Bu, yeni yılın ilk yazısı, karamsarlığa gerek yok. Nüfus artışını yavaşlatır, nükleer savaşları engeller, iklim değişikliklerini kontrol edebilirsek bu gezegende daha uzun süre yaşayacağa benzeriz.
Tabii, klonlanmış insanlar, insanlaştırılmış hayvanlar, insan ötesi yaratıklarla baş edebilirsek.
Gerçi, her hafta bir yenisi keşfediliyor ama, bir asteroidin tepemize düşüp hepimizi yok etmesine daha bir milyar yıl var. Hatta, 5-6 milyar yıl sonra, kırmızı bir dev yıldıza dönüşecek güneşimiz, Venüs ve Merkür’ü yutsa bile, biz paçayı kurtarabiliriz. Tabii, genetiği değiştirilmiş ölümcül bir mikrop her yere yayılmaz ya da beceriksiz bir fizikçinin yüksek enerjili deneyinde aksilik çıkmazsa.
Bir doktora öğrencisi olan Jason Matheny üşenmemiş, uzun uzun hesaplamış. 1.6 milyon yıl sonra, 10 milyar insanın hayatta kalması için, bugün dünya üzerinde yaşayan her kişi başına 2.5 dolar harcanması gerektiği sonucuna varmış. Risk Analysis (Risk Analizi) adlı derginin son sayısındaki "İnsan Soyunun Tükenme Riskini Azaltmak" adlı makalesinde, meydana gelme olasılığı düşük ancak sonuçları pek tehlikeli her türlü tehdidi, böylesi küçük bir yatırımla önceden fark edebileceğimizi ve gerekli önlemleri alabileceğimizi kaydediyor.
Matheny’ye katılmıyorum. Çünkü klonlanmış insanları, insanlaştırılmış hayvanları, insan ötesi yaratıkları risk hesabına katmıyor. Gerçek sandıklarımızın ardında, farkında olmadığımız başka gerçeklerin olduğu bir yaşama doğru dolu dizgin ilerlediğimizi, terör örgütlerinin bu zaaftan alabildiğince yararlanacağını göz önüne almıyor. Bütün bunlara rağmen gönlünüzü ferah tutun, gelecek bugünden bir hayli değişik olacak ama, kıyamet yakın değil.
KANAT ATKAYA’NINMERAK ETTİKLERİ
Hatırlarsanız, Dolly adlı meşhur bir koyun vardı. Bundan 10 yıl önce, klonlanan ilk memeli canlı olarak tarihe geçmişti. Sizi bilmem ama, benim unutmam mümkün değil. Çünkü ne zaman parmak izi ya da DNA’dan söz etsem, bana Dolly ile ilgili ahret sualleri sorulur.
2006 Ekim’inde, Kanat Atkaya da, Hürriyet’te yayınlanan "Karıncaların Efendisi" başlıklı yazısında "İnsan klonlanırsa, mesela parmak izi hálá kanıt olur mu? Yakın zamanda görürsem zaten Sevil Atasoy’a soracağım" demişti.
Kısaca özetleyelim. İskoçyalı Dr. I. Wilmut ve arkadaşları, yetişkin bir dişi koyundan (buna A diyelim) aldıkları bir hücrenin çekirdeğini, başka bir koyunun (buna B diyelim) çekirdeği çıkarılmış yumurtasına enjekte etmişler ve bu yumurtayı üçüncü bir koyunun (buna da C diyelim) rahmine yerleştirmişlerdir. Beş ay sonra doğan Dolly için, "Genetik annesinin (yani A’nın) ikizi" denmiştir. Önce şu konuya bir açıklık getirelim, Dolly, A’nın ikizi değil, çünkü sadece çekirdek DNA’ları aynı. Halbuki çekirdeğin dışında bulunan mitokondrilerde de DNA var ve Dolly, B’nin mitokondrial DNA’sını taşıyor.
İnsanlarda parmak izi neyse, koyunlarda da burun izi odur. Dolly’nin burun izi incelendi mi bilemem, ama ne A’nın, ne de B ya da C’nin burun iziyle aynı olabilir, tıpkı insan klonlanırsa, parmak izleri benzese de, aynı olamayacağı gibi. Çünkü bu izleri DNA belirler ama, canlı gelişirken içinde yüzdüğü amniyon sıvısının parmak uçlarına yaptığı basınca ve göbek kordonunun uzunluğu ve kalınlığına bağlı olarak değişirler. Tek yumurta ikizlerinin parmak izleri bu nedenle farklıdır ve insan klonlarında da, parmak izleri farklı olacaktır. Tabii, embriyonun sıvı içinde gelişmesi koşuluyla.
Kısacası, rahat edin. Bu yıl insan klonlansa, klonlardan biri suç işlese, suç işlerken parmak izi bıraksa, polislerin onu yakalama olasılığı vardır.
BU YIL İNSAN KLONLANIR MI?
Gelelim, ikinci meseleye. Kanat Atkaya sorusuna "İnsan klonlanırsa..." diye başlıyordu. Bir yıl kadar önce kuşku duymakta haklıydı. Gerçi birçok hayvan klonlanmıştı ama, maymun ve insan klonlama girişimleri hep başarısız olmuş, "İnsan embriyosu klonladım, kök hücre elde ettim" diyerek yeri göğü ayağa kaldıran Güney Koreli Woo Suk Hwang, 2006 Mayıs’ında çıkarıldığı mahkemede, "Sonuçları uydurdum" demeye dili varmamış, "Biraz abarttım" demekle yetinmişti.
Hwang, 2007 ortalarında Seul Üniversitesi’nden kovuldu. Bu işten zengin olmayı umanlardan topladığı milyon dolarlarla, insan klonlama gayretlerini kentin varoşlarında kurduğu Sooam Biyoteknoloji Araştırma Vakfı’nda sürdürüyor. Ancak kasım ayında, üç ayrı laboratuvardan gelen haberler, bu kıyasıya yarışta ondan bir hayli önde olanların bulunduğunu gösterdi.
Önce, Rusya Bilimler Akademisi mezunu, Uygur kökenli biyolog Şöhret Mitalip (yabancı kaynaklarda adı Shoukrat Mitalipov olarak geçiyor), ABD’deki Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi’nde, klonlanmış maymun embriyoları oluşturduklarını ve bunlardan embriyonik kök hücre soyları ürettiklerini bildirdi. Birkaç hafta sonra, Kyoto Üniversitesi’nden Shinya Yamanaka ile Wisconsin Üniversitesi’nden Junying Yu yetişkin insan derisi hücrelerini kök hücrelere dönüştürebildiklerini anlatan bir makale yayınladılar. Daha önce benzeri olmayan bu başarılar, sadece kalıtımsal hastalıkların tedavisi, organ nakline ihtiyaç duyulmaması ve ölümün geciktirilmesi için değil, insan klonlanması açısından, "ses duvarını aşmak" kadar önem taşıyor.
Dr. Mitalip’le yapılan bir söyleşiyi izlemiştim. "Maymunumuz Semos, en az koyun Dolly kadar ünlü olacak" diyordu. Bu adı duyunca ürpermemek mümkün değil. Semos, "Maymunlar Cehennemi" filminde, insanları köleleştiren maymunların, bir gün mutlaka geri döneceğine inandıkları atalarının adıdır.
YAPAY BAKTERİLER KÖTÜLERİN ELİNE GEÇER Mİ?
2007 yazında, J. Craig Venter Enstitüsü çalışanları, önce bir bakterinin (mycoplasma mycoides) tüm genetik bilgisini başka bir bakteriye (mycoplasma capricolum) aktardıklarını, böylelikle konağın tüm kimlik ve davranışını değiştirebildiklerini ilan ettiler. Ekim ayında, mycoplasma kromozomunu sentezlemekte olduklarını ve 2008 bitmeden, tamamen yapay genetik bilgiyle yaşayan ilk canlı hücreyi elde edeceklerini açıkladılar. Enstitü’nün kurucusu Craig Venter hafife alınacak bir kişi değil. İnsan geni haritasının çıkartılmasında öne çıkmış bir ekibin lideri.
Amaçları yakıt, ilaç ya da iplik üretecek, çevre kirliliğini yok edecek bakteriler elde etmek. Örneğin, atmosferdeki karbondioksiti yutup metana dönüştüren bakteriler oluşturabilirlerse, metan başka yakıtların üretiminde kullanılabilir. Böylelikle, hem petrole bağımlılık azalır, hem de küresel ısınma durur.
Bu çalışmalara karşı çıkan iki büyük grup var. İlki, anılan teknolojiyi ele geçiren teröristlerin, hızla çoğalan ölümcül organizmaları dünyaya salıvermelerinden korkanlar. Araştırıcılar "Merak etmeyin" diyor, "Bizim bakteriler, laboratuvardan çıkınca kendini imha edecek şekilde programlı." İkincisi, yaradanın işine karışmanın günah olduğunu ileri sürenler. Buna da cevapları hazır. "Biz yeni bir hayat yaratmıyoruz. Var olan hayatları yenilerine dönüştürüyoruz." Bu iki cevaba da inanıp inanmamak size kalmış.
GİYSİLER DELİLLERİ BULUR MU?
Kol saatleri, zamanı göstermenin çok ötesinde işlere yarıyor artık. Mesela, kredi kartı olarak kullanılabiliyor. Yakında, yiyeceklere yaklaştırdığımız cep telefonlarından kalori değerini görebilecek, billboard’a tuttuğumuzda, reklamı yapılan mağazanın internet sitesine bağlanacağız. Akıllı ayakkabılarımız da var. Kenarına iliştirdiğimiz bir verici sayesinde kulağımıza, "Kalbin 120 atıyor", ya da "Afferin sana 1000 kalori yaktın!" diye fısıldayan.
Peki, bir giysiden ne bekleriz? En azından kışın sıcak, yazın serin tutmasını, yağmur yağdığında su geçirmemesini değil mi? Aynı giysi hava durumuna göre davransa, pantolonumuz istediğimiz rengi alabilse, gömleğimiz sevdiğimizin hoşuna gidecek ya da korktuğumuz köpeği kaçırtacak, hatta dinlediğimiz müziğe göre değişecek kokular saçsa, fena mı olur? Çarşafımız pembe bir ışık yayarken, yanımızdaki horladığında, pijamasının onu uyandırmasına ne dersiniz?
2007 Mayıs’ında ABD’de, Washington’da gerçekleşen Akıllı Dokumalar Fuarı’nda, sadece bunların prototipleri değil, polisler ve askerler için geliştirilen akıllı üniformalar da sergilendi. Yakın bir gelecekte askerler, düşmanla dostu birbirinden ayırabilen, polisler delilleri bulan, doktor ve hemşireler nabız sayan, ateş ölçen ve daha pek çok önemli işi yapan algılayıcılarla donatılmış giysileri kullanacak ve üniformalar üst merkezlerle kablosuz iletişime geçecek. Akıllı dokumaların, daha şimdiden 400 milyon dolarlık bir pazarı oluşmuş bulunuyor.
Ismarlama çocukları, süper insanları, Truva atları ile steganoların savaşını da gelecek hafta anlatırım. Sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir yıl dileklerimle.
Ninja Kaplumbağalar gerçek olur mu?
Hangisini daha çok sevmiştiniz? Kırmızı bantlı agresif Raphael’i mi, mor bantlı bilgin Donatello’yu mu, mavi bantlı cesur lider Leonardo’yu mu, yoksa turunculu haylaz Michelangelo’yu mu? Ninja Kamplumbağalar’dan söz ediyorum. Hani 1984’ten bu yana çizgi roman, video oyunu ve filmleriyle ortalığı kasıp kavuran, mutasyonla usta birer savaşçıya dönüştürülmüş, insanımsı kaplumbağalardan. Yoksa babaları, fare-insan Splinter Usta mı olmak isterdiniz? Ninja kaplumbağaları, yıllardır hayal dünyamızın suçlularını yakalıyor, evrenin başka bir yerinden gelip, işgale kalkışanlarla savaşıyor. Ama felaket senaryoları yazmaya meraklılar, yakın gelecekte etrafta gerçekten bu tip garip yaratıkların dolaşacağına inanıyor.
2007’de İngiltere, aylar süren tartışmalardan sonra, insan ve hayvan embriyolarının füzyonuna, yani kimeraların oluşturulmasına ve bunlardan kök hücre eldesine izin verdi. Çekirdeği çıkartılan bir hayvan yumurtasına, insan DNA’sının yerleştirilmesi sayesinde elde edilecek kök hücreler, doku ve organları yenileme becerileri sayesinde Alzheimer, Parkinson ve daha pek çok hastalığa çare olacak ama, Şanghay Üniversitesi’nde insan hücrelerinin tavşan yumurtaları ile füzyonunun başarıldığı 2003’ten bu yana, melezleme deneyleri pek çok kişinin kabusu.
Aslında, bu gelişmelerden başka sonuçlara da varmak mümkün. Gelecekte insanlar, yapmak istemediği tehlikeli, zor, ağır, pis işleri, bunları becerebilecek biçimde değişikliğe uğratılmış hayvanlara yaptırır mı? Öldürmeye programlar mı? Günün birinde bu insanlaştırılmış hayvanların tepesi atar, örgütlenir ve dünyayı ele geçirir mi?