21 Aralık 1970 günü kral, aile fotoğraflarını ve savaştan kalma 45’lik Colt tabancasını özenle paketledi, siyah kadife ceketinin altından gözüken, yakaları kalkık kar beyazı gömleği, altın kaplı kemeriyle başkanı ziyarete gitti.
"Uyuşturucu bağımlılığı ve komünistlerin beyin yıkama yöntemlerini iyice araştırıp kararımı verdim. Narkotik polisi olmak istiyorum" dedi. "Üzgünüm", diye yanıtladı başkan. "Kral olsan da, narkotikçi olamazsın." Kral, yedi yıl sonra öldü. Kanında uyuşturucu ve uyarıcı birçok madde buldular. Adı Elvis Presley’di, başkanınki Richard Nixon.
Elvis, parmağına 50 bin dolarlık nişan yüzüğü taktığı, yarı yaşındaki Ginger Alden ile bir süredir gündüzleri uyuyup, geceleri yaşıyordu. Bu tersine dönmüş biyolojik ritmin nedeni, ünlü müzisyene rahat vermeyen hayranlarıydı. Yılın başından bu yana 63 konser vermişti. Şişmanlamıştı. Sıklıkla başı ağrıyordu. Bağırsaklarından şikayetçiydi. Uyuyamıyordu. Yorgundu. "Siyahların müziğini çalan ırkçı beyaz" eleştirileri onu üzüyordu.
15 Ağustos 1977 gece yarısı, Ginger’le birlikte dişhekimine gitti. Sabaha karşı, 20 yıl önce 100 bin dolar ödeyerek satın aldığı "3764 Güney Bellevue Bulvarı" adresindeki Graceland malikanesine döndüler. Racketball (dört duvarla oynanan duvar tenisi) oynamaya başladıklarında sabah saat 5’ti. Elvis, mavi pijamalarını giyip "Sen yat. Banyoda biraz kitap okuyup geleceğim" dediğinde, saat sabahın 7’siydi.
Ginger, 16 Ağustos günü öğle üzeri uyandı. Elvis’in yanına hiç gelmediğini fark etti. Bir-iki kez seslendi. Yanıt alamayınca, kalkıp banyoya gitti. Mavi pijamalı adam kusmuştu, yüzünü uzun tüylü halıya gömmüş, boylu boyunca yatıyordu. Tuvalette otururken fenalaştığını düşünen genç kadın, telaşla güvenliği çağırdı. Bir ambulansla Baptist Methodist Hastanesi acil servisine girdiğinde, artık yaşamıyordu. Ardında 33 film, üç Grammy ödülü, dünya genelinde yüz milyonun üzerinde satan 130’un üzerinde albüm ve single, ayrıca 35 milyon dolarlık bir servet bırakan 20. yüzyıl popüler kültürünün kralı, sadece 42 yaşındaydı.
HASTANEDE OTOPSİ
Yakınlarının talebi üzerine, Baptist hastanesi yönetimi otopsi yapılmasına karar verdi ve durumu Tennessee eyaleti adli tabibi Dr. Jerry Francisco’ya bildirdi. Dr. Francisco, hastane dışına birikmiş kalabalığı öne sürerek, cenazeyi morga taşımak istemedi. Otopsinin hastane patologları tarafından yapılmasını, kendisinin gözlemci olarak katılacağını söyledi. Dr. Eric Muirhead ve Dr. Noel Florredo otopsiye saat 19’da başladı.
Dört saat sonra Dr. Francisco, ilk açıklamayı yaptı. Gazetecilere otopsinin tamamlandığını, ölüme kalp vuruşlarındaki bir düzensizliğin yol açtığını söyledi. "Tansiyon yüksekliği nedeniyle tedavi görüyordu. Kalp damar çeperlerinde kalınlaşma görüldü. Kalbinin durmasının nedeni bunlar olabilir" diye sürdürdü doktor. "Kesin sonucun eldesi, birkaç gün ya da birkaç hafta sürebilir. Hatta hiç anlaşılmayabilir. Üç saat süren otopside başkaca bir hastalığın ya da uyuşturucu madde kullanımının bulgularına rastlanmadı," diye ekledi. Elvis hayranları, uyuşturucu yüzünden ölmediğine sevindiler.
RAPORLAR SAKLANIYOR
Elvis’in ölüm haberi ve nedeni hızla bütün dünyaya yayıldı. Tabii geldi, bizi de buldu. Dr. Francisco’nun söyledikleri garibimize gitmişti. Vücut sıvılarında uyuşturucu aranması bir, hatta birkaç gün süren bir işlemdi. Nasıl olur da, otopsinin hemen ardından, uyuşturucudan ölmediği açıklaması yapılıyordu. Bir şeylerin üzeri mi örtülüyordu?
Yaz boyunca Elvis’in otopsi ve toksikoloji raporunun açıklanması boşuna beklendi. Ekim sonuna doğru, Baptist Hastanesi patologlarının, Elvis’in ölümüne uyuşturucunun yol açmış olabileceğinden söz ettiği dedikoduları yayılınca, Dr. Jerry Francisco, ikinci kez basına bilgi verdi: Patologların yanıldığını, alınan kan ve idrar örneklerini Tennessee Üniversitesi Memphis Tıp Fakültesi’ne gönderdiğini, burada gerçekleştirilen ayrıntılı toksikolojik analizde uyutucu ya da uyuşturucu maddeye rastlanmadığını bildirdi. Kalbinin normalin iki katı büyüklüğünde olduğunu, bu bulgunun tansiyon yükselmesine bağlı kalp hastalığının bir kanıtı olduğunu belirtse de, ne otopsi, ne de toksikoloji raporunu paylaşmaya niyetliydi. "Bu adli bir olay değil. Otopsi, hastane yönetiminin bir tercihiydi. Özel otopsi raporları açıklanamaz" dedikçe, kafalardaki soru işaretleri daha da artıyordu.
KANINDAKİ İLAÇLAR
Elvis’in ölümünden bir yıl sonra, otopsiyi yapanlar beklenmedik bir açıklamada bulundular. Cesetten aldıkları vücut sıvılarının ve iç organ parçalarının sadece bir bölümünü eyalet adli tabibine teslim ettiklerini, kalanını gizleyerek, dünyaca ünlü özel bir kuruluşa, Van Nuys’daki Bio-Sciences toksikoloji laboratuvarına gönderdiklerini söylediler. Yönergelere aykırı bu davranışları nedeniyle, rapordaki akıl almaz bulguları saklı tutmak zorunda kaldıklarını bildirdiler. Elvis’in vücudunda, hiçbiri tek başına ölümcül düzeyde olmamakla birlikte, kodein, morfin, amfetamin dahil olmak üzere, çoğu reçeteye tabi, 10 kadar ağrı kesici, uyarıcı ve uyku ilacı bulunmuştu. Alkol yoktu.
Bunun üzerine bir eyalet yargıcı, Elvis Presley’in otopsi raporunun açıklanmasını emretti. Raporda Elvis’in kalbinin 520 gram olduğu kayıtlıydı. Elvis’in boyunda ve kilosunda bir erkeğin kalbi normalde 400 gram civarında olur. Dr. Francisco, normalin iki katı demişti. Hiç de öyle değildi.
Kalp kaslarında bir farklılaşma yoktu, vücudunda ödem yoktu, damarlarında taze oluşmuş bir pıhtı yoktu, damar çeperleri normaldi, beyninde kanama yoktu. Kısacası, eyalet adli tabibi gibi, otopsinin hemen ardından, ölümü tansiyon yükselmesine bağlı kalp durmasına bağlamak olanaksızdı.
Dr. Francisco, bir yandan otopsiyi yapanları, diğer yandan Bio-Sciences laboratuvarını sonuçları çarpıtmakla suçladı ve ilk açıkladığı ölüm nedeninde ısrarcı oldu. Bu ithamlardan kurtulmak isteyen Bio Sciences, elinde kalan örnekleri Utah Üniversitesi’nin ünlü toksikoloğu Dr. Bryan Finkle’e gönderdi. Finkle, Elvis’in organlarında 11 ilaç etkin maddesi buldu. Daha önce de saptandığı gibi, hiçbirinin düzeyi tek başına öldürmeye yetmezdi, ama kimileri uyarıcı, kimileri uyuşturucu etkiye sahip bu ilaçların art arda alınması sonucu, kalbin durması işten bile değildi.
AİLE DOKTORU MAHKEMELİK
Dr. Francisco, resmi söyleminden hiçbir zaman vazgeçmedi. O vazgeçmese de, Memphis Tabipler Odası, Elvis’e bu ilaçları veren 10 yıllık doktoru George Nichopoulos’u üç ay meslekten men etti ve mahkemeye verdi.
1980’de doktor Nick (Memphis’te herkes ona kısaca Nick derdi), Elvis Presley, Jerry Lewis ve 12 başka hastasına, gereğinden fazla ilaç yazmaktan yargı önüne çıktı. Doktorun 1977’de Elvis’e, 5 bin dozun üzerinde amfetamin, barbitürat, narkotik, laksatif ve hormon reçetesi yazdığı anlaşıldı. Ancak doktorlar ve toksikoloji raporları arasındaki çelişkiler nedeniyle, ölümünden sorumlu tutulamadı.
Aslında Dr. Nick, Elvis’e bu ilaçları verdiğini kabul ediyor ve bu davranışını çok basit bir biçimde açıklıyordu. Elvis, 20’li yaşlarından bu yana amfetamin bağımlısıydı. Ona bu reçeteleri yazmasaydı, yasal olmayan yollarla çok daha tehlikelilerini alacaktı. O yazmasaydı, aynı ilaçları verecek nice başka doktor vardı. Ne yaptıysa iyiliği için yapmıştı. Jüri ona inandı ve suçsuz buldu.
Dr. Nick’in başı, ileriki yıllarda Tabipler Odası’yla aynı nedenlerden ötürü tekrar tekrar derde girdi. Her seferinde gereğinden fazla ilaç yazdığını kabul etti. 1995’te hekimlik yapması tümüyle yasaklandı. Şimdilerde, Federal Express şirketi elemanlarının sağlık sigortalarına sundukları doktor reçetelerinin geçerliliğini inceleyerek hayatını kazanmaya çalışıyor ve onu savunan avukatlarına borçlarını ödüyor.
ELVIS
YAŞIYOR MU
Bazı çevreler, Elvis’in hálá yaşadığına inanır. Hatta dünyanın değişik ülkelerinde onu gördüğünü ileri sürenler, aldıkları mektupları bilirkişilere götürerek inceleten ve Elvis’in el yazısı olduğuna dair rapor alanlar bile olmuştur. Öldüğü gün, Elvis’e çok benzeyen John Burrows adında birinin, nakit para ödeyerek Buenos Aires’e gidiş bileti almış olması, Elvis’in de, aynı adı FBI’ın bir daveti üzerine Washington’a giderken kullandığının bilinmesi (tanıdığı ünlülerin yasadışı davranışlarını ihbar etmeyi teklif ettiği söylenir), yaşadığına inanılmasının bir diğer nedenidir.
Aslında Elvis’in yaşayıp yaşamadığını kanıtlamak çok basit. 1 Mayıs 1967’de evlendiği Priscilla Beaulieu ve dokuz ay sonra doğan kızları Lisa Marie (1994’te Michael Jackson ile kısa süreli bir evliliği var) hayattalar. Memphis’te otopsinin yapıldığı Baptist Hastanesi patoloji bölümünde de, Elvis’in beyni, kalbi ve bazı diğer içorganlarının parçaları hálá korunuyor. Basit bir DNA analiziyle bu parçaların Elvis’e ait olup olmadığı anlaşılır. Daha sonra, Elvis’in kalpsiz ve beyinsiz biçimde etrafta dolaştığını iddia edenler çıkarsa, artık onların bileceği iş.
Reçeteli ilaç bağımlılığı uyuşturucuyu geçti
Elvis Presley’in Başkan Nixon’a gidip narkotik polisi olmak istediği yıllarda, kırmızı, yeşil ya da normal reçeteye tabi ilaçların, tedavi dışı amaçlarla kullanımı pek yaygın değildi. Nitekim, Elvis’in kanındaki ilaçları almasını gerektiren değişik hastalıklarının olduğu biliniyor. Sorun, birarada ve gereğinden fazla verilmesindeydi.
Yıllar içinde bu ilaçlar, yasadışı uyuşturucu ve uyarıcıların yerini almaya başladı. Nihayet, geçen yıl, dünyanın bazı ülkelerinde, eroin, kokain, Ecstasy, metamfetamin kullanımını geçti. Hatta kimi ülkelerde narkotik ve/veya psikotrop maddeleri içeren müstahzarlar, bağımlıların ilk tercihi oldu.
13 üyesinden biri olduğum Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu, bu duruma gelineceğini yıllardır dile getirdiği halde, hükümetlerin yeterli önlemleri almadığını gözlüyoruz. Türkiye dahil birçok ülkede bu ilaçlara reçetesiz ulaşmak, ayrıca internet üzerinden satın almak mümkün. Kimi ülke emniyet güçleri, ilaç kaçakçılığıyla mücadelenin yollarını bilmiyor, toplumlara bu ilaçların çok tehlikeli olabileceğini anlatamıyor. 2006 yılı raporumuzda da bu sorunun altını çiziyoruz.
ABD, kokain kullanımını azaltmaktan mutlu. Buna karşılık reçeteye tabi ilaç bağımlılarının sayısı, son beş yılda ikiye katlanarak 15 milyonu aştı. Lise son sınıf öğrencilerinin yüzde 5.5’inin oksikodon, 7.4’ünün hidrokodon (her ikisi de kodein türevi ağrı kesici) bağımlısı olduğu biliniyor.
AVRUPA DA BU DURUMLA BOĞUŞUYOR
Afrika, Güney Asya ve Avrupa da benzeri durumla boğuşuyor. Bir ağrı kesici olan pentazosin, Nijerya’da damar içi yolla en sık kullanılan ilaçların başında geliyor. Yine bir ağrı kesici olan ve uyuşturucu madde bağımlılığının tedavisinde kullanılan buprenorfin, Hindistan’ın pek çok bölgesinde damara enjekte edilen başlıca uyuşturucu haline geldi. Ülkeye, Fransa ve İskandinav ülkelerinden yasadışı yollarla sokuluyor. Fransa’da üretilen buprenorfin’in (Subutex) yüzde 20-25 kadarının yasadışı piyasalara kaydığını bilmekteyiz.
Reçeteye tabi ilaçlara talep öylesine yükseldi ki, artık sahteleri üretilir oldu. Kuzey Avrupa ülkelerinin flunitrazepam (Rohypnol) gereksinimi giderek artan biçimde sahtesiyle karşılanıyor. Kuzey Amerika’nın yasa dışı piyasaları sahte Oxycontin tabletleriyle dolup taşıyor.
Kaçak ilaçların, semt pazarları, açık pazarlar, ilaç satışı yetkisi olmayan dükkanlarda tüketiciye sunulduğu, DPT’nin 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yer almıştı. Kaybolan reçeteler ve çalınan sağlık karnelerine, İstanbul, Mersin ve Gaziantep’te yakalanan sahte ilaçlar eklenince, konu geçen yıl TBMM’nin gündemine geldi. Etkin bir mücadeleye gereken yasal düzenlemelerin eksiklikleri giderilmeye çalışılıyor.
Hekim denetimi olmadığında, reçeteli ilaçların, hele sahtelerinin kullanımı ölüme yol açabilir. Aynı anda çok sayıda ilacın alınması, ilaçla birlikte alkol kullanılması ya da bir ilacın etkisinden kurtulmak için bir diğerininin kullanılması ise, çok daha tehlikelidir. Avrupa ülkelerinin birçoğunda, ABD ve Kanada’da ilaca bağlı ölümlerin sayısındaki artış, kaygılarımızın yersiz olmadığını kanıtlıyor.