktan küçüktü. Pek içine sinmese de, "Mezardaki bebek, 13 aylık Finli Eino Viljam Panula’dır," deyiverdi.
2002 Kasım’ında gazeteler, "Titanic’teki Bebeğin Artık Adı Var" diye yazdı. Diş hekimleri mutluydu. DNA’nın çözemediği bir meseleyi aydınlatmışlardı. Amerikan PBS Televizyonu mutluydu. Bebeğin teyzesinin kızı ve oğlunu, ayrıca teyzenin kızının kızını Finlandiya’da bulmuş, Kanada’ya getirmiş, 100 yıllık bilmecenin çözülmesini sağlamıştı.
Finli Ulla Appelsin çok mutluydu. Buzlu sularda boğulan anne, beş oğlu, onları ABD’de boşuna bekleyen baba ve yüz yıllık isimsiz mezarın öyküsünü anlatacağı "Titanicin Tuntematon Lapsi" (Titanic’in Meçhul Çocuğu) adlı romanını yazmaya koyuldu.
Küçük Eino Panula bir anda, dünya denizlerinde boğulan tüm çocukların; ailesi Panula’lar, açlık yüzünden 1870 ile 1929 arasında ABD’ye göç eden 350 bin Finlinin simgesi haline geldi. 2005’te gün yüzüne çıkan bir çift küçük ayakkabıyla her şey altüst oldu.
KUSURA BAKMA FİNLANDİYA
Halifax polis teşkilatından komiser muavini Clarence Northover, Fairview Mezarlığı’na getirilen cesetlerin defin işlemlerinden, ayrıca üzerlerindeki giysi, saat, cüzdan v.b. gibi malzemenin ailelere tesliminden, almaya gelen olmazsa, imhasından sorumluydu.
4 numaralı küçük sarışın "Meçhul Çocuk" cesedinin kimsesi yoktu. Komiser, üzerinden çıkanların hepsini yaktı. Küçük deri ayakkabılara kıyamadı, götürüp çalışma masasının çekmecesine koydu, 1919’da emekli olduğunda eve götürdü. 2002’de, torunu Earle Northover, onları Halifax’taki Atlantik Deniz Müzesi’ne bağışladı.
29 Haziran 2005 günü ayakkabılar, aynı kazada ölen milyoner Charles Hays’in eldivenlerinin yanında sergilenmeye başladı. İlk ziyaretçilerinden biri, Dr. Ryan Parr’dı. Onları Toronto’daki Bata Ayakkabı Müzesi uzmanlarına inceletti ve 1900-1925 yılları arasında İngiltere’de imal edilmiş olduklarını öğrendi. Daha da önemlisi, 13 aylık bir çocuk için fazla büyüklerdi.
Dr. Parr, elindeki örneklerin mtDNA’sını daha gelişmiş yöntemlerle araştırmaya başladı ve öncekine ek olarak, HVS2 bölgesini de karşılaştırdı. 2007 Ağustos’unda bir basın toplantısı düzenledi. "Kusura bakmayın" dedi. "Bir hata yapmışız. "Meçhul Çocuk", Finli Eino Panula değil, 19 aylık İngiliz Sidney Leslie Goodwin." Mutluluk sırası, DNA’nın gücüne inananlara gelmişti.
Batmaz sanılan Titanic neden battı?
Kaptan Edward Smith, buz dağını görüldüğünde hızını artırıp geriye gitmek yerine, etrafından dolanmayı tercih etse, kendisini de öldüren faciayı engelleyebilir miydi?
İkinci subay Blair, yolculuktan hemen önce işten çıkartılmasa, gemiden ayrılırken dürbünün bulunduğu dolabın anahtarını cebine koyup gitmese, dolayısıyla gözcü Fleet, çevreyi çıplak gözle kolaçan etmek zorunda kalmasa, buzdağını 500 değil, 1000 yarda (900 metre) mesafeden fark edebilir miydi? Fark etse bir şey değişir miydi?
Telgrafçı Phillips, Lady Astor gibi birinci sınıf yolcuların telgraflarını çekerek oyalanmasa, önlerinde buz dağı olduğunu haber veren uyarıları kaptan köşküne ilettiğinde ciddiye alınsa, facia önlenir miydi?
Yolcu gemilerindeki filika sayısı, o tarihteki gemicilik kurallarının öngördüğü şekilde grostona göre değil, Titanic’in batışından sonra değiştirilen biçimde, yani yolcu kapasitesine göre hesaplansa, daha çok kişi kurtulur muydu?
Geminin yapımında kullanılan çelik mi çok sertti, yoksa Thomas Andrews’ın planı mı hatalıydı? Ya da kimyacı Jennifer Hooper McCarty’nin, Dr. Tim Foecke danışmanlığında yürüttüğü doktora tezinde ileri sürdüğü ve geçen ay yayınlanan "What Really Sank the Titanic: New Forensic Discoveries" (Titanic’i Gerçekte Ne Batırdı: Adli Bilimlerle İlgili Yeni Deliller) adlı ortak kitaplarında okuduğum gibi, perçin çivilerinin yapısındaki yüksek fırın cürufu normalin 4 katı olduğu için mi Titanic buz dağına çarptığında sadece üç saat dayanabildi?
Özetlersek, "Titanic neden battı?" sorusu, aradan geçen yüz yıla ve onlarca resmi soruşturmaya rağmen hálá yanıtlanabilmiş değil.
Buz altında mucizeler
Soğuk sularda seyreden gemiciler, istenmeyen durumlardaki en büyük tehlikenin boğulmak değil, hipotermi (vücut sıcaklığının 35 derecenin altına düşmesi) olduğunu iyi bilir. 5 derecelik suda bir saatten, buzlu suda 45 dakikadan fazla kalanın yaşama şansı yok gibidir. Elbette suya düşenin boyu, kilosu, yağ oranı, genel sağlık durumu, giysileri ve yaşı önemlidir ama, çokça yenen yemek, bolca içilen alkol, çırpıntılı su ve atılan kulaçlar ölümü hızlandırır.
Buz tutmuş göl ya da nehirlerden kalbi durmuş, soluk almaz biçimde çıkartılan "ölü" çocukların yaşama döndürülebilmesi, gazetelere yansıdığı şekilde "mucize" değil, vücutlarındaki metabolik reaksiyonların, oksijene ihtiyaç duymayacak ölçüde yavaşlamasından ve doktorların yapılacakları bilmesindendir.
Rüzgárın gücüne direnemeyip buz tutmuş göle düşen henüz iki buçuk yaşındaki Michelle Funk, hastaneye getirildiğinde vücut sıcaklığı 19 dereceydi, rengi masmaviydi ve kalbi durmuştu. Bugüne değin hiç kimse, küçük kızın 22 yıl önceki rekorunu kırabilmiş değil. Su altında kaldığı süre tam 66 dakikaydı. Çocuk hastalıkları uzmanı Dr. R.G. Bolte ve arkadaşlarının, 1988’de Amerikan Tıp Birliği dergisinde yayınlanan tedavi yöntemleri (kanın vücut dışında ısıtılması) güncelliğini hálá koruyor.
Size bol yıldızlı bir gece dilerim
Uluslararası Titanic Derneği’nin yıllık toplantısı, 16-18 Mayıs 2008 tarihlerinde New York’taki Crowne Plaza Meadowlands Oteli’nde yapılacak. Kristal salondaki gala yemeğinin konuşmacısı Alan Ruffman, "Meçhul Çocuk"un bir isme kavuşmasının serüvenini anlatacak.
Biraz sabrınız varsa, 8 Nisan 2012’ye dek bekleyin ve şeref başkanlığını, hayattaki son kazazede Bayan Millvila Dean’in yaptığı İngiliz Titanic Derneği’nin Southampton limanından kalkacak yolcu gemisine binin. Gemi, 14 Nisan’ı 15’ine bağlayan gece, Titanic’in 100 yıl önce battığı noktada olacak. Umarım, bu yıl sesi kısıldığından 96. anma törenlerine katılamayan Bayan Millvila düzelir, orkestranın çaldığı son parça olduğu sanılan "Sonbahar" adlı şarkıyı dinlerken şampanyanızı içersiniz. Ve umarım geceniz bol yıldızlı, ama buzsuz olur.