Makul şüpheler

12 Haziran 1994 Pazar gecesi, Los Angeles’ın batısındaki bir evin bahçesinde cesetleri bulunan, güzel sarışın Nicole Simpson ile garson Ron Goldman’ı öldürmekle suçlanan Orenthal James Simpson’u savunacak bir "Rüya Takımı"ydılar.

11 avukat ve danışmanları, kendilerine haftada binlerce dolar ödeyen eski sporcu, aktör ve sunucunun aleyhinde "dağlar kadar" delil olduğunu gayet iyi biliyordu. Savunma stratejisi, olay yeri incelemesindeki hatalar, özensiz laboratuvar çalışmaları, eksik otopsi ve en önemlisi, beyaz polislerin zenci düşmanlığına dayanacaktı. Ama önce, işlerine gelecek bir jüri kurulmalıydı.

Rüya takımın lideri, avukat Johnnie Cochran’dı. Zenci avukata göre, zenci müvekkilini beraat ettirecek jüride, zenciler çoğunlukta olmalıydı. Bayan savcı Marcia Clark ise, O.J. Simpson’u suçlu bulacak, kadınları çoğunlukta bir jürinin peşindeydi.

Japon kökenli yargıç Lance Ito başkanlığındaki jüri seçimi, bir masa etrafındaki iki savcı, iki avukat, tarafların jüri seçimi konusunda uzman psikologları ve O.J. Simpson’un varlığında iki ay sürdü. 250 jüri üyesi adayıyla tek tek görüşüldü, hatta 294 soruluk bir anketi cevaplamaları istendi. Sorular arasında, aile içi şiddet ve kürtaj hakkında ne düşündükleri, son seçimlerde hangi partiye oy verdikleri, hangi futbol takımını tuttukları bile yer aldı.

12 jüri üyesinde uzlaşıldığında, taraflar son derece mutluydu. Adalet terazisini tutacakların onu kadın, sadece ikisi erkekti ve dokuzu zenci, biri Meksika kökenli, ikisi beyaz Amerikan vatandaşıydı. Savcı yanılacaktı. Kadın jüri üyeleri, bir kadın savcının suçladığı adamın, eski karısı ve aşığını öldürdüğüne inanmayacaktı. Buna karşılık, avukat haklı çıkacak, zenci jüri üyeleri, beyaz polislerin yakaladığı, beyaz savcının suçladığı, bir zencinin savunduğu siyah adamı, suçsuz bulacaktı.

FARKLI FOTOĞRAFLAR

"Memur Robert Riske, olay yerine ilk gelen siz miydiniz?" diye sormaya başladı avukat Cochran. "Evet, bendim" diye yanıtladı Los Angeles polisi. "Yerdeki kana basmamak için özel bir önlem aldınız mı?" diye sürdürdü avukat. "Hayır almadık, kana basmamaya çalıştık, hep duvar diplerinden yürüdük" diye yanıtladı memur. "Eve girmiş, salondaki telefondan merkezi arayarak, cesetleri bulduğunuzu haber vermişsiniz. Daha önce telefonun üzerinden parmak izi alındı mı?" diye sordu avukat. "Hayır" dedi memur. Duruşmanın ilk günleriydi ve sadece Los Angeles polisini değil, FBI’ı da yıllarca uğraştıracak sorunlar yeni başlıyordu.

Duruşma salonunun duvarına, bir beyaz zarfın yakın plan çekilmiş fotoğrafı yansıtıldı. "Yerdeki beyaz zarfı görüyor musunuz? Bu zarfta, garson Ron Goldman’ın bayan Simpson’a teslim etmek üzere getirdiği gözlükler vardı. Şimdi şu ikinci fotoğrafa bakın. Zarfın yeri değişmiş. Siz mi değiştirdiniz, ya da değiştireni gördünüz mü?" "Hayır, ben değiştirmedim, değiştireni de görmedim".

Daha sonraki aylarda, tanık sandalyesinde oturan birçok polis memuruna, olay yerlerinin fotoğrafları gösterildi. Bu fotoğrafların birinde bulunan bir cismin yeri, bir sonraki fotoğrafta farklı bir konumdaydı. Jüri, olay yerine gelen polislerin, delillerin yerlerini kasten değiştirdiğine iyiden iyiye inanmaya başlamıştı.

10 DAKİKADA 41 KEZ NIGGER

"Dedektif Fuhrman, zencileri aşağılayıcı bir sözcük olduğu hepimizce bilinen ’nigger’ sözcüğünü geçen 10 yıl içinde hiç kullandınız mı?" "Hayır kullanmadım, buna özellikle dikkat ederim." Tam o sırada, duruşma salonunu, Fuhrman’ın bir teyp bandından gelen sesi doldurdu. Dedektif, yazar Laura Hart McKinney ile telefonda konuşuyordu. 10 dakikada tam 41 kez "nigger" sözcüğünü telaffuz ettiği yetmiyormuş gibi, tutukladığı zencileri mahkûm ettirebilmeyi garantilemek için, kimi zaman delil ürettiğinden bile bahsediyordu.

Dedektifin geçmişiyle ilgili bilgiler, bununla bitmedi. Makam masası üzerinde gamalı haçlı eşyaların bulunduğu ve yargıç Ito’nun 20 yıllık eşi ve Los Angeles polis teşkilatının en yüksek rütbeli memurlarından Peggy York’un, zenci kadın polis memurlarına davranışları nedeniyle Fuhrman’a disiplin cezası verdiği de ortaya çıktı.

Savunmanın, özel dedektifler tutarak geçmişini araştırdığı memur Fuhrman’a bu denli saldırması, elbette boşuna değildi. Fuhrman, katilin O.J. olabileceğinden ilk kuşkulanan polisti ve bahçedeki cesetlerin yanı başında sol teki bulunan kanlı deri eldivenin diğer tekini, O.J. Simpson’un malikanesinin bahçesinde tek başına dolaşırken gören kişiydi.

Yoksa, dedektif Fuhrman, bir zenciyi sorumlu tutmak için, olay yerindeki bir çift eldivenin sağ tekini, malikanenin bahçesine mi atmıştı? Ayrıca, iki genç insanın boğazını kesip, onlarca bıçak darbesi sapladığı halde, kanlı hiçbir giysi ve ayakkabısı bulunmayan O.J. Simpson, bu eşyalarla, cinayet silahını yok edebilecek kadar titiz davranmışken, cinayet sırasında elindeki eldivenin bir tekini cesetlerin yanına, diğer tekini kendi evinin bahçesine atacak kadar aptal mıydı? Avukat Cochran başarmıştı. Jüri, dedektif Fuhrman’ın Hitler hayranı bir zenci düşmanı olduğundan artık emindi.

ELE SIĞMAYAN KANLI ELDİVENLER

"O.J. Simpson Davası" denince, herkesin aklına deri eldivenler gelir. Malikanesinin bahçesinde bulunan sağ tekinde sadece kendi kanı değil, kurbanların kanları, ayrıca garsonun saçlarıyla O.J.’in otomobilinin döşemesine ait lifler de bulunmuştu. Savunma, bunları hiç gündeme getirmedi, sadece eldivenlerin O.J. için çok küçük olduklarında ısrar etti ve jürinin önünde giymesini istedi.

Savcı Marcia Clark, ısrarla eldivenlerin kanla ıslandığını, bu nedenle çektiklerini, eline sığmasının imkansızlığını defalarca dile getirip, engel olmaya çalıştıysa da, yargıç Ito bu tiyatroya izin verdi ve o gece, milyonlarca kişi 200’den fazla televizyon kanalında, yüzünde küçümser bir gülümsemeyle O.J.’in kanlı eldivenleri ellerine bir türlü geçiremeyişini ve avukat Cochran’ın jüriye dönerek, yavaş, çok yumuşak bir sesle ve kafiyeli biçimde "Uymuyorsa, beraat ettirmek zorundasınız" (if it doesn’t fit, you must acquit) deyişini izledi.

Sahnede bir Çinli ve bulduğu dört sorun

O.J.’in beraatinin mimarı ne yerleri değişen deliller, ne dedektif Fuhrman’ın zenci düşmanlığı, ne de ele sığmayan eldivenlerdi. Rüya takımının danışmanlarından Henry Chang-Yu Lee’ydi. Tayvan polis okulunu bitirdikten sonra, cebinde 50 dolarla yıllar önce ABD’ye göç eden, adli bilimler eğitiminin ardından, New York Üniversitesi’nde biyokimya yüksek lisansı ve doktorası yapan Henry Lee’nin, Connecticut Eyaleti polis kriminal laboratuvarı başkanı olduğu bir dönemde Simpson’un savunmasına katkıda bulunması hepimizin garibine gitmişti.

Davanın ilerleyen safhalarında Washington’da biraraya geldiğimiz küçük bir ev toplantısında, yere yaydığı fotoğraf ve belgeleri tartışırken, hepimiz ona hak verdik. Duruşmada dile getirdiği sorunlardan sadece dördüne değinmek istiyorum. Bunlardan ilki bir dondurma kabıydı. İkincisi bir ayakkabı izi. Üçüncüsü ölen garsonun üzerindeki O.J.’in saçları ve nihayet kanın pıhtılaşmasını engellemek üzere kullanılan EDTA adlı bir madde.

DONDURMA KABI

O.J. Simpson cinayet gecesinde 20-25 dakikalık bir zaman aralığında nerede bulunduğunu açıklayamamıştı. Evi, cinayetlerin işlendiği mekana arabayla beş dakika uzaktaydı ve bu süre, cinayetleri işlemesine yetecek uzunluktaydı. Önemli olan, Nicole ile Ron’un tam ne zaman öldürüldüklerinin bilinmesiydi.

Ancak otopsileri gerçekleştirenler, ölüm zamanı hakkında kesin bir saat veremedikleri gibi, cesetlerin mide içeriklerini yanlışlıkla attıklarını belirtmişlerdi. Halbuki Nicole’ün en son ne zaman ve ne yediği tam olarak biliniyordu ve sindirimin aşamalarından, ölüm zamanını doğruya yakın bir şekilde tahmin etmek mümkün olabilirdi. Henry Lee, otopsideki bu eksikliğin olay yeri incelemesiyle giderilebileceğini, ancak büyük bir dikkatsizlik yapıldığını dile getirdi. Cesetlerin bulunmasının hemen ardından ilk fotoğraflar çekilmeye başlanmıştı ve bunlardan birinde, yerde yan yatmış bir dondurma kabı görülüyor, ancak içinde dondurma bulunup bulunmadığı anlaşılmıyordu. Erimenin derecesinden, ölüm zamanı hesaplanabilirdi.

Her bir jüri üyesinin gözleri içine bakarak, yavaş, basit ve 30 yıldır kurtulamadığı (kimi zaman kasten yaptığını sandığım), r harflerini söyleyemediği Çince aksanlı İngilizcesiyle "There is something wrong" (Burada yanlış bir şey var) dedi.

Henry Lee, bilirkişilerin çapraz sorgusu sonunda, jüriye hep aynı şekilde bakıp, "There is something wrong" dediğinde, O.J. Simpson özgürlüğüne bir adım daha yanaştı.

10 NUMARA AYAKKABI KİMİN

Olay yerindeki kanlı ayakkabı izlerinin 12 numara, İtalyan el yapımı Bruno Magli ayakkabılara ait olduğu anlaşılmıştı. O.J., Bruno Magli’sinin bulunmadığını söylüyordu. Henry Lee, olay yeri fotoğraflarında bu izlerin yanı sıra, 10 numara olduğunu tahmin ettiği bir spor ayakkabının taban izlerinin de bulunduğunu gösterdi. Polis bu izleri fark etmemiş, özel kimyasallar püskürterek belirgin hale getirmemişti. Savunma bu veriyi, olay yerinde başka birisinin daha bulunduğu, ancak inceleme yapılmadığından kime ait olduğunun saptanamadığı şeklinde kullandı.

Savcılık için durum giderek sarpa sarıyordu. 10 numara izler, büyük bir olasılıkla, ayaklarına koruyucu galoş giymeyen polis memurlarından birine aitti. Bunu dile getirse, polislerin hatasını kabul ediyor durumuna düşecekti. Dile getirmese, ikinci birinin varlığını kabul edecekti. Sessiz kalmayı tercih etti. Bu bir ceza davası olduğundan, jüri üyelerinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde şüphelinin suçlu olduğuna kanaat getirmesi gerekiyordu. Kuşku, her geçen gün, tırmanarak artıyordu, "makul şüphe", artık "kuvvetli şüphe"ydi ve bu, beraat demekti.

SAĞA SOLA DAMLATILAN KAN

Gazetecilerin objektiflerinden korumak amacıyla, cesetlerin üzerine evde bulduğu örtüyü seren dedektif Lange, ölen garsonun gömleğindeki O.J.’e ait saç kıllarının delil olarak kullanılamamasına neden oldu. Çünkü Simpson’un çocuklarını görmek üzere, boşandığı karısının evine girip çıktığı bilinen bir gerçekti. Boşuna "Her temas bir iz bırakır" denmemişti. O.J.’in saçları kanepeye, kanepeden örtüye, örtüden gömleğe transfer olmuştu.

Ama, olay yerindeki ayakkabı izlerinin yanındaki kan damlalarında, arka bahçenin demir kapısı üzerinde, ayrıca O.J.’in yatak odasında yere atılmış erkek çorabının koncundaki, DNA özellikleri Simpson’u tutan kan lekelerinde, FBI laboratuvarından Robert Martz’ın EDTA adlı bir kimyasalı bulması, her şeyin üzerine tüy dikti. EDTA, kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir maddeydi ve O.J. tutuklandığında, sağlık memurunun DNA karşılaştırmalarında kullanılmak üzere kendisinden aldığı kana katılmıştı. Memur, 8 mililitre kadar kan aldığını söyledi. Laboratuvar sadece 6.5 mililitresinin hesabını verebildi. Henry Lee, "1.5 mililitre kan nereye gitti?" diye sordu. Kimse cevap veremeyince, dedektif Vannatter’in, suçu O.J.’in üzerine atmak için, sağlık memurundan teslim aldığı kanı, olay yeri inceleme memurlarına vermeden önce, oraya buraya damlattığı sonucuna vardı. Robert Martz’ın deneylerde hata yaptığı anlaşıldığında, iş işten çoktan geçmişti.

HERKES ZENGİN OLDU

Milyonlarca zencinin mutluluk çığlıklarıyla kutlanan beraat kararından iki yıl sonra, ölenlerin aileleri bir hukuk mahkemesinde tazminat davası açtı. Hukuk davalarında, ceza davalarından farklı olarak, jüri üyelerinin, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde kişinin suçlu olduğuna inanması gerekmiyor. Eldeki delillerin yanı sıra, O.J.’in bir gazeteci tarafından çekilmiş, ayağında Bruno Magli ayakkabılarını gösteren fotoğrafının ortaya çıkması üzerine, bu kez çoğunluğu beyazlardan oluşan bir jüri, 33.5 milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm etti. Simpson, tazminatı ödemedi, suçsuz olduğunda ısrar etti. Savcıdan polislere, ölenlerin ailelerinden jüri üyelerine, davaya karışan herkes bir kitap yazdı, televizyon programları yaptı, dolar milyoneri oldu ve olmayı sürdürüyor. O.J. Simpson’un "Ben yapmış olsaydım" (If I did it) adlı kitabını ise, kamuoyunun baskısı yüzünden, henüz kimse dağıtmaya cesaret edemiyor.
Yazarın Tüm Yazıları