Geçen hafta, sevgili Ertuğrul Özkök, "Özellikle İstanbul’da herkes bir ’Giuliani mucizesi’ bekliyor.
New York’un efsanevi belediye başkanı, Harlem’i bile güvenli bir bölge haline getirmeyi başarmıştı. Onun ’sıfır tolerans’ politikası çok etkili olmuş ve sırf bu başarısı Giuliani’yi Amerikan siyasetinin en güvenilir simalarından biri haline getirmişti" diye yazdı. Belki, Rudolph Giuliani’nin sırrını merak edersiniz diye düşündüm.
15 yılda, suçun her türlüsü ikiye katlanmıştı. "Böyle giderse, 1990’ların ortasına varmadan suç patlaması yaşanır" deniyordu. Beklenen olmadı. 1990’ların başında Amerika Birleşik Devletleri’nin her köşesinde, suçun her türlüsü azalmaya başladı ve 2001’e gelindiğinde, ülke genelinde adam öldürme, yaralama, gasp ve hırsızlıkta yarıya yakın bir düşüşe ulaşılmıştı.
Kent sıralamasında, New York birinciydi. Cinayet sayısında yüzde 73.6’lük bir azalma sağlanmıştı. "Dünya suç başkenti", artık "dünya suçla mücadele başkenti"ydi ve bu başarı, 1994’ten 2001’e, üst üste iki dönem belediye başkanlığı yapan, İtalyan asıllı, New York doğumlu, hukukçu Rudolph (Rudy) Giuliani’nin politikalarına mal edildi.
Halbuki aynı dönem içinde San Diego, cinayetleri yüzde 72.8, Austin, San Jose, Seattle yüzde 69 oranında azaltmayı başarmıştı. Medya, bu kentlerin başarısıyla ilgilenmeyince, kimse ilgilenmedi. New York’un nüfusu az eksik, San Diego’nunki az fazla ya da New York’ta 10 yılda öldürülenlerin sayısı 20-25 kişi daha fazla olsaydı, listenin başına San Diego yerleşecek, herkes kuzeydoğunun değil, güneybatının mucizesinden söz edecekti. İlginç olan, Giuliani, New York’ta görev yaparken, San Diego belediye başkanı bir kadındı ve Susan Golding’in suçla mücadele stratejisi, "sıfır toleransın" s’sini bile içermiyordu, kısacası New York’takine taban tabana zıttı.
KIRIK CAMLARDAN SIFIR TOLERANSA
1982 yılıydı. The Atlantic Monthly dergisinde iki sosyolog, James Wilson ve George Kelling "Kırık Camlar" adlı bir makale yayınladılar.
"Birkaç kırık camı olan bir bina düşünün" diyorlardı. "Camları yenilemezseniz, birileri gelir birkaçını daha kırar, bir süre sonra birileri binaya girmeyi dener, eğer oturan yoksa, bir güzel yerleşirler."
Ya da "Bir kaldırım düşünün" diyorlardı. "Az buçuk çöp atılmış, çöpleri kaldırmazsanız giderek artar. Başka sokaklardan gelip oraya çöp boşaltırlar. Sonunda, o sokakta park edilen araç çalınır."
Wilson ve Kelling’e göre, kırık camlar, boyası dökük evler, çöp içinde sokaklar, yanmayan lambalar, üzeri yazılı duvarlar, terk edilmiş otolar, ilgisizliğin, düzensizliğin, otorite boşluğunun işaretiydi. Bu tür mekanlar suç işlenmesine fırsat yaratıyordu ve mutlaka ortadan kaldırılmalıydı.
1984’te, New York Metro İdaresi Kelling’i çağırdı ve kırık camlar teorisini denemesini istedi. Birkaç yıl içinde New York metrosunun tüm duvarları boyanmış, tüm istasyonları yenilenmiş, ışıklandırılmış, kameralarla donatılmıştı. Ancak, suçun önlenmesine bunlar yetmiyordu.
Kelling, "kırık camlar" tezini "sıfır tolerans"a genişletti. "İlgisizliğin, otorite boşluğunun esas işareti, dilenciler, fahişeler, sarhoşlar, duvarlara yazı yazanlar, oto camlarını zorla silmeye kalkışanlar, parklarda uyuyanlar, biletsiz metroya binenler, otoları çizen, sokakta idrar yapanlar" diyordu. "Bu kişiler yüzünden, yasalara saygılı vatandaş evine çekiliyor, dış dünya suçlulara kalıyor. Düzene karşı gelenlere kesinlikle tolerans gösterilmemeli, sokaklar ve meydanlar bunların ve suçluların elinden teker teker geri alınmalı."
Teorinin tek eksiği, uygulayacak bir polis müdürüydü. Sıfır toleransın suça etkisi, ancak o zaman kanıtlanacaktı.
1990’da William Bratton, New York metrosunun güvenliğinden sorumlu polis müdürlüğüne atandı. Hayranı olduğu Kelling’in önerilerini harfiyen uygulamaya başladı. Biletsiz geçenler, vagonları kirletenler, metroda geceleyenler, dilenenler, kumar oynayanlar, içki içenler, laf atan ve sarkıntılık edenlerin üstü aranıyor, tutuklanıyor, geçmişleri, yakınları araştırılıyordu.
ABD’NİN BİR NUMARALI POLİSİ
Bratton, toplam uzunluğu 1056 kilometre olan raylar üzerinde, yılda 1 milyar yolcunun taşındığı, yerin altındaki bu ikinci New York’un tek sahibiydi. Kurduğu bilgisayar ağı sayesinde olan biteni, önündeki dijital haritadan izliyor, analizliyor, güvenlik stratejileri üretiyor, uyguluyordu. "Sıfır tolerans" sayesinde New York’un altında, cinayet, yaralama, hırsızlık, gasp, tecavüz, uyuşturucu satışı, fuhuş gibi bir zamanların olağan işlerinden hiçbiri, artık yaşanmıyordu.
Rudolph Giuliani 1994’te belediye başkanı seçilince, Bratton’u New York polis müdürlüğüne atadı. Bratton, metro güvenliği için idari ve operasyonel olarak ne yaptıysa, aynısını toprağın üzerinde tekrarladı. İki yıl sonra suç azalmaya yüz tuttuğunda ve Giuliani bunun tadını çıkartmaya çalıştığında, "Eğer New York başardıysa, her yer başarır. ABD’nin bir numaralı polisiyim. Suç salgınını tersine çeviren esas kişi benim" demeye başladı. Ve tabii, koltuğundan oldu.
Bratton, yıllar sonra 2002’de, Los Angeles polis müdürlüğüne getirildi. İlk işi Kelling’i yanına çağırmak oldu. (Hálá oradalar, birlikteler ve kitap yazıyorlar). Giuliani ise, onun yerine itfaiye müdürü Howard Safir’i atadı, kurduğu "Sokak Suçları Birimi"nin üniformasız ve genç polislerine "sıfır tolerans" politikasını sıkı sıkı ve acımasızca uygulatarak, yoluna devam etti.
GIULIANI ZAMANI DEDİLER...
Polis memuru Justin Volpe, sanat hırsızlarının korkulu rüyası, dünyaca ünlü ressam polis Robert Volpe’nin oğluydu. O sabah elindeki copu başının hizasına kadar kaldırmış "Bununla onu dize getirdim" dercesine, New York 70. bölge karakolunda bir boydan diğerine gururla yürüyordu.
Copa kan ve dışkı bulaşmıştı ve kanla dışkının sahibi, bu yürüyüşten birkaç saat sonra Coney Island Hastanesi acil servisindeydi. Zavallı adamı hastaneye bırakan polisler, "anormal eşcinsel ilişki nedeniyle yaralanmış" deyip, gittiler.
Neyse ki, Magalie Laurent deneyimli bir hemşireydi. Önce yaralının ailesini, hemen ardından emniyetin iç işler bürosunu aradı ve 70. bölge karakolunda Abner Louima adlı bir kişiye zorla tecavüz edildiğinden kuşkulandığını bildirdi.
Abner Louima iki ay hastanede kaldı, parçalanan idrar torbası ve bağırsaklarının düzelebilmesi için defalarca ameliyat edildi. Kendisini tutuklayan, "Pis zenci, şimdi Giuliani zamanı" diyerek döven ve karakol tuvaletinde copla ırzına geçen memur Justin Volpe, 1999 Aralık’ında 30 yıl hapse mahkum edildi. Halen Minnesota’nın düşük güvenlikli bir cezaevinde tutuluyor. 2025’te serbest kalacak. Louima, New York kenti aleyhine açtığı tazminat davasından 8.75 milyon dolar aldı.
30 yaşında, evli, iki çocuk babası güvenlik elemanı Abner Louima’yı bu hale düşüren, 9 Ağustos 1997 gecesi iki kadın arasında başlayan, daha sonra 20-30 kişinin katıldığı bir bar kavgasıydı. Olay yerine sevk edilen 70. bölge karakolu polislerinden birine, Justin Volpe’ye, yumruk attığı iddiasıyla tutuklanmıştı.
Polis otosunda başlayan, gözaltındayken süren ve tuvaletteki olayla noktalanan olay, sadece New York’ta değil, ülkenin pek çok yerinde göçmen ve azınlık gruplarının protestolarına yol açtı. Binlerce kişi yürüdü, karakolları çevirdi. Onlara göre, polisin bu davranışının tek bir sorumlusu vardı: New York belediye reisi Rudy Giuliani’nin, azınlıkları, zencileri, fakirleri, evsizleri hedefleyen "sıfır toleransı".
AMADOU DIALLO CİNAYETİ
Amadou Bailo Diallo, 23 yaşındaydı. Afrika’nın Gine’sinden New York’a, bilgisayar mühendisi olmak için gelmişti. 4 Şubat 1999 sabahı kahvaltı etmiş, Wheeler Caddesi’ndeki evinden çıkmıştı ki, sivil plakalı bir Ford Taurus yaklaştı, önünde durdu, içinden sivil giyimli, beyaz tenli dört kişi fırladı. Birkaç dakika sonra Amadou Diallo, bedenine isabet eden 19 kurşunla yerde yatıyordu. Gelenler polisti. Sokak Suçları Birimi’nde görevliydiler. Mahkemede, Diallo’yu aranan bir seri katile benzettiklerini anlattılar (Katil daha sonra yakalandı). Polis olduklarını yeterince yüksek sesle söylediklerini, ellerini yukarıya kaldırmasını istediklerini, bu sırada elini cebine attığını, silah çıkartacağını düşünerek ateş ettiklerini bildirdiler. 41 el ateş etmişlerdi. Genç adamın üzerinde, cüzdanından başka hiçbir şey bulunamadı.
Afrikalı Diallo’nun öldürülüşü büyük yankı uyandırdı ve Rudy Giuliani, New York polisini, aşırı güce başvurmaya, ırkçı davranmaya, süratle silaha davranmaya teşvikle suçlandı.
Polislerin 25 Şubat 2000’de beraatleri üzerine ayaklanmalar çıktı. 1700 kişi tutuklandı. Tutuklananlar arasında, 2001 ve 2005 belediye başkanlığı seçimlerine adaylığını koyacak Porto Riko asıllı Fernando Ferrer de vardı.
New York kenti, Diallo’nun annesine 3 milyon dolar tazminat ödedi. Bu arada, 11 Eylül faciası gerçekleşmiş, belediye başkanlık seçimleri yinelenmişti. Yeni başkan Michael Bloomberg’in ilk icraatlarından biri, Giuliani’nin Sokak Suçları Birimi’ni lağvetmek ve "sıfır tolerans" politikasını terk etmek oldu. Suç, azalmaya devam etti.
Genç Afrikalı’nın ölümü, Bruce Springsteen’den Ziggy Marley’e 50’ye yakın müzisyenin şarkılarına, romanlara, TV dizilerine, sinema filmlerine de konu olmakla kalmadı, 2005 belediye başkanlığı seçimlerinin de kaderini etkiledi. Cumhuriyetçi Bloomberg’in göreve devam etmesini isteyen New York Times ve başka büyük gazeteler, beş yıl önce Diallo’nun ölümünü protesto ettiğinden tutuklanan Demokrat rakibi Fernando Ferrer’in, polis müdürlerinin basına kapalı bir yemekli toplantısında, "Diallo’nun ölümü bir cinayet değil, bir trajediydi" dediğini yazdılar. Ferrer, siyahların desteğini bir gecede kaybetti. Bloomberg yeniden belediye başkanı oldu.
Suçu azaltan kurşunsuz benzin
1990’lı yıllarda, dünyanın diğer ülkelerinde suç sürekli artarken, ABD’deki gidişin nasıl olup da aniden tersine döndüğünü açıklamaya çalışan pek çok görüş var. Toplum merkezli, problem merkezli ya da bilgisayar destekli polislik gibi yeni uygulamalar, polis memuru ve tutuklama sayısında artış, hapis cezalarının paraya çevrilmemesi, "crack" kokain bağımlılarının azalması, nüfusun yaşlanması, silah yasalarının sertleşmesi, ekonominin güçlenmesi bunlardan bazılarıdır.
Kolayca akla gelmeyen, ancak suçu azalttığına kesin gözüyle bakılan ve dönemin belediye başkanı ya da polis müdürlerine mal edilemeyecek başka etkenler de var. Örneğin, kurşunsuz benzin ve boyalar bunlardan biri.
1970’lerin başında Pittsburgh Tıp Fakültesi’nden çocuk psikiyatrı Dr. Needleman, kurşunun çocuklarda IQ değerinin düşmesine yol açtığını kanıtlamış, bu bulgular benzin, boya ve diğer pek çok üründeki kurşunun azaltılmasını sağlamıştı. 1990’ların sonlarına doğru, gelişmekte olan çocuk beyninin frontal lobunda, yani alın bölgesindeki kısmında biriken kurşun ve diğer ağır metallerin çocuklarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, antisosyal davranış ve şiddete yol açtığını gösteren araştırmalar yayınlanmaya başladı. Böylelikle kurşun ve suç arasında bir ilişki olduğu anlaşıldı. 1970’lerde doğan çocuklar, kurşunsuz ortamlarda büyüme şansını yakalamıştı ve istatistiklere göre tüm toplumlarda en çok suç işlenen 18-25 yaş dilimine geldiklerinde, takvimler 1990’ların ortasını gösteriyordu.
İSTENMEYEN ÇOCUKLAR DOĞARSA
ABD’de suçun azalmasını sağlayan ve yine hiçbir belediye başkanıyla polisin başarı hanesine yazılamayacak etkenlerden bir diğerinin, 1970 yılında New York eyaletinde, kürtajın, 24 haftalık gebeliğe kadar ve isteme bağlı olarak serbest bırakılması olduğu söylenir. Kürtaj, New York’tan önce sadece Colorado eyaletinde yasaldı, ama durdurulabilmesi için, gebeliğin ya anne yaşamını tehdit etmesi ya da ırza geçme veya ensest sonucu gelişmesi gerekirdi.
Zenci, yoksul, evli olmayanlar gibi risk gruplarındaki istenmeyen çocukların aile içi şiddete, ihmal ve istismara uğrayabileceğini, bu yüzden evden kaçma, okulu terk, uyuşturucu bağımlılığı gibi risklere daha açık olduklarını ileri sürerek, kürtaj-suç ilişkisini ilk irdeleyen, 1999’da Chicago Üniversitesi’nden iktisatçı Steven Levitt’tir.
Levitt, 1970’te kabul edilen kürtaj yasası sayesinde istenmeyen çocukların doğmadığını, suç işleme riski taşıyan bu çocukların sistemde yer almaması nedeniyle 1990’lı yıllarda New York’ta suçun azaldığını ileri sürer.