Rekorları çöpe atalım

Dopingle mücadelesiyle ünlü profesör Sandro Donati bir öneride bulundu. "Çocuklarımızı seviyorsak, kırılan rekorları çöpe atalım ve her şeye yeniden başlayalım.

Hepsi doping ve yolsuzlukla kazanıldı. Gelecek kuşaklar aynı yollara başvurmazsa, daha iyilerinin başarılması imkansız." Otel odasında ölü bulunan İtalyan bisikletçi Marco Pantani’nin ensesinde tırnak izleri, ağzında kokain bulunduğu öne sürülüyor. Yoksa, Donati’nin saydıklarına cinayeti de mi eklemeli?

İtalyan Donati’nin girişteki bu sözleri, 30 Ekim 2007 günü dile getirdi. Dünyanın en kuzeyindeki başkent Reykjavik’te gazeteci, akademisyen, hakem, yönetici ve sporcular Play The Game zirvesinde bir araya gelmiş, sporu tehdit eden doping, yolsuzluk, bahis ve şike iddialarını masaya yatırıyor, sporun siyasete nasıl alet edildiğini, yaşam biçimlerini nasıl etkilediğini tartışıyorlardı.

Bu konuların neredeyse hiç yaşanmadığı Reykjavik, bu sorunların ele alınması için biçilmiş kaftan. İzlanda’nın herkese örnek olması gereken bu özelliğine karşılık, toplantının sürdüğü beş günlük kısacık dönemde bile, dünyanın dört bir yanındaki, sporla ilgili, rahatsız edici haberler saymakla bitmedi.

Örneğin, eski dünya bir numaralarından İsviçreli güzel tenisçi Martina Hingis, "Hiç doping yapmam, aslında ilaçlardan çok korkarım" demesine rağmen, idrarında kokain bulununca kendisini emekliye ayırdı; Alman Federal polisi, Freiburg savcısının emriyle, iki doktorun tıp fakültesindeki odasını aradı, bisikletçilere kan dopingi yaptıklarını kanıtlayan bilgi ve belge topladı; Singapur’un badminton milli takımı antrenörü, 2004’te "yılın sporcusu" seçilen Zeng Kingjin iki kez rüşvet aldığı iddiasıyla mahkemeye verildi; Polonya’nın eski Spor ve Turizm Bakanı Tomasz Lipiec, yolsuzluk nedeniyle tutuklandı, vs. vs.

Yoksa, Reyjkavik toplantısının sonunda, 20 yılı aşan mücadelesi nedeniyle ödüllendirilen profesör Sandro Donati haklı mı? Üzerlerine doping, yolsuzluk ve rüşvet gölgesi düşmüş rekorları, birincilikleri çöpe atıp her şeye sıfırdan mı başlamalı? Donati, 1980’li yıllarda İtalyan Atletizm Federasyonu’nun yaygın ve sistematik biçimde dopingi desteklediğini ortaya çıkarttıktan sonra İtalyan Olimpiyat Komitesi’nden kovulmuş, yıllar sonra yeniden görevine dönmüş, 1998’de bisikletçilerin EPO (eritropoietin) ile doping yaptığını kanıtlamış, olimpiyat komitesi başkanı Mario Pescante istifa etmişti.

DOPİNG AZALIYORYOLSUZLUK ARTIYOR

8 Temmuz 1998 günü Fransız gümrükçüler, Belçika’ya geçmekte olan Willy Voet’un bagajını açtırdılar. Willy Voet bir fizyoterapistti, üstelik Festina bisiklet takımının fizyoterapisti. Bagajında EPO, büyüme hormonu, testosteron, uyuşturucu madde, amfetamin ve sayısız enjektör ele geçti. Fransa Turu’nu, 10 yıl içinde Utanç Turu’na dönüştüren doping skandalı böyle patladı.

Aynı yıl, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin bazı üyelerinin, 2002 Kış Olimpiyatları’nı ABD’nin Salt Lake City’sine vermek için rüşvet aldığı ortaya çıktı. Bu iki olay, sporda doping, rüşvet, şike, kara para aklama ve akla gelebilecek her türlü usulsüzlük iddialarının üzerine gidilmesinde bir milat oluşturdu.

Geçen on yılda, dopingli sporcu sayısında gözlenen azalma, ne yazık ki dopingin, sağlıkla oynanan bir kumar olduğunun algılanmasından değil, sıklaşan kontroller ve gelişen laboratuvar yöntemleri sayesinde ortaya çıkacağından korkulması yüzünden. Dile getirilen öylesine ilginç önlemler var ki, eğer kabul görürse, doping yapmak giderek zorlaşacak. Örneğin Avustralyalı ünlü kan dopingi uzmanı Michael Ashenden, sporcuların saat, bileklik ya da cep telefonlarına GPS (küresel konumlandırma sistemi) takılmasını öneriyor. Böylelikle doping denetçileri onları sürekli izleyebilecek.

Doping belki azalıyor ama, diğer yolsuzluk ve ahlaksızlıklar azalmak bir yana, giderek her ülkeye ve spor dalına yayılıyor. Hatta, "Sporda Yolsuzluk" adlı kitabın yazarı gazeteci Jens Weinreich, su yüzüne çıkanların, buzdağının sadece yüzde 5’i olduğunu ve esas yozlaşmanın Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nde yaşandığını iddia ediyor.

ALS ÖLÜMLERİNDE DOPİNGİN ETKİSİ VAR MI?

Yıllardır doping ve yolsuzluklara karşı savaşan Torino savcısı Raffaele Guariniello, 26 Ekim 2007 tarihli demecinde, İtalyan futbolcuların yüzde 80’inin protein ve kreatin aldığını, her iki futbolcudan birinin, yaralarının daha çabuk iyileşmesi için ilaca başvurduğunu ve her beş futbolcudan dördünün, sıklıkla ağrı kesici kullandığını söyledi.

İtalyan futbolcularda kanser, lösemi ve motor sinirleri etkileyerek kas hareketlerine engel olan ALS’nin, yani amiyotrofik lateral skleroz hastalığının sıklığı toplumun geneline oranla daha yüksektir. 2003’te Torino Üniversitesi, ALS’nin futbolcularda görülme sıklığını, normalin 6 katı olarak hesaplamıştı. Aradan geçen dört yılda eklenen kayıplarla, bu sayı günümüzde 23 kata yükseldi. Savcı Guariniello, top koşturmuş 30 bin profesyonel futbolcunun dosyasını incelediğini ve ALS’ye bağlı ölümlere, doping ve ilaçların kötüye kullanılmasının yol açmış olabileceği sonucuna vardığını söyledi.

Futbolcularda ALS riski, uzunca bir süredir araştırıcıların dikkatini çekmekteydi. Bildiğiniz gibi, eski Fenerbahçeli futbolcu Sedat Balkanlı ve halen ALS Derneği’nin başkanlığını yürüten eski Trabzonsporlu futbolcu İsmail Gökçek de ALS hastasıdır.

ALS’lilerin yüzde 1-2 kadarında, süperoksit dismutaz 1 adlı gendeki farklılaşmanın, hastalığa yol açtığı biliniyor. Kalan yüzde 98’inin ise nedeni hálá belli değil. Doping ve ilaç iddialarına ek olarak, kurşundan sigaraya, çim sahalarda kullanılan pestisit ve gübreden, aşırı fiziksel stres ve travmaya varıncaya dek pek çok etken üzerinde duruluyor. (ALS’ye, futbolculardan sonra köylülerde rastlanıyor. Hastalığı onlarda da, pestisit ve gübrenin tetiklediği sanılıyor)

Amerikan Ulusal Çevre Sağlığı Enstitüsü’nden Honglei Chen’in temmuz ayında yayınlanan araştırması travma konusuna bir açıklık getirmiş gibi. Özetle, futbolcuların koluna, bacağına, bedenine gelen top darbelerinin ALS’ye yol açması söz konusu değil ama, 10 yıllık zaman diliminde kafalarına çok sayıda top darbesi gelenlerde, hastalığın görülme riski 11’e katlanıyor. Bu sonuçlar, futbolcularda görülen ALS’yi kısmen de olsa açıklıyor. Buna, diğer tetikleyiciler de eklenirse, hastalığın futbolcular arasında neden daha sık rastlandığı anlaşılır.

BİSİKLETÇİ KOKAİNLE Mİ ÖLDÜRÜLDÜ?

İtalyan bisikletçi Marco Pantani’nin, otuzun üzerinde şampiyonluğu vardı. 1999’da İtalya turunu şampiyon bitirmesine birkaç gün kala, alyuvar sayısı normalin üzerinde bulunduğundan diskalifiye edildi. Doping lekesini bir türlü silemediğinden depresyon tedavisi gören Pantani, 14 Şubat 2004 günü bir otel odasında ölü bulundu. Ölüm zamanı belirlenemedi, Dr. Giuseppe Fortuni ölüm nedenini, aşırı kokaine bağlı beyin ve akciğer ödemi olarak bildirdi.

Fransız gazeteci Philippe Brunel, önceki hafta yayınlanan "Vie et Mort de Marco Pantani" adlı kitabında, bisikletçinin intihar etmeyip öldürülmüş olduğunu açıkça iddia etmemekle birlikte, bu olasılığı düşündürtecek pek çok ipucu veriyor. Gazeteciyi bu noktaya getiren, tüm tartışmalı ölümlerdeki gibi, yine gereği gibi yapılmamış olay yeri incelemesi, toplanmamış deliller ve eksik otopsi.

Pantani’ye uyuşturucu satan iki kişi, suçunu kabul etmiş ve ufak cezalar almıştı. Sporcunun son kız arkadaşı Rus Elena Korovina ile bir diğer satıcı Fabio Carlino halen yargılanıyorlar. Dava, büyük bir olasılıkla 14 Şubat 2009’a, yani ölümün 4. yıldönümüne dek karara bağlanır. Karara bağlanamayacak olan, Pantani’nin son saatlerinde neler yaşadığı ve kokainin vücuduna nasıl girdiğidir.

KÖTÜ SPORCUYU İYİ AVUKAT KURTARIYOR

Belçikalı avukat Luc Misson’u futbol camiası iyi tanır. Futbolcu vatandaşı Jean-Marc Bosman’ı savunduğu dava, 1995’te Avrupa Adalet Divanı’nda başarıyla noktalanmış, Avrupa Birliği ülkelerinde sözleşme süresi sona eren futbolcuların, bonservislerini ellerinde bulundurmasına, istediği kulüple istediği koşullarda anlaşabilmesine karar verilmişti. Bosman kararı öncesinde, futbolcunun sözleşme süresi bitse bile başka bir takıma geçmesi bonservisini elinde bulunduran eski kulübünün rızasına bağlıydı.

Avukat Misson şu sıralar, Astana takımının eski bisikletçisi Kazak Andrey Kaşeçkin’i savunuyor. Andrey Kaşeçkin, 1 Ağustos 2007 günü ailesiyle birlikte Türkiye’de, Belek’te tatildeyken, Uluslararası Bisiklet Birliği UCI’nin iki görevlisi ziyarete geliyor ve doping testi için kan örneği alıyor. Kaşeçkin’in kan dopingi yaptığı ortaya çıkıyor ve takımdan uzaklaştırılıyor.

Şimdi avukat doping raporuna değil, incelenen örneğin bir spor karşılaşması sırasında değil de, ailesiyle birlikte tatildeyken alınmasına karşı çıkıyor ve bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesine (her bireyin, özel ve aile yaşamına saygı gösterilmesine hakkı olduğunu belirten madde) aykırı olduğunu ileri sürüyor. Yasaların açıklarından yararlanmaya çalışan avukatlar olduğu sürece, dopingle mücadelenin ilerlemesi biraz zor gözüküyor.

Hakemlerin ırk ayrımcılığı

Spor karşılaşmalarında hakemlerin yanlı davranıp davranmadığı hep tartışılır. Bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar, ne yazık ki, korkulanın gerçek olduğunu kanıtlıyor. Teksas Üniversitesi’nden David Hamermesh’in 2004 yılından bu yana Amerikan Beyzbol Ligi’nde yapılan 2.1 milyon atışı inceledikten sonra vardığı sonuç, basketbol karşılaşmalarında elde edilenlerle örtüşüyor ve hakemlerin kendi ırkından oyunculardan yana karar verdiklerini gösteriyor.

Aynı kaygı, Avrupa futbol liglerinde de gözleniyor, ancak elde henüz somut deliller yok. Hakem kararlarına, futbolcunun ırk, din ya da etnik kökeninin etkisini araştırmak isteyen çok. FIFA’nın Japonya’daki Dünya Kulüpler Kupası’nda yeniden deneyeceği, Cairos firmasınca geliştirilen, Adidas’ın imal ettiği GPS çipli topun bu amaçla kullanılabileceği söyleniyor.

Ayırımcılık yapıldığı ileri sürülen bir diğer konu da eşcinsellik. AIDS araştırmalarıyla tanınan Kanadalı Roger LeBlanc’a göre toplumlar, eşcinselliğe eskisine oranla daha hoşgörülü baktığı halde, spor dünyası buna ayak uydurabilmiş değil ve pek çok kişi karşılaştığı fena muamele yüzünden erken yaşta sporu bırakmak zorunda kalıyor. LeBlanc, atletlerin yüzde 10 kadarının eşcinsel olduğunu, açıkça dışlanmasalar da karşılaştıkları "maço kültür" nedeniyle, sessiz kalmaya zorlandığını belirtiyor.

Benzeri sonuçlara, bundan 15 yıl önce, Hollanda hükümetinin talebi üzerine araştırmalar yapan psikolog Gert Hekma da varmış, kadın futbolcular arasındaki bazı lezbiyenler dışında, hiçbir daldaki eşcinsel sporcunun, tercihini açıkça söylemeye cesaret edemediğini ve takım sporlarından bireysel sporlara kaydıklarını bulmuştu.

Pedofillerin hedefi çocuk sporcular

Bir antrenörün dokunuşunun ne zaman takdir, ne zaman cinsel taciz olduğunu anlamak pek kolay değil, üstelik bu konuda bilgilendirilmemiş küçük çocuklar için, neredeyse olanaksız. Cinsel içerikli şakalardan, tecavüze varan geniş bir yelpazede çeşitlenen bu davranışları durdurmak amacıyla Avrupa Konseyi’nin 2000 yılında aldığı bir karar bile var.

Danimarka Spor ve Biyomekanik Enstitüsü’nden Jan Toftegaard Stöckel, yıllardır spor kulüplerindeki cinsel taciz ve istismara dikkat çekmeye çalışıyor. Araştırmalarına göre, yaşananların sayısı bilinenlerin ve tahminlerin kat kat üzerinde.

Bu konuda, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin 8 Şubat 2007’li strateji belgesine rağmen, konu bir türlü açıkça tartışılmıyor, önerilere uyulmuyor. Üstelik, belgede sıralanan önlemler de yetersiz. Stöckel’in araştırmalarına göre Danimarka’nın çocuk spor kulüplerinde yaşanan cinsel taciz olaylarının dörtte üçü eşcinsel nitelikli. Genellikle her spor kulübünün uyduğu, kızların soyunma odalarına erkek antrenörlerin girme yasağının, bu tip olayları durduramayacağı apaçık ortada.
Yazarın Tüm Yazıları