Paylaş
Güneşli ama serin ve rüzgarlı bir cumartesi sabahıydı. 11 Nisan 1953. Roma’nın 20 kilometre kadar uzağındaki plajların birinde çalı çırpı toplayan temizlik işçisi Fortunato Bettini, soluklanmak için bir an durdu, elindeki küreği kuma sapladı, torbasındaki yarım ekmeği çıkarttı, ağzına götürürken denize doğru baktı. “Böyle boş olması ne güzel, ay sonuna doğru iğne atsan yere düşmez bir hal alacak.” diye geçirdi içinden. Aslında yanılıyordu. Bulunduğu yer, halka açık olmakla birlikte, az ötedeki malikanelerde oturan zenginlerin tercih ettiği Torvajanica plajıydı, orta halliler, 15 kilometre kuzey-batıda yer alan ve Roma’ya daha yakın olan Lido di Ostia plajına doluşurdu.
İşçi Fortunato, bir anda elindeki ekmeği fırlatıp, tepe aşağı koşmaya başladı, suyun kenarında bir cisim görmüştü. Gördüğü, bir kadın cesediydi. Ailesinin iki gündür kentin her yerinde aradığı, bir polisle nişanlı, 23 yaşındaki güzel Wilma Montesi’nin cesedi.
Olay yerine ilk gelen bir jandarma oldu. “Şaştım” diye anlatacaktı çok sonra, “Bir karış denizde insan nasıl boğulur? Yarı bedenine kadar suyun içindeydi, bacaklarından tutup kumsala çektim, sağ sola çevirdim, kimlik aradım.” (Çevredeki ayakkabı ve otomobil lastik izlerininin bu yüzden kaybolduğu iddia edilecekti.)
Genç kızın üzerindekiler, resmi kayıtlara “Boynundan tek düğmeli sarı ceket, beyaz gömlek, üzerinde küçük ayı motifleri olan iç çamaşırı” şeklinde geçti. “Ayakkabı yok, çorap yok, etek yok, çanta yok, saat ya da başka takı yok.”
İlk ifadesinde ablası Wanda “Babamız marangozdur. Öğle yemeğinden sonra kardeşimi alıp atölyesine döndü, annemle ben sinemaya gittik. Wilma yeni ayakkabılarının vurduğundan, topuğunun su topladığından şikayetçiydi, deniz suyunun iyi gelebileceğini söylüyordu” diye anlattı. “Onu, saat 17:20’de gördüm” dedi komşu kapıcı, “Ostia trenine yetişmeye çalışıyordu. Oysa, Ostia’ya son tren saat 17:30’dadır. Evle garın arası, taksiyle bile on dakikadan fazla sürer.”
Kapıcı onu gerçekten saat 17:20’de mi, yoksa daha önce mi gördü, bilinmez. Ostia treninde rastladığını söyleyen bir tanık da, daha sonra benzetmiş olabileceğini kabul etti. Aslında, izleyen yıllarda ortaya çıkan 200 kadar tanığın, hangisinin doğru, hangisinin yalan söylediği de pek anlaşılamadı. Ancak Roma adli tabibinin, kızın ayağında su toplamasına ilişkin bir ize rastlamadığı muhakkak.
İyi de, kız Ostia plajına gittiyse ve ayakkabılarını, çoraplarını çıkartıp ayaklarını suya soktuysa, cesedi 15 kilometre güneydeki Torvajanica plajına nasıl gelmişti?
“Onu bunu anlamam” dedi annesi, “Haydi, ayakkabısını, çorabını, eteğini çıkarttı, bir kenara bıraktığı çantasını, saatini dalgalar götürdü ya da çaldılar diyelim, peki çoraplarını tutturduğu siyah saten jartiyeri nerede? Onu takmadan sokağa çıktığı görülmemiştir.” Baba Rodolfo da jartiyerin enini, boyunu, şeklini, şemailini en ince ayrıntılarına varıncaya dek biliyordu. Kısacası aile, Wilma’nın öldürüldüğüne emindi.
GAGASINDA SİYAH JARTİYER TAŞIYAN GÜVERCİN
Halbuki, Roma Adli Tıp Enstitüsü’nün otopsi raporuna göre, herhangi bir darp, cebir izi yoktu, ırza geçme ya da teşebbüs belirtisi yoktu, midesinde alkol ya da herhangi bir uyutucu - uyuşturucu madde kalıntısı yoktu. Akciğerindeki tuzlu su, suda boğulduğunun; vücut boşluklarındaki kum, sığ sularda kaldığının işaretiydi. Suda boğulmasının nedeni “sincope dovuta ad un pediluvio” şeklinde açıklanıyordu. Türkçesi, “ayak banyosuna bağlı senkop”.
Senkop, adli tıp uzmanlarının işin içinden çıkamadıklarında sarıldıkları sihirli bir sözcük. Kan görme’den, yakası sıkı gömlek baskısı’na; korku’dan kan şekeri düşmesi’ne kadar çeşitli durumlarda (tabii, beyin tümörlerinde, beyin damarlarındaki kusurlarda da) ortaya çıkan, birden beliren geçici bilinç kaybı, bayılma olarak tanımlanır.
Polis başlangıçta, “Ya intihar, ya kaza” açıklamasında bulundu. Soruşturmayı ilerlettikçe, “Pek yakında bir meslektaşımızla evlenecekmiş, gayet mutlu ve neşeliymiş, sabah iç çamaşırlarını yıkamış, üstelik evin anahtarlarını alıp çıkmış. İntihar etmek isteseydi, bunca uzağa neden yolculuk etsin, bütün kızlar gibi Tiber nehrine atlardı” diyerek, intihar olasılığını bir yana bıraktı. “Regl döneminin son günleriydi, karnı açtı, ayağındaki yarayı deniz suyuyla ovalamak için yere eğildiğinde, başı dönüp düşmüş, yüzme bilmediğinden boğulmuş olmalı, dalgalar iki günde bedenini Ostia’dan Torvajanica kumsalına sürüklemiş” senaryosunu tercih etti.
Kızın yarısı tamamlanmış gelinliğinin örttüğü tabut, daha morgdan çıkarken başladı dedikodular. “Aile haklı, kaza da, intihar da olamaz, bu mutlaka cinayettir” diye fısıldaşanlar oldu. “Ostia’da boğulduysa, ceset 15 kilometre ötede nasıl karaya vurdu? Rüzgar da yok, akıntı da. Torvajanica kıyısında, sosyetenin ve siyasetçi çocuklarının gece partileri düzenlediğini herkes biliyor. İçki içip, uyuşturucu kullanıyorlar, zavallı kızcağıza bir madde vermiş, kendinden geçince tecavüz etmiş, sonra suya atıp boğmuş olmalılar.” Birkaç güne varmadan, “Polis, savcı, adli tabip birlik olmuş, gerçeklerin üzerini örtüyor” noktasına varıldı.
4 Mayıs 1953’te, Napoli’de çıkan bir tabloid gazete “Polis, Wilma Montesi’nin ölümüne neden sessiz kalıyor?” başlıklı bir yazı yayınladı ve cesedin bulunmasından on gün önce kızın Torvajanica plajında “ileri gelen bir siyasetçinin oğluyla” birlikte görüldüğünü dile getirdi. Bu siyasetçinin kim olabileceğine ilişkin spekülasyonlar sürerken, politik mizah dergisi Il Merlo Giallo, bu soruyu bir karikatürle yanıtladı: Gagasında siyah jartiyer taşıyan güvercin.
Güvercinin İtalyancası “piccione”dir, çoğulu “piccioni” ve Piccioni, Hristiyan-Demokrat Parti’nin kurucu ve ileri gelenlerinden, birkaç yıl öncesinin adalet bakanı, bir ay sonra yapılacak seçimde başbakanlığa oynayan Attilio’nun soyadıydı.
MEDYAYA GÖRE KATİLLER BELLİ
Birisinin başı, takılı olmayan bir jartiyer yüzünden belaya girmek üzereydi. Wilma Montesi, o gün evden çıkarken belki çorap bile giymemişti. Dolayısıyla jartiyer takmamıştı. Savcıya göre, ölüm nedeni kazaydı. Jartiyer evde miydi, değil miydi diye bir kaygısı olmamıştı. Sokaktaki durum ise farklıydı. Dalgaların gücü jartiyeri yerinden sökmeye yetmeyeceğine göre, kötü emeller besleyen biri çıkartmıştı. Muhtemelen, bakan Attilio Piccioni’nin caz piyanisti, etek düşkünü oğlu Piero! İtalya’nın irili ufaklı ne kadar gazetesi varsa, yaz boyu hep bu kuşkuyu dile getirdi.
Dananın kuyruğu 6 Ekim 1953’te koptu. 24 yaşındaki gazeteci Silvano Muto, yayıncısı olduğu Attualita adlı tabloid gazetede, “Wilma Montesi’nin ölümünün ardındaki gerçek” başlığını taşıyan bir yazı yayınladı. “Adı bende saklı, herşeyi bilen iki genç hanıma göre, Wilma Montesi, marki Ugo Montana’nın Capocotta malikanesinde düzenlenen sosyete partisinde, aşırı uyuşturucudan fenalaşıp ölmüş. Çıplakmış. Gömleğini, ceketini, külodunu giydirip yakınlardaki Torvajanica plajına bırakmışlar, boğulma süsü vermişler.” Halkın gözünde şüpheli sayısı ikiye çıkmıştı. Piero Piccioni ve marki
Ugo Montana.
“Olay yerine ilk gelen jandarma, cesedi evirip çevirmiş, etrafında dolaşıp durmuş. Böylelikle katillerin ayak izini silmiş” dedi birileri. “Otopsi raporunda, midesinde alkol ve uyuşturucu kalıntısı bulunmadığı yazılıydı. Bunların midede değil, kanda ve idrarda aranması gerektiğini çocuklar bile bilir.” “Ağzını, burnunu anladık da, vajinasında bile kum bulunmuş, kızlık zarı sağlamsa, içeriye kum nasıl girer?”
Haklıydılar doğrusu. Olay yeri incelemesi de, otopsi de özensizdi. Ancak, bazı genç kızların sağlam zarlarının, değil kum tanesi, erkeğin cinsel organını bile geçirebilecek elastikiyette olduğunu söylemeye kimse cesaret edemedi. Sosyete aleminde masum ve tertemiz bir kızın ırzına geçildiğine, uyuşturucu verilip öldürüldüğüne inananların sayısı çığ gibi artıyordu.
MAKSAT ÜZÜM YEMEK DEĞİL, BAĞCIYI DÖVMEK
Beyaz saçlı marki Ugo Montana, kendisini seks ve uyuşturucu alemlerinin düzenleyicisi, vergi ve uyuşturucu kaçakçısı, ayrıca Alman casusu olarak suçlayan gazeteciden davacı oldu. Silvano Muto haber kaynaklarının adını açıklamak zorunda kaldı: Adriana Concetta Bisacca ve Anna Maria Moneta Caglio. Adriana, artist olmak umuduyla başkente taşınan taşralı bir kızdı. Uzun boynu, siyah saçları yüzünden, medyanın “Kara Kuğu” adını takdığı Anna ise, ünlü bir avukatın kızıydı, markinin eski sevgilisiydi ve genç İtalya Cumhuriyeti’nin ilk “süper tanık”ı olarak tarihe geçecekti.
Bir genç kızın ölümünü aydınlatmaktan çok, farklı siyasi görüşlerin çatıştığı bir arenaya dönüşen, Hıristiyan-Demokrat Parti’nin yaşlı kuşağını tasfiyede kullanılan Wilma Montesi meselesine, gelecek hafta devam edeceğim.
Paylaş