10 Şubat 2006. Portland, Oregon’da bir duruşma salonu, salonda 20-30 kişi. İri yapılı, açık mavi cezaevi giysili bir adam ayakta, yargıcı dinliyor. KGW televizyonunun internet üzerindeki yayınından, neredeyse ifadesiz yüzünü ve donuk bakışlarını izliyorum.
Yargıç, o sabah imzalanan bir pazarlığın ayrıntılarını okuyor. "Dava görülürse, jüri sana idam cezası verebilir. Bu nedenle, ömür boyu hapse razı olmuşsun, doğru mu?" diye soruyor "Evet efendim" diyor adam. "37 yıl sonra şartlı tahliye edilirsen, seni Amerikan vatandaşlığına almayız. Anlıyor musun?" diye soruyor yargıç Keith Meisenheimer. Memleketinden 10 bin kilometre ötede, 32 yaşındaki bir Türk "Evet efendim" diyor. Nedenini hálá açıklayamıyorum, ama içim sızlıyor.
Top koşturmayı, bilgisayarları ve Türk yemekleri pişirmeyi seven Deniz Çınar Aydıner, Amerika’nın Pasifik Okyanusu kıyısındaki Oregon Eyaleti’ndeki Portland’a 1997’de geldi. 4 aylık bir İngilizce kursunu tamamladıktan sonra, Portland Katolik Üniversitesi elektrik mühendisliği bölümünde okumaya başladı. Önce kampusun kuzey batısında, tuğla cepheli 8 katlı Mehling Kız Yurdu’nun hemen bitişiğindeki Villa Maria Erkek Yurdu’nda, daha sonra okulun hemen karşısında, arkadaşları ile birlikte kiraladığı bir evde kaldı. Derslerinde pek başarı gösteremeyen Aydıner, aynı üniversitede okuyan Pamela Betz ile yakın arkadaş oldu. Pam, 2002 Mayısı’nda diplomasını aldı. 3 yıl süren, herkesin tanık olduğu mutlu beraberliklerini, 2003 Ocağı’nda evlenerek sürdürdüler ve genç çift, kampusta güvenlik görevlisi olarak çalışan iki arkadaşları ile birlikte, North Oberlin Sokağı’ndaki bir eve taşındı.
ERKEK ARKADAŞI OLMAYAN KIZ
Portland Üniversitesi kampusunun tüm yurtları, yaz gelince tamamen boşalır ve zaman zaman fakültelerin düzenlediği bilimsel toplantılara katılan delegelerin konaklamasında kullanılır. 2001 yazında da, yurtları bu amaçla kullanmak isteyen rektörlük, misafirlerin kayıt işlemleri ve yerleştirilmesinde gönüllü olarak çalışacak bina sorumluları aradı. Mehling Kız Yurdu’nun 217 numaralı odasında kalan, Catherine Mary Helene Johnson, eğitim 12 Mayıs’ta bittiği halde, o yaz ailesinin yanına gitmedi ve kendi yurdunda, bir diğer kız öğrenci ile birlikte 8 katlı, 375 odalı binanın sorumlusu olarak çalışmaya başladı. Arkadaşlarının, kısaca "Kate" dediği 21 yaşında, koyu Katolik genç kız, yardımseverliği, Honda otomobili, klarneti, siyah Labrador köpeği, İspanyol yemeklerine olan düşkünlüğü ve her zaman gülümseyen yüzü ile tanınırdı. Yıllar sonra Deniz ile evlenecek Pam gibi, müzik bölümü son sınıf öğrencisiydi ve bir erkekle yakın arkadaşlığına kimse tanık olmamıştı.
Delegeler, yurt binalarına 29 Mayıs Salı öğleden sonra yerleşmeye başlayacaktı. Salı sabahı Kate ortalıkta yoktu. Pazar akşamı, yurt binasına 50 metre kadar uzaklıktaki kampus yemekhanesinde, diğer bina sorumluları ile birlikte yediği akşam yemeğinden bu yana, onu gören olmamıştı. Durumu garipseyen diğer bina sorumlusu, kredi kartı benzeri, plastik elektronik kartla önce dış kapıyı açtı, 2. kata çıkan her iki merdivene eşit uzaklıkta, koridorun tam ortasındaki 217 numaralı odanın kapısını çaldı. Ses gelmedi. Kapı kitliydi. Güvenliğe haber verdi. Öğlene doğru kapıyı açtılar. Kate, yerdeki yorganın üzerinde, sırt üstü, çırılçıplak yatıyordu. Portland polisini aradılar.
DNA VAR PARMAK İZİ YOK
Soruşturmayı yürüten dedektif Jon Rhodes’in olay yeri inceleme ekibi, eldeki her türlü teknolojiyi kullanarak genç kızın odasında ve binanın genelinde 5 gün boyunca delil topladı. Basına hiçbir bilgi verilmedi. İki gün sonra, otopsiyi yapan adli tıp uzmanı Dr. Nikolas Hartshorne, Kate’in ailesine kısa bir bilgi notu ile ölüm nedenini bildirdi. Elle boğma ve ırza geçme. Alışılagelmişin aksine, basına yine bilgi verilmedi.
Üç ay sonra polis, cinayetin gerçekleştiği sırada kampusta bulunanlardan, DNA analizi yapmak üzere, yanak içinden örnek almaya başladı. "Demek, mağdurun üzerinde ya da odada faile ait bir biyolojik delil bulunmuş" diye düşündü, Portlandlılar. Daha sonraları, genç kızın sağ bileği ve yastık kılıfı üzerinde faile ait biyolojik delil bulunduğu ortaya çıktı.
Dedektif Jon Rhodes, her iki el bileğinde "tren rayı" benzeri izler görmüş, bunu kelepçe izine benzetmişti. Odada kelepçe bulunamadı. "Parmak izi bulundu mu?" diye soranlara, "Hem evet, hem de hayır" diye cevap verdi polis. "Demek parmak izi var ama, veri tabanında yok. Anlaşılan saldırgan evvelce suç işlememiş" diye konuştu Portlandlılar. Daha sonra, karşılaştırmaya elverişli parmak izi bulunamadığı anlaşıldı.
Aralık ayına gelindiğinde, DNA için örnek verenlerin sayısı 200’ü bulmuştu. Polis, elinde elektronik dış kapı kartı bulunanları tarıyordu. Bu durum, "Demek ki, ya kartla ya da Kate ile birlikte içeri girmiş" şeklinde yorumlandı. Kate’in nasıl ve neden öldürüldüğüne dair hiçbir bilgi edinmek mümkün değildi. Bölük pörçük, oradan buradan sızanlardan, kapalı kapılar ardında değişik senaryolar yazıldı. Kimse konuşamıyordu. Rektör David Tayson, 23 Ağustos’ta, tüm öğrencilere ve çalışanlara bir elektronik posta göndererek, konuşma yasağı getirmiş, her nerede ve kiminle olursa olsun, konuşanı okuldan atmak ve işine son vermekle tehdit etmişti çünkü.
Aralık sonlarına doğru, polisin saldırganın psikolojik profilini belirlemek üzere FBI’dan yardım talep ettiği ortaya çıktı. Bir basın toplantısı düzenlendi ve katilin kadınlardan nefret eden, aşağılayan, üzerilerinde baskı kurmaya çalışan, kısa süreli, başarısız ilişkiler yaşamış, içine kapanık, kız ya da erkek arkadaş sayısı az, olanlarla da özel hayatına ait ayrıntıları kesinlikle paylaşmayan biri olduğu açıklandı. Ayrıca, Kate cinayeti ile ilgili haberleri yakından izleyen ve olanlar hakkında kızı sorumlu tutar biçimde yorumlar yapanlara dikkat edilmesi gerektiği bildirildi. (Açıklanan profil, evvelce rastlanmış birçok seri katili, özellikle de kolej yatakhanelerinde kız öğrencilere saldıran, 1974-78 arasında 30’un üzerinde kıza tecavüz edip, sonra da bunların çoğunu elle boğarak öldüren ve 1989’da idam edilen Theodore "Ted" Bundy’nin davranış biçimini anımsatıyor. Açıklanan bu profilin hiçbir ayrıntısının, Kate’i öldürmekle suçlanan ve pazarlık sonrası, yargılanmadan ömür boyu hapse mahkum edilen Türk’ün özelliklerini tutmadığını da belirtmekte fayda var. Esasen, FBI’ın ünlü profilleme biriminin her zaman katillerle ilgili doğru varsayımlarda bulunamadığı, bunun da suçluyu yakalamada zaman kaybına yol açtığı bilinen bir gerçektir.)
SORGU SIRASI AYDINER’DE
Aradan aylar geçti. Polis, DNA örneği alınacak kişilerin kapsamını genişlettikçe genişletti. Sayıları 400’ü geçtiğinde, sıra Kate’in "arkadaşlarının arkadaşları"na gelmişti. 16 Ocak 2003 günü, dedektif Shirley Parsons, Deniz Aydıner’i telefonla aradı ve bazı sorular yöneltti. Aydıner, öldürülen kızı tanıdığını, ancak ilişkilerinin arkadaşlık seviyesinde olmadığını, ortak arkadaşları bulunduğunu, yurttaki odasının numarasını bilmediğini, mezun olmadan önce karısının aynı yurtta kaldığını, Kate’in ölü bulunmasından bir gün önce, bir kız arkadaşının yurdun başka bir katındaki odasını boşaltmasına yardım ettiğini söyledi. Kate’i en son ne zaman gördüğü sorusunu, "Aynı günün akşamı, evimin sokağındaki Twilight Room Tavernası’nda" diye yanıtladı. 3 Şubat’ta Deniz Aydıner, birçok arkadaşı gibi, DNA örneği vermek üzere polis merkezine gitti.
TUTUKLANMAYA VİZE
Mart başlarında, Deniz bir tanıdığı ile birlikte ailesini görmek üzere Türkiye’ye geldi. Mart sonunda Amerika’ya dönmek istedi. Öğrenci vizesi yenilenmeyince aldığı 6 aylık bir iş vizesi vardı. Onun da süresi dolmuştu. Seattle Havaalanı polisi, ülkeye girmesine izin vermeyince, memlekete döndü.
Bir yandan kendisi, diğer yandan karısı Pam, Ankara ve Atina’daki Amerikan büyükelçiliklerine başvurarak vize talebinde bulundular. Hatta Pam, 2003 Ağustos’unda, Senatör Gordon Smith’den bile yardım etmesini istedi. Deniz, bir türlü Amerika vizesi alamıyordu. Kasım gibi, işler birdenbire yoluna girdi. Eşi, elçiliğe giderse vize verileceğini haber verdi.
Deniz Aydıner, vizeyi aldı. 16 Ocak 2004’te, Lufthansa Havayolları ile Almanya üzerinden Portland’a uçtu. Uçaktan iner inmez, havaalanı polisince sorguya alındı. 5 saat boyunca ifade verdi. Yıllar önce, Kate’in öldürüldüğü odadan delil toplayan dedektif Jon Rhodes ve ekibi, aynı dakikalarda cinayet zanlısı Deniz Aydıner’in evini arıyordu.
Gazeteler, dedektif Rhodes’in, evde bir kelepçe (nerede bulduğu açıklanmadı, aynı evde Deniz ve karısı dışında, kampusta güvenlik görevlisi olarak çalışan iki kişi daha oturuyor), Deniz’le Pamela’nın yatağı altında porno resimler olan bir dergi (Deniz 10 aydır evde oturmuyor), kalorifer tesisatlarına ulaşılan dar bölümde internetten indirilmiş pornografik resimlerin yer aldığı bir dosya bulduğunu yazdı. Evvelce sabıkası bulunmayan Deniz, aynı gün tutuklandı ve Multnomah Tutukevi’ne kondu.
GAZETELER BİLE TUZAK DEDİ
Bir türlü verilmeyen vizeye, nasıl olup da aniden hak kazandığının hikmeti basit. Deniz, Amerika’dan ayrıldıktan aylar sonra, 3 Haziran 2003’te, Clackamas Oregon’daki Polis Adli Bilimler Laboratuvarı uzmanı Terry Coons, Kate’in sağ bileği ve yastık üzerinden elde edilen biyolojik delillerin DNA’sının ona ait olduğunu buldu. Ancak Deniz, Amerika’dan ayrılmış Türkiye’ye gitmişti. Geri dönemiyordu, çünkü vizesini yenileyemiyordu. Kasım’da tutuklama emri çıkartıldı.
Portland polisi, Ankara ve Atina büyükelçilikleri, federal göçmenlik ve gümrük yetkilileri ile yaptığı işbirliği sonunda, Deniz Aydıner’in tutuklanabilmesi için "kamuoyu yararı için af" kapsamında vize verilmesini sağladı. Avukatı Stephen A. Houze, bunun uluslararası hukuka ve iki ülke arasındaki antlaşmalara aykırı olduğunu iddia ettiyse de, yetkililer, "Aydıner, Amerika’ya dönmek istiyordu, biz sadece önündeki engelleri kaldırdık" dediler. Polis laboratuvarı, serbest dolaşan bir şüpheli ile ilgili DNA analizini, günler hatta saatler yerine, 4 ayda sonuçlandırmasaydı, Amerikan gazetelerinin bile "tuzak" diye nitelendirdiği (örneğin, Portland Tribune, 20 Ocak 2004) bu gelişmelerin hiçbiri yaşanmayacaktı.
MAHKEMEDE CAN PAZARLIĞI
Oregon Eyaleti Ceza Yasası’na göre, Deniz Aydıner, tasarlayarak, canavarca hisle, işkence ederek, kendisini savunamayacak durumda bulunan Catherine Mary Helene Johnson’a cinsel saldırıda bulunmak, sapkın ilişkiye zorlamak, öldürmek ve delilleri ortadan kaldırmakla suçlandı. Ayrıca, cinayetten 2 ay kadar önce, aynı binanın 130, 138 ve 330 numaralı öğrenci odalarında gerçekleşen hırsızlıklardan da sorumlu tutuldu.
Pazarlığı kabul etmeyip suçsuz olduğunu iddia ettiği takdirde, 19 suçtan ayrı ayrı yargılanacağı ve yargılama sonunda 12 kişilik jüriye sorulacak üç soruya da "evet" cevabının alınması durumunda, idam cezasının verilmek zorunda olduğu, birine "hayır" denmesi ya da oybirliğinin bulunmaması durumunda idam yetkisinin yargıçta olduğu açıklandı. Buna karşılık, pazarlığı onaylaması durumunda, müebbet hapis ile cezalandırılacağı, 37 yıl sonra denetimli serbestlik tedbirine hükmedilebileceği anlatıldı. Hiçbir zaman Kate’i öldürdüğünü kabul etmemiş olan Deniz Aydıner, bu teklifi kabul etti. Duruşma salonunda, hemen arkasında oturan Kate’in annesi, 15 dakika kadar süren konuşmasını "Bu rıza yetmez, günün birinde onu öldürdüğünü itiraf etmen için dua ediyorum" diye tamamlarken, Deniz’in yüzünde en ufak bir kımıldama olmadı.
Avukatla görüştüm
Portland polisi ve savcılığınca yürütülen soruşturmanın alışılmadık gizliliği öylesine garipsendi ki, The Oregonian Gazetesi, 2004 Şubatı’nda yargıç Julie Frantz’a resmen başvurarak, bilgi edinme hakkının ihlalini dile getirdi. (Ayrıca, son pazarlık yüzünden, kamuoyunun adli dosya ile ilgili hiçbir bilgi edinmesi mümkün değil.) Bu gizliliği yadırgadığımdan, Deniz’in mahkumiyetinden hemen sonra, Amerikan yargı sistemi, olay yerinden delil toplamadan başlayarak, her türlü bilirkişi raporunu ve özellikle DNA analizlerindeki kaliteyi sorgulayabilme imkanı verdiğinden, avukat Houze’yi aradım. Houze bu aşamada, Deniz Aydıner’in Türkiye’de tutuklanıp, yargılanması yerine, bir şekilde Amerika’ya gelmesinin sağlanmasının çok daha önemli olduğunu ve bir üst mahkemeye bu çerçevede itiraz etmeyi düşündüğünü söyledi.