Eşcinsel cinayetleri

Paris’in ilk "Beyaz Gece"siydi. 2002’den başlayarak, ekimin ilk cumartesisini pazara bağlayan gece, rengarenk aydınlatılan sokaklarda dans edilecek, müzelere, tiyatrolara, konserlere gidilecek ve kimse uyumayacaktı.

Saat sabah 2.30’a geliyordu. Beyaz Gece’nin fikir babası Fas kökenli Belediye Başkanı Bertrand Delanoe, belediye binasında, sabaha kadar sürecek eğlencelere katılan halkın arasında, büyük bir keyifle dolaşıyordu. Aniden, karnına bir bıçak saplandı. 39 yaşındaki Cezayirli Azedine Berkane hemen yakalandı. Başkan, seçimlerden önce bir TV programında eşcinsel olduğunu ilan etmişti. Azedine, eşcinsellerden nefret ettiğini, onu bu nedenle öldürmek istediğini söyledi. Başkan ölmedi. 12 Ocak 2004’te, saldırganın akıl hastası olduğuna karar verildi ve bir psikiyatri kliniğine gönderildi. Beyaz Geceler sürüyor. Hatta 16 Eylül gecesi, Paris ve İstanbul Belediye Başkanlarının önderliğinde, Beyoğlu’nda da düzenlenecek. Eşcinsellere yönelik nefret de sürüyor. Yapılan araştırmalar, "Cinsel ilişki teklif ettiği için öldürdüm" ya da "Baştaki pazarlığa uymadı" savunmasının, gerçeği her zaman yansıtmadığını ve cinayetlerin ardında nefretin yatabileceğini de gösteriyor. Baki Koşar, Cevat Tuksavul, Emre Kuytu, Aziz Çabuk, Deniz Tüney, Ekrem Yılmaz, Özdemir Hunca, Zeki Ercan ve daha nicelerini öldürten, nicelerine saldırtan da, belki açıklanan nedenler değil de, eşcinsel nefretiydi.

Eşcinsellere yönelik şiddetin nedenlerini inceleyen kriminolojik çalışmalar, yeni sayılır. Bu gecikmenin nedeni, insanlık tarihi kadar eski olmasına ve zaman zaman değişik topluluklar içerisinde yaygın biçimde kabul görmesine rağmen, eşcinselliğin bir hastalık, hatta istenirse vazgeçilebilir bir cinsel sapkınlık olarak değerlendirilmesi ve öldürülenlere de neredeyse "hak etti" denmesidir.

Nazi Almanya’sında ve işgal edilen ülkelerde on binlerce eşcinselin toplanması, yakalarına pembe üçgen dikilerek işaretlenmesi (lezbiyenlere siyah üçgen), kısırlaştırılması, Dr. Carl Vaernet gibileri tarafından testislerine hormon enjeksiyonuyla tedavi edilmeye çalışılması, bir eşcinsel geni bulabilmek amacıyla deneyler yapılması, konsantrasyon kamplarında yakılmaları, tek başına Hitler’in hezeyanlarının bir sonucu olarak görülemez.

Almanya’nın en ünlü adli tıp hocalarının 70’lerde yayınlanan ders kitaplarında, eşcinsellik; zoofili (hayvanlarla cinsel birliktelik) ve nekrofilinin (ölülerle cinsel birliktelik) yer aldığı, cinsel sapmalar bölümü içerisinde işlenir; kısırlaştırma, eşcinselliğin tedavi yöntemleri arasında sayılırdı.

Bu bakış açısı yalnız Almanya’ya da özgü değildi. Fransız ekolünden gelen, babam Prof. Dr. Şemsi Gök’ün kitabında da, eşcinsellik seksüel sapıklılar arasında yer alır (aynı bölümde, "tenasüli tersliklerin başta geleni" olarak tanımladığı mastürbasyon da bulunuyor). Son 10-15 yıldır değişmeye başlasa da, yüzyılların önyargıları kolay yıkılmıyor.

NEDEN ÖLDÜRÜYORLAR

Eşcinsel Sivil Toplum Girişimi (LAMBDA), Baki Koşar’ın öldürülmesine, ’Eşcinsel cinayetleri politiktir’ diyerek, katillerin tek kişi olmadığını, cinayetin ardında eşcinsellerden nefret eden herkesin bulunduğunu anlatmaya çalıştı. Haklılar, ancak eşcinsel cinayetlerinin farklı nedenleri de var.

Çok sayıda cinayeti inceleyenlere göre katiller, mağdurun davranışlarını, cinsel bir teklif gibi yorumlayan ve bu yüzden kendilerini savunanlar, kendilerini eşcinselliğin kesinlikle kabul edilmediği sosyal normların bekçisi sananlar, canlarının sıkıntısını şiddet içerikli heyecanlarla gidermeye çalışanlar ve arkadaşlarına erkekliklerini ve heteroseksüelliklerini kanıtlamaya çalışanlar şeklinde sınıflanıyor. Buna, HIV/AIDS yayılmasından eşcinselleri sorumlu tutan yanlış inanışı da eklemek gerek.

Öte yandan, birlikte yaşadığı kişilerce de öldürülebileceklerini göz ardı etmemek gerekir. İki erkek ya da iki kadın arasında yaşanan ilişki, tıpkı bir kadın ile bir erkek arasındaki gibi, her türlü çatışmayı, örneğin kıskançlığı barındırır ve cinayetin nedeni sadece bu bile olabilir.

NASIL ÖLDÜRÜYORLAR

Öldüresiye dövülen, 40-50 kez bıçaklanan eşcinsellerin sayısı az değil. Çoktan ölmüş olduğu halde dövülmeye, bıçaklanmaya devam edildiği biliniyor. Arkadan bağlı eller, elle, iple, kabloyla, bezle boğma, cinsel organı kesme, karakteristik bulgular arasında.

Polis ve adli tıp uzmanları, iki erkek arasındaki şiddetin aşırılığına ve boyna, göğse, karna yönelik saldırıların tercihine dikkat çekerler. Yüze, boğaza doğru saldırma, ağız bölgesinin homoseksüel ilişkideki önemine bağlanır. Çünkü, anal ilişkinin, eşcinsel erkeklerin tercih ettikleri bir davranış olduğu sanılsa da, aslında fellasyo, yani ağız-cinsel organ temasının, daha yaygın olduğu biliniyor.

İşte bu nedenle, kadınlara yönelik saldırılarda, boğaz, göğüs ve genital bölgenin hedeflendiği durumlarda, akla hemen, cinayetin cinsel motifli olduğunun gelmesine benzer şekilde, erkeklerin boğazına yönelik saldırılarda da benzeri bir gerekçe düşünülmeli.

Bununla birlikte, eşcinsel cinayetlerinde aşırı şiddet gözlenmesi, hiç kuşkusuz gerek kurban, gerekse mağdurun erkek olması ve biyolojik olarak daha fazla fiziksel güç ile donatılmış olmalarından kaynaklanır.

NASIL SAVUNUYORLAR

Eşcinseller, tıpkı heteroseksüeller gibi, her sosyal sınıf, meslek, ırk ve etnik grup içinde yer alır, her inanç ve politik görüşe sahiptir. Kadın-erkek ilişkisindeki bir tek eylem dışında, onları heteroseksüellerden ayıran hiçbir fark yoktur. Bu nedenle, toplum içerisinde şiddete yol açan her türlü çatışmanın tarafı olmalarını doğal karşılamak gerek.

Ancak, eşcinsel cinayetleri, genellikle "eşcinsel olmayanın, olanı öldürmesi" şeklinde değerlendirilir. Bunun nedeni katilin savunma biçimidir.

Örneğin, yaşlı eşcinsel erkekleri öldüren gençler, genellikle "başlangıçtaki pazarlıkta yer almayan eylemlere zorlanma, erkekliği ile alay edilme" gibi gerekçeleri öne sürerler. Birçok örnekte doğru olabilir ama, onlara karşı nefretin yoğun, öldürülmeyi "hak ettikleri" inanışının yaygın, gençler arasında işsizliğin yüksek olduğu, kolay ve hızlı para kazanmanın özendirildiği ülkelerde, bu söylem doğru olmasa da kolayca kabul görür. Farklı silahlar kullanılan, beden üzerinde işkence izleri bulunan, genital organların, ağız ve boynun hedeflendiği saldırılarda ise, böyle bir iddianın doğruluğu söz konusu bile olamaz. Ender rastlanan psikiyatrik bir rahatsızlığa dayandırılan "İlişki teklifinde bulunduğunu sandım, kendimi kaybettim" savunması, eşcinsellere karşı önyargıların, ayırımcılığın, nefretin yoğun olduğu topluluklarda sıklıkla kullanılır oldu.

"Bana eşcinsel dediği için onu öldürdüm" ise, özellikle ülkemizde dile getirilen, akla yatkın bulunduğundan yeterince sorgulanmayan bir diğer gerekçedir.

Şablonlaşan savunmalar, birisini öldüren eşcinseller için de geçerli. Onlar genellikle, can güvenliklerinin tehdit edildiğini ve kendilerini korumak zorunda kaldıkları için cinayeti işlediklerini ileri sürerler. Eşcinselliğin toplum tarafından rahatça kabullenildiği ve insanların damgalanmaktan çekinmediği ülkelerde, cinayet işleyenlerin, aslında eşcinsel olmadıkları halde, kendilerini savunmak üzere bu gerekçeyi kullandıklarına da rastlanıyor.

NASIL ÖNLENİR

Çağdaş bir toplumda ırk, din, etnik kökene dayalı ayırımcılık yüzünden ya da birisinin sakat, akıl hastası, sokak çocuğu, ihtiyar diye öldürülmesine tahammül edilemediği gibi, cinsel yönelim ve kimliğe dayalı ayırımcılığın da yeri olamaz. Eşcinsel, biseksüel, transseksüel ve transvesti cinayetlerinin önlenmesi, bunların ardındaki homofobik ve transfobik motiflerinin ortaya çıkartılmasına, delillendirilmesine ve faillerin ağır biçimde cezalandırılmasına bağlıdır.

Soruşturmalar açısından bakıldığında, eşcinsellerin bedenlerinde, anal ilişkinin iz ya da belirtisinin bulunacağı önyargısından kurtulmak şarttır. Okunan bir kitabın, taşınan bir mendil renginin bile çok şey ifade ettiği bu kültürü iyi bilmeden, belki failin kim olduğu bulunur ama, cinayetlerin, hele kadın eşcinsellere karşı işlenenlerin önünü alacak bilgi edinilemez.

Her suçun önlenmesinde olduğu gibi, burada da, fail, mağdur ve olay yeri hakkındaki ayrıntılar, veritabanlarında tutulmalıdır.

Emniyet teşkilatımız içerisinde, eşcinsel cinayetleri artık ayrı bir birim tarafından değerlendiriliyor. Bu birim, elindeki verileri analizleyip, risk ve koruyucu faktörleri belirleyerek toplumla paylaştığında, cinsel yönelimlerini hiçbir zaman bilemeyeceğimiz, ancak kesinlikle saygı duymak zorunda olduğumuz vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini de sağlamış olacağız.

EŞCİNSELLERLE İLGİLİ YASALAR

Aynı cinsiyetten iki kişi arasındaki birliktelikle ilgili yasalar, ülkeden ülkeye çok büyük farklılıklar gösteriyor. Bir yanda İspanya, Belçika, Hollanda, Kanada gibi evlenmelerine izin verenler, Lübnan gibi 1 yıl, Malezya gibi 20 yıl hapsedenler, diğer yanda İran, Yemen, Suudi Arabistan, Nijerya gibi idamla cezalandıranlar var.

Avrupa ülkelerinin hiçbirinde, 18 yaşından büyüklerin eşcinselliğini yasaklayan bir düzenleme olmadığı gibi, cinsel yönelimlere dayalı ayırımcılık, ayrı bir suç olarak tanımlanır. Bunun temel nedeni Avrupa Parlamentosu’nun 2004 yılında aldığı karar.

Kimi ülkelerde, birisini eşcinsellikle itham etmek bile suç. Örneğin, Finlandiya Parlamentosu üyesi Tony Halme, Cumhurbaşkanı Tarja Halonen’e lezbiyen deyince, çok zor günler yaşadı. (Eşcinsel milletvekillerine kendilerini açığa çıkartmadıkları ve cinsel yönelim ayırımcılığına karşı mücadele etmedikleri için sitem eden Halonen, Ocak 2006’da 2. kez cumhurbaşkanı seçildi).

Azerbaycan’da da tıpkı ülkemiz gibi, iki erişkin erkek ya da kadının birlikteliğini cezalandıran bir yasa maddesi bulunmuyor.

Birleşmiş Milletler ise, cinsel yönelime dayalı ayırımcılıkla ilgili karar tasarısında bir türlü anlaşamıyor. Hatta 2006 başında, genel sekreteri Kürşat Kahramanoğlu olan, 400’ün üzerindeki sivil toplum örgütünün temsilcisinin bulunduğu Uluslararası Gay ve Lezbiyenler Birliği’nin gözlemci statüsünü iptal etti. Mısır, İslam Konferansı Örgütü, İran, Sudan ve Amerika Birleşik Devletleri, bu iptali destekledi. Yapılan oylamada Türkiye’nin çekimser kalması ise sevindirici.

ANKETLERE GÖRE

Türk kadınlarının yüzde 14’ü en az bir eşcinsel deneyim yaşamış

Türkiye’de 10 yıl arayla, ilki 1992’de Kadınca, ikincisi 2002’de Hülya dergisi okurları arasında aynı anket yapıldı. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nden Doç. Dr. Ümit Sayın tarafından hazırlanan ankette, eşcinsellikle ilgili bir soru da var. Aradan geçen 10 yıla, dergilerin okur profilindeki farklılıklara rağmen, bu sorunun yanıtları hayret verici biçimde birbirine yakın. 706 Kadınca okurunun yüzde 68.6’sı, 530 Hülya okurunun yüzde 70’i, kendi hemcinsiyle cinsel birlikteliği kesinlikle reddediyor. Buna karşılık ankete cevap verenlerin yüzde 14 kadarının, yaşam boyu en az bir eşcinsel deneyimi var.

Bütün hatalarına rağmen, bu sayılar, eşcinsel deneyimi olan kadın sayısının hiç de az olmadığını, hatta ünlü Kinsey Raporu’nda, Amerikan kadınları için belirlenen yüzdenin de üzerinde olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki sayının yüksekliği, 10 yılda neden bir değişiklik göstermediği, mutlaka ayrıca tartışılmalı. İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şahika Yüksel de eşcinsel oranının yüzde 10-15 arasında olduğunu söylüyor.

Mutlak değerler ile ilgili kesin bilgilerimiz olmamakla birlikte, öldürülen kadın eşcinsel sayısının, erkeklerden daha az olduğu kabul ediliyor. Örneğin FBI’ın Amerika için verdiği 2004 suç istatistiklerinde bu sayılar, 910 ve 230.

Kadınların, kadınları öldürmesinde, canavarca duyguların daha az görülebileceği düşünülebilir. 90’lı yıllarda Indiana’da, 12 yaşındaki küçük Shanda Renee Sharer’in, yaşları 14-17 arasında değişen dört kız tarafından boğulması, bıçaklanması, başına demirle vurulması, anüsüne bıçak sokulması ve henüz canlıyken üzerine gaz dökülerek yakılması, lezbiyen cinayetlerinin ne kadar beklenmedik özellikler taşıyabileceğini göstermesi bakımından önem taşır. Ayrıca, sadece eşcinselleri hedef alan seri katillerin de olduğunu unutmamak gerek.
Yazarın Tüm Yazıları