Havada ne var? Suda ne var? KOKAİN

Dağ köylüleri ile balıkçıların birbirlerinden vazgeçmesi mümkün değildi. Birinin elinde, And Dağları’ndan topladığı, tanrıların hediyesi koka bitkisinin yaprakları, diğerinin elinde, kireci bol midye ve ıstakoz kabuğu.

Yaprakları, boyunlarına astıkları küçük kapta özenle sakladıkları kabuk tozuyla birlikte çiğnediklerinde, açlığa, susuzluğa, soğuğa, yorgunluğa ve yüksekliğe dayanabildiklerini dedelerinden öğrenmişlerdi. Güney Amerika’yı işgal eden İspanyollar, çiğnemenin yanı sıra, su ile kaynatılıp çay gibi içilen, baş ağrısından öksürüğe her hastalıkta kullanılan, damarlarından fal bile bakılan, dinsel ayinlerin, hele çocukların kurban edildiği ritüellerin vazgeçilmez yapraklarını çuvallara doldurup Avrupa’ya getirdiler. İşte Güney Amerika’nın 4 bin yıllık Valdivia kültürünü yaşatan binlerce dağ köylüsü ile balıkçının düzeni o tarihte bozulmaya başladı.

AVRUPALI TÜKÜRMEZ ŞARAP İÇER

Güney Amerika’dan gelen koka yapraklarını çiğneyip tükürmek, Avrupalılara pek ‘köylüce’ geldi. Buna karşılık, Korsikalı Angelo Mariani’nin imal ettiği, Emile Zola ve Kraliçe Viktorya hatta Papa 13. Leo’nun göklere çıkarttığı Vin Mariani’yi, yani koka yapraklı şarabı pek sevdiler.

Bu arada Alman kimyacı Dr. Albert Niemann, kırmızı meyveleri olduğundan ‘erythroxylon coca’ denen bitkinin yapraklarından kokain adını verdiği maddeyi elde ederek doktora tezini tamamlamış, Siegmund Freud 1884’te, az miktarda kokainin sağlığa zarardan çok yararlı olduğunu yazmış, Sir Arthur Conan Doyle, kahramanı Sherlock Holmes’a The Sign of Four’da (Dörtlerin İşareti) yüzde 7’lik kokain enjekte ettirmiş ve doktorlar lokal anestezi maddesi olarak kokaini kullanır olmuştu. 1885’te, Atlanta’da piyasaya çıkan ‘Pemberton’un Fransız Şarabı Koka’nın reklamlarında morfin bağımlılığına bile iyi geldiği söyleniyordu. Kokainin insan sağlığına verdiği zarar çok kısa sürede anlaşıldı. 1912 Lahey Sözleşmesi’nde, tıbbi amaçlar ve bilimsel araştırma dışındaki her türlü kullanımı yasaklandı. Aradan bir asır geçti ve organize suç örgütlerinin kokain kaçakçılığından kazandığı para yılda milyar dolarları buldu. Bu nedenle, ne insanların kokain kullanması engellenebildi, ne de Güney Amerika’nın fakir köylüleri, gerillaların zoruyla koka bitkisini ekmekten kurtarılabildi.

AMERİKA’NIN DERDİ İNTERNET ECZANELERİ

Halen dünya genelinde en az 14 milyon düzenli kokain kullanıcısı var. Bunların 6.5 milyonuna sahip olan Amerika, okullarda narkotik köpekleriyle arama yapmak dahil olmak üzere, aldığı sert önlemler (uyuşturucu suçu nedeniyle 20 saniyede bir kişi tutuklanıyor) ve ayırdığı büyük kaynaklarla (uyuşturucu ile mücadelede 1 saniyede yaklaşık 600 dolar harcanıyor), kokain kullanan 18 yaşından küçüklerin sayısını 2004 yılında yüzde 9 oranında azaltmayı başardı. Ancak, şimdi başka sorunlarla boğuşuyor. Bunlardan biri, özellikle gençlerin internet eczaneleri gibi denetlenemeyen paralel piyasalardan, bağımlılık yapan ağrı kesici ya da amfetamin türevi iştah kesicileri satın alması. Diğeri, bazı ilaç üreticilerinin hekimlere ve hastalara yönelik uyguladığı agresif pazarlama yöntemleri yüzünden, reçete yazma ve ilaç kullanma davranışının değişmesi.

Bir yaşındaki çocuklardan başlayarak, bağımlılık yapma olasılığı gözönüne alınmaksızın, metilfenidat içeren, dikkat eksikliği/hiperaktivite önleyici ilaçların yaygın biçimde kullanılması, Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu olarak bizi de çok kaygılandırıyor.

AVRUPA’DAN SONRA SIRA BİZE GELİR Mİ

Amerika’daki kokain kullanımı yerini başka maddelere bırakırken, kokain kullanımı son yıllarda Avrupa genelinde aniden artmaya başladı ve kokain kullanıcısının sayısı 3.5 milyona ulaştı. Eldeki veriler, İngiltere ve İspanya’da son bir yıl içinde, her yüz erişkinden dört ya da beşinin kokain kullandığını, bunların yarı kadarının aynı zamanda eroin bağımlısı olduğunu ve özellikle gençler arasında kokain kullanımının Ecstasy ve amfetamini geçtiğini gösteriyor. Demek ki, kokain piyasası ABD’den Avrupa’ya kayıyor.

Avrupa polisinin aldığı önlemler artınca, eminim kısa bir süre sonra Türkiye’ye kayacak. Birleşmiş Milletler’in elindeki nüfusa orantılı resmi istatistiklere göre, Bulgaristan ve İsrail’de bizden 7 kat, Lübnan ve Ürdün’de 3 kat, Yunanistan’da 12, Kıbrıs’ın güneyinde 17 kat daha fazla kullanıcı var. Bu sayılar, tehlikenin bize doğru yanaşmakta olduğunu gösteren veriler. Öte yandan istatistiklere yansıyan yasa dışı madde kullanıcı sayısının, hele devlet destekli uluslararası projelerde yer alan verilerin (araştırıcılar arasında benim de yer aldığım Türkiye ile ilgili Birleşmiş Milletler projeleri dahil), gerçeği yansıtmaktan uzak olduğuna inanıyorum.

NEHİRLER, RESMİ KAYNAKLARI YALANLIYOR

Avrupa’nın nehirleri ve tuvaletlerinde yapılan çalışmaları, resmi kaynaklardaki verileri yalanlayan kanıtlar olarak değerlendiriyorum.

2005 Ağustos’unda, Mario Negri Enstitüsü araştırıcıları, İtalya’daki Po Nehri’nin, kanalizasyonların karıştığı kuzeybatı bölümünden örnekler aldılar ve idrarda sadece kokain kullanıldığında bulunabilecek benzoilekgonin düzeylerini incelediler. Sonuçlara göre, bu çevrede yaşayanlar, her gün toplam 4 kilo, yani 160 bin doz kokain kullanmış olmalı.

Benzeri bir araştırma, kasım ayında Londra’da sonuçlandı ve Thames Nehri’ne her gün 150 bin doz kokain karıştığı anlaşıldı. İtalyanların bulduğu sayılar anketlere, hastane kayıtlarına ve suç istatistiklerine dayanan resmi verilerden 80 kat, İngilizlerinki ise 15 kat daha yüksek.

Yine kasımda, bu kez Almanlar, havzasında 38.5 milyon kişinin yaşadığı Ren Nehri’ne yılda 11 ton kokainin (piyasa değeri 1.64 milyar Euro), kanalizasyon yoluyla karıştığını açıkladılar. Her üç ülkede elde edilen veriler, kullanıcı sayısının resmi istatistiklerin çok üzerinde olduğunu göstermektedir.

AB PARLAMENTOSU’NDA BİLE KOKAİN VAR

İngiltere’nin Evening Standard gazetesi muhabirleri, Londra’nın en ünlü 10 bar ve gece kulübünün tuvalet kapağı, pisuvar, lavabo içi ve musluk üzeri raflarını 2005 Şubat’ında, sakin bir hafta içi gecesinde ıslak mendillerle sildiler. Bu mekanların altısında, idrardaki atılım ürünü benzoilekgonin yanı sıra toz kokain bulundu.

2005 Temmuz’unda, Sat1 televizyonu AKTE 05 programının çalışanları, ellerinde ıslak mendillerle Avrupa Birliği Parlamentosu’nun Brüksel’deki binasının 46 tuvaletindeki, tuvalet kağıdı tutucuları, kapı kulpları, muslukları, rafları iyice sildiler. Bu tuvaletlerin 41’inde kokain ve benzoilekgonin bulundu. Sözcü Marjory van den Broeke, parlamentonun herkese açık olduğunu, ayrıca Avrupa’daki her binada kokain izlerine rastlanabileceğini söyledi. Beş yıl önce aynı televizyon kanalı, Alman Parlamentosu’ndan aldığı örnekleri incelettiğinde, orada da kokain bulunmuştu.

YERALTI DÜNYASI GEN MÜHENDİSLİĞİNE Mİ EL ATTI?

Piyasadaki kokain, hiçbir zaman yüzde yüz kokain içermez. Kazancı artırabilmek amacıyla çeşitli beyaz tozlarla seyreltilerek satılır.

Güvenlik birimleri, geçen yıla oranla neredeyse 2 kat daha fazla kokaine el koydukları ve kullanıcı sayısı değişmediği halde, piyasada mal sıkışıklığı yaşanmadı. Talep aynı kaldığına, buna karşılık arz düştüğüne göre, ya malın fiyatı artmalı, ya da saflığı azalmalı, yani daha fazla seyreltilmeliydi. Halbuki bu yıl Avrupa ve Amerika pazarlarında malın fiyatı düştüğü gibi, saflığı da azalmadı.

Bu durumu değişik şekillerde yorumlamak mümkün. Belki bilmediğimiz kokain depoları var ve buradan piyasaya mal sürülmeye devam ediliyor. Belki yasa dışı ‘kimyacılar’, koka bitkisinden kokain eldesinde kullanılan daha verimli teknikler buldular. Belki henüz açığa çıkaramadığımız kaçakçılık yol ve yöntemleri var. Bu kadar çok bilinmezli bir piyasanın kontrol edilmesi olanaksız.

Depo ve kaçakçılık yolları meselesi, polisler ve savcıların soruşturmaları daha derinlemesine yürütmesine bağlı. Ancak bir diğer olasılık, genetik modifikasyona uğratılmış, yaprakların içerdiği kokain miktarı normalden yüksek koka bitkilerinin ekiliyor olması.

Kokain eldesinde kullanılan bitkinin boyu son yıllarda uzadı. Belli miktarda yapraktan elde edilen kokain miktarının 4-8 kat yükseldiği, hatta bitkinin tarlada imhası amacıyla yapılan ilaçlamaya karşı direncinin arttığı iddiaları var. Bütün bunlar, kullanılan yeni bir gübre tipine, ya da köylülerin, ilaçlamaya karşı direnç kazanan türleri ekmesine bağlanabilir.

Ancak, ister istemez akla, koka bitkisinin genetik modifikasyona uğratılmış olması geliyor. Birkaç hafta önce konuyu Kolombiya Narkotik polisi başdanışmanı dostum toksikolog Camilo Uribe ile tartıştım. Bu konuda henüz hiçbir kanıt bulamadıklarını söyledi. Esrar eldesinde kullanılan cannabis bitkisinin de, daha yüksek etkin madde (tetrahidrokannabinol) içeren bir varyantının bulunduğuna ilişkin haberler de dikkate alınırsa, yeraltı dünyasının gen mühendisliği gayretlerinin ciddiye alınması gerektiği kanaatindeyim.

KOKAİN YAĞMUR ORMANLARINI DA YOK EDİYOR

Bu yıl, Kuzey Amerika ve Avrupa’da tüketilen 600 ton kadar kokainin neredeyse tamamı, Kolombiya, Peru ve Bolivya’daki 160 bin hektar tarladan toplanan, 250 bin ton kurutulmuş koka yaprağından elde edildi. Koka üretimi, ne yazık ki artık sadece bitkinin doğal yetişme bölgeleri olan 800 metrenin üzerindeki arazide değil, yağmur ormanları ve koruma altındaki ulusal parklar yakılarak açılan tarlalarda da yapılıyor. Ayrıca kokain de, yine bu ormanlık alanda oluşturulan yasa dışı laboratuvarlarda, sülfat asidi, hidroklorik asit, amonyak, soda, eter ve potasyum permanganat kullanılarak elde ediliyor. Bu sırada ortaya çıkan 15 bin ton kimyasal atık, Kolombiya, Peru ve Bolivya’nın su yollarına ve toprağına karışıyor. Bu nedenle, Amazon ve Orinoco nehir sisteminde yaşayan 210 memeli canlı, 600 kuş, 100 sürüngen ve 600 kuş türü de tehdit altında.

Öte yandan Kolombiya’da uyuşturucu kaçakçılığı ile bağlantılı gerillalar, hükümetin gücünü sarsmak ve halkı bezdirmek amacıyla, sık sık petrol boru hatlarını bombalıyor, buradan akan petrol de çevreyi kirletiyor. Bir tek boru hattı, 1986’dan bu yana en az 700 kez saldırıya uğradı ve ekosisteme 2.2 milyon varil petrolün dökülmesine yol açtı. Buna bir de güvenlik birimlerinin, şimdilerde toplumun baskısı nedeniyle terk ettiği, ancak uzun yıllar sürdürdüğü koka tarlalarının glifosat ile havadan ilaçlamasını eklemek gerek.

Son 20 yılda koka ekimi için kesilen ağaçlar ve kokain üretimi sırasında oluşan atıklar yüzünden, bu ülkeler milyonlarca hektar yağmur ormanını kaybetti. Bir yandan, fotosentez ile karbondioksidi oksijene çeviren ağaçlar azalıyor, atmosferde ‘sera’ etkisi yapan gazlar artıyor, küremiz ısınıyor, diğer yandan kullandığımız her 6 ilaçtan birinin hammaddesini içeren bitki türleri yok oluyor. Kısacası, kokain kullananlar, sadece kendi sağlıklarına zarar vermiyor, dünyamızı giderek yaşanmaz hale sokuyorlar.

MARADONA’DAN KATE MOSS’A ÜNLÜLERİN KOKAİN MERAKI

‘Her şey kolumdaki bir enjektörle başladı ve şimdi her şey kolumdaki bir enjektörle bitiyor.’ 20 yıl önce kokain etkisi altındayken kayınvalidesi ve beş yaşındaki üvey kızını öldüren 49 yaşındaki John Hicks’in, 29 Kasım 2005 Salı günü saat 10.20’de, idam cezasının infazı için Ohio Lucasville Cezaevi’nin doktoru damarına girdiğinde söylediği son sözlerdi bunlar.

Her yıl kokain etkisinde öldüren, kokain yüzünden ölen onbinlerce insandan biri John Hicks, ama kimse onun sözlerine kulak asmıyor. Maradona’nın kokain macerası, Al Pacino’nun Scarface’te kokain çektiği sahne, Kill Bill 2’deki kullanıcılar, gençlerin ilgisini her zaman daha fazla çekiyor. Boy George’un evinde 13 paket kokain bulunması, Ozzy Osbourne’un bu yılki Avrupa turnesinde kokaine kaç para harcadığı tartışılıyor.

Bugünlerde, model Kate Moss herkesten daha fazla gündemde. Önce, kokain kullanmaya hazırlanışını gösteren fotoğrafı Daily Mirror’a kapak oldu. Daha sonra, internette herkes, Moss’un kokain kullanırken çekilen video kaydını birbirine göndermeye başladı. Ünlü model, bir yandan Burberry ve Chanel’deki işlerini kaybetti ama, ressam Stella Vine’ın tablosunda ölümsüzleşti. Bu yüzyılın Mona Lisa’sı olarak tanımlanan Moss, Londra’da sergilenen ‘Must Be the Season of the Witch’ (Cadının Mevsimi Olmalı) adlı tabloda, kokain kullanmak üzere hazırlık içinde gösteriliyor.

Kısacası ünlüler, kokainin gündemde kalmasına neden oluyor.
Yazarın Tüm Yazıları