Dubai başta gelmek üzere, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki gökdelenleri, lüks otelleri, alışveriş merkezlerini, çöldeki safarileri, denizi, kayağı hep dinlediniz, okudunuz, belki gördünüz. Onlar kadar ilgi çekici olmasa da, yedi emirlikten oluşan bu federasyonun başka gerçekleri de var.
Zeka fışkıran kapkara gözleri, kusursuz İngilizcesiyle konuşmaya başladığı ilk andan itibaren ona hayranlık duymaya başlıyordunuz. Gençti, bakımlıydı, uzun boylu ve zayıftı. Kendine güveniyor ve işini çok iyi biliyordu. Her sorulanı duraksamadan yanıtlıyor, ülkesindeki uygulamalara ilişkin her eleştiriyi savunabiliyordu. Önceleri gergin ve heyecanlıydı. Giderek bakışları yumuşadı, ses tonu alçaldı. Erkeklerin dünyasında bir kadındı o ve eminim, kendisini hem onlara, hem de ülkesini ziyarete gelen yabancılara kanıtlamak istiyordu.
Halbuki, Abu Dabi’deki toplantı masasını çevreleyen 30 kadar savcı, polis, gümrük yetkilisi ve diplomat erkeğin onunla gurur duyduğu besbelliydi. Dr. Fatima Ali’den söz ediyorum. Bize, Sağlık Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasındaki sıkı işbirliğini, serbest gümrük bölgelerindeki yetkilerini, uluslararası sözleşmeler gereği denetlenmesi gereken ilaç ve kimyasallarla ilgili aldıkları önlemleri, uyuşturucu madde bağımlılarına verdikleri hizmeti anlatırken, "Biraz abartıyor" diye düşünmüştüm. Ülkesinde geçireceğim yaklaşık bir haftanın sonunda, abartmak bir yana, az bile anlatmış diyecektim.
Tanımaktan mutluluk duyduğum diğer kadınlar, polis kriminal laboratuvarlarında çalışan uzmanlardı. Uluslararası yayınlara imza atmışlardı, altyapı, malzeme ve araç gereç sıkıntısı çekmedikleri ortadaydı. Olağanüstü bir temizlik, düzen ve disiplin dikkati çekiyordu. DNA analizlerinin heyecanı onları da sarmıştı, tüm emirlikleri kapsayacak bir veri bankası hayal ediyorlardı.
2005’ten bu yana görevde olan BAE’nin ilk kadın adli tıp uzmanı Dr. Fatima Muhammed Al Kumairi, geçen hafta atanan BEA’nin ilk kadın savcıları Aliye Said Al Ka’abi ve Atika Avad Al Kathiri, burada yaşayanların genetik özelliklerini araştıran ve 2003’teki bir havai fişek deposundaki patlamanın ardından gerçekleştirdiği DNA analizleriyle ölenlerin kimliklerini belirlemesi bir efsane gibi anlatılan Dubai polis kriminalden Farida Al Şamali, dünyanın bu coğrafyasında fark yaratmaya çalışan diğer başarılı kadınlardan sadece birkaçı.
BAE’de başka kadınlar da tanıdım. Onlar, bu topraklarda doğmamıştı. Dört milyonu biraz aşan nüfusun yüzde 80’ini oluşturan yabancılardandı. Bir otelde garsonluk yapan Romanyalı Adriana, reçeteye tabi ilaç bulmanın yasadışı yollarını; bir alışveriş merkezinde manikürcülük yapan Filipinli Mahal, temizlik işçisi ya da çocuk bakıcılarının karşılaştığı cinsel tacizi; Hintli Gita, tacirlerin eline düşen kadın ve çocukların dramını anlattı.
BU AHTAPOT, BAŞKA AHTAPOT
Polislerin, hele narkotikçilerin operasyonlarına ad bulmada üstüne yoktur. Takılan ad, olayın niteliğini ne ölçüde yansıtırsa, o denli mutlu olurlar. Dubai’ye komşu Şerce Emirliği polis teşkilatının gururu, Ahtapot Operasyonu. Müdürün yere kadar uzanan giysisi de, başındaki örtü de kar beyazı, kolalı. Bir tek kırışık bile yok. Tıpkı tanıdığım birçok BAE polisi gibi. Kimilerinin entarisi gri, bej ya da haki renginde. Başlarında kırmızı-beyaz poşular olabiliyor. Üst rütbeliler kırmızı apoletli, kırmızı bereli, sarı düğmeli, mavi yeşil üniforma giyiyor.
Müdür, "Ahtapot Operasyonu" deyince, aklıma 22 Aralık 2007’de Lizbon’da ele geçen 9 ton kokain gelmişti. İspanyol ve Portekiz polisinin ortaklaşa yakaladığı, Venezüella’dan gönderilen dondurulmuş ahtapotlar arasındaki kokainle, Şerce polisinin ne ilgisi olabilir, diye düşünmüştüm. Meğer, onların operasyonlarına "Ahtapot" demelerinin nedeni, başkaymış.
2005 Kasım’ında, İstanbul’da bir toplantıdayken ülkesine geri çağırılmış. Dubai ve Şerce polisinin birlikte yürüttüğü operasyonda aylarca, gece gündüz demeden çalışmış. Pakistan’ın Karaçi limanından yola çıkan ve Malezya, Sri Lanka, İngiltere üzerinden Belçika’nın Antwerp limanına gidecek, daha sonra Hollanda’daki esas alıcıya ulaştırılacak konteynerin içerisinde, sadece 90 bin adet havlunun değil, 2.5 ton esrarın da bulunduğunu ortaya çıkartmışlar. Bu arada Türk, İngiliz, Amerikan ve Japonların da bulunduğu birçok ülkenin polisiyle işbirliği yapmışlar, Tanzanya’nın Darüsselam limanına kadar bizzat gidip iz sürmüşler.
Sonunda, aralarında kendi ülkelerinin vatandaşları, ayrıca Belçikalı, Hollandalı, Türk ve Pakistanlıların yer aldığı 19 kişiyi, uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklamaktan tutuklamış ve yargı önüne çıkartabilmişler. İkisini ömür boyu, çoğunu 10 yıl hapse mahkum ettirebilmiş, 7 ayrı ülkedeki döviz büfelerine, şirket, otel, villa, fabrika ve otomobillerine, kısacası ne kadar para ve mal varlıkları varsa, hepsine el koydurmuşlar. Şerce cezaevinde ömrünü geçireceklerden biri, örgütün beyinlerinden Pakistan kökenli bir İngiliz vatandaşı, Dubai ve Şerce’de lüks oto galerileri bulunan Amir Azam Şeyh Muhammed. Diğeri, Dubai’de döviz büfesi, Şerce’de otel sahibi Şahbaz Han adlı bir başka Pakistanlı.
İSTİSNALAR KAİDEYİ BOZMAZ
Ne var ki, Dubai’de sohbet etme fırsatını bulduğum yabancılar, yönetimin her zaman aynı şekilde davranmadığını ileri sürdü. Yasaları çiğneyenin, Amerikalı şarkı sözü yazarı ve yapımcı Dallas Austin gibi ünlü ve zengin biri olması durumunda, cezaevini boylamak yerine, hızla sınırdışı edilmesini eleştirdiler.
Madonna’nın da yapımcısı olan Dallas, dünyanın ilk 7 yıldızlı oteli Burj Al Arab’taki bir doğum günü partisine katılmak üzere Dubai’ye geldiğinde, valizinde bir gramın üzerinde kokainle ve Ecstasy haplarıyla yakalanmış ve dört yıla mahkum edilmişti ama, kısa bir süre sonra affedilerek sınırdışı edilmişti. Benzer şekilde, Dubai Havaalanı’nda az miktarda uyuşturucuyla yakalanan aktör Vijay Raaz, modacı Prasad Bidappa gibi ünlü Hintlilerin de birkaç haftada evlerine dönebildiği biliniyor. Ancak, bunların birer istisna olduğunu da herkes kabul ediyor.
Ziyaret ettiğim polis kriminal laboratuvarlarında, sadece yakalanan toz madde ve tabletlerde değil, çok sayıda idrar, kan ve otopsi sırasında alınan örnekte de uyutucu, uyuşturucu ve uyarıcı madde arandığına tanık oldum. Biyolojik örneklerin bir bölümü, üzerinde az miktarda madde bulunan ve kullanıcı olduğunu iddia edenlere ait. Bir bölümü tedavi edilmekte olanların. Çünkü, iki yıl kadar bir süre boyunca, belirli aralıklarla "temiz" kalıp kalmadıklarının denetlenmesi gerekiyor. İncelenen bir diğer grup, polis olmak üzere başvuranlar. Bağımlıların neredeyse dörtte üçü esrar kullanıyor, bunu eroin ve morfin izliyor. Az da olsa, eroinin doz aşımına bağlı ölüm gözleniyor.
1995 yılı 14 sayılı Federal Yasası’na göre, madde bağımlısı BAE vatandaşları, yakalanmadan önce başvurdukları takdirde cezalandırılmıyor ve tedaviye alınıyor. Üzerinde narkotik madde bulunduranların cezası 4 yıldan başlıyor, kaçakçılarınki idama kadar gidebiliyor. Ancak bugüne değin idam cezalarının tamamı, ömür boyuna çevrilmiş. Genellikle üçüncü dünya ülkelerinden buraya çalışmaya gelen yabancı kullanıcılar ise, cezalarını çektikten sonra sınırdışı ediliyor ve bir daha bu ülkeye giremiyor.
Ölüm vadilerindeki develer
Geçen ağustosta BAE gazeteleri, Dubai Veteriner Araştırma Merkezi müdürü, ünlü deve hastalıkları uzmanı Dr. Ulrich Wernery’nin beyanatlarıyla doluydu. "Merak etmeyin, bizim develere bir şey olmaz" diyerek etrafı sakinleştirmeye çalışmıştı. Paniğin nedeni, BAE ile 450 kilometrelik kara sınırı bulunan Suudi Arabistan’ın bir vadisinde, üç haftada 2500 devenin sır dolu ölümüydü. Felakete, bulaşıcı bir hastalığın yol açmış olabileceği ve BAE develerine de geçebileceği korkusu uzun sürmedi. Bir tacirinin ithal ettiği fazla miktarda yemin, uzun süre depoda kalınca kemirgen ve böceklerin istilasına uğradığı, bu nedenle üzerlerine böcek ilacı püskürtüldüğü, develerin ilaçlı yem yüzünden öldüğü anlaşılınca, herkes derin bir nefes aldı.
Şu sıralar, Dr. Wernery yine gündemde. Bu kez, Dubai çıkışlı çöl safarilerine katılanlara sesleniyor. "Lütfen araçlarınızdan poşet, ip gibi plastik malzemeler atmayın. Çöpünüzü çöle bırakmayın. Develer, hele yavruları pek meraklı hayvanlardır. Her yıl yüzlercesi bunları yediği için ölüyor." Wernery, otopsisini yaptığı iki deveden birinin midesinden 30-35 kilograma varan, taş sertliğinde plastik kitleler çıkarttığını anlatıyor. Bu kitleler yüzünden hayvanlar açlık duymuyor ve beslenme yetmezliğinden ölüyor.
Deve yarışları, BEA’nin geleneksel sporlarından biri. İki yıl öncesine kadar çocuklar, hafif olduğu için jokey olarak kullanılıyordu. Bunlar Pakistan, Bangladeş, Moritanya ve Sudanlı çocuklardı. Çoğu, aileleri tarafından satılmış ya da kaçırılarak getirilmişti, 4 yaşında olanlar bile vardı.
Karaçili avukat Ansar Burney’in kurduğu vakfın 20 yıla varan uğraşları sonunda UNICEF, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bu duruma el attı. BAE, 2005’te çıkarttığı 15 sayılı yasayla 18 yaşından küçüklerin jokeylik yapmasını yasakladı. Binlerce çocuğu ülkesine geri gönderdi, ailelerini bulmaya çalıştı, sığınma evleri, rehabilitasyon merkezleri açtı, her türlü sağlık ve eğitim masrafını karşıladı. Hatta 2007 yazında kaynak ülkelerle imzaladığı bir sözleşmeyle, eski çocuk jokeylerin başvurması durumunda tazminat ödemeyi kabul etti.
Çocuk esirlerin yerini, giderek deve sırtına bağlanan, ağırlığı 10 kiloyu aşmayan, birkaç yüz dolar değerinde, kamçısı uzaktan kumandalı robotların alması bekleniyor. BAE’de çocuk jokeylere artık rastlanmıyor olsa da, Ansar Vakfı, bölgede hálá 40 bin dolayında çocuğun bu amaçla kullanıldığını, Pakistan’a geri gönderilenlerin ise, bu kez aileleri tarafından radikal örgütlere satıldığını iddia ediyor.
Esrar kırıntısına dört yıl hapis
Emirliklerin hepsi, uyuşturucu ve kontrole tabi ilaç konusunda çok hassas ve bu konudaki "sıfır tolerans" politikasını ciddi biçimde uyguluyorlar. Dubai’de kaldığım otelde rastladığım yabancılar arasında, Kanadalı Bert Tatham’ın başına gelenleri bilmeyen yok gibiydi. Haşhaş eken çiftçileri alternatif tarım yöntemlerine yönlendiren bir sivil toplum örgütünün elemanı olarak bir yıldan fazla Afganistan’da çalışan Tatham, 23 Nisan 2007 günü Kandahar’dan zırhlı araçla yola çıkmış, önce helikopterle Kabil’e gelmiş, Dubai aktarmalı Kanada’ya dönmeyi planlamıştı. Dubai Uluslararası Havaalanı’nda, cebinde yarım gram kadar esrar, valizinde iki haşhaş kapsülü bulunması üzerine tutuklanmış, dört yıl hapse mahkum edilmişti. Genç adam, sekiz ayını cezaevinde geçirdikten sonra, Kurban Bayramı vesilesiyle salıverilen 374 mahkumdan biri olma şansını yakalamıştı.
Ondan birkaç gün önce, yine Dubai Havaalanı’nın transit bölümünde, bir İngiliz 10 miligram, sonra bir İtalyan 70 miligram esrarla yakalanmış ve her ikisi dört yıl hapse mahkum olmuştu. İki çocuk annesi İngiliz Tracy Wilkinson’un yanında uyuşturucu yoktu ama, idrarında kodein bulunmuş ve bu duruma, reçeteyle aldığı bir ağrı kesici ilacın yol açtığını kanıtlayıncaya dek iki ayını cezaevinde geçirmişti.