Herrenchimsee Sarayı'nda gördüğünüz şaşaaya inanamıyorsunuz. Kral Ludwig bir adanın üzerine inşa edilmiş olan bu sarayda topu topu 10 gün kalmıştı. On gün yaşanmış bu saraya harcanan emeğe hayret ediyor, sonra ‘‘Kral Ludwig hakikaten bir deli miydi?’’ diye düşünüyorsunuz.
Her sene gittiğim Salzburg müzik festivalinden hastalığıma rağmen vazgeçmedim, ailem ve kocam da cesaretlendirdikleri için çok şükür bu sene de giderek gene nefis bir müzik ziyafeti dinledik.
Salzburg ufacık bir şehir, gündüzleri gezecek görecek fazla bir yeri yok. Bu sene arkadaşlarımla Bavyera Kralı İkinci Ludwig'in Almanya'nın Avusturya hududuna yakın Chimsee (Kimse) gölünün üzerindeki adacıkta sarayını da gördük.
Kral Ludwig'in sarayları meşhurdur. Neuschwanstein Şatosu ortaçağ, Linderhof Sarayı da rokoko stilindedir. Herrenchimsee Sarayı ise Versailles'dan etkilenilerek yapılmıştır. Arada pek çok ufak saray yavrusu gibi av köşkleri de yaptırmıştır. Hatta bunlardan bir tanesi tamamen Türk mimarisi ve motifleriyle süslüdür. Kral II. Ludwig'in sarayları 'kitsch' sınıfına girmekteydiler. Ben, şimdi milyonlarca insanın gezdiği bu sarayları yaptıran kişiyi yakından tanıtmaya çalışacağım.
25 Ağustos 1845 günü Münih kiliselerinde çanlar çalmakta ve top sesleri şehir halkına uzun zamandır beklenen prensin doğduğu haberini vermekteydi. O zamanlar krallık sırası gelmemiş olan babası Prens Maximillian ve Prusya Prensesi olan annesi Maria, bebeği Ludwig adıyla vaftiz ettirdiler.
Ludwig çocukluğunu Hohenschwangau Sarayı'nda eve gelen hocalarla geçirdi. Büyüdükçe edebiyata olan merakı arttı ve özellikle Friedrick von Schiller'in şiirlerinin ve tiyatro eserlerinin etkisi altında kaldı. 16 yaşına geldiğinde Richard Wagner'in 'Lohengrin' operasını görerek yepyeni bir müzik türü ile tanıştı. Hayran olduğu Richard Wagner'i hayatı boyunca destekledi. Onu Münih'e davet etti, beraberce Alman Müzik Okulu'nu kurdular. Münih'e son teknolojileri ihtiva eden bir opera binası yapmak istemekteydiler ama proje sadece maliyetinin çok yüksek olmasından değil, aynı zamanda 'ihtilalci' Wagner'le arkadaşlığını hoş karşılamayan ailesi ve kabinesi tarafından reddedilmişti.
Bavyera Kralı Maximillian öldüğünde Ludwig 18.5 yaşındaydı. Devlet işleri ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu. Krallığının ilk senelerinde memleket işlerini ciddiye alan ve çok çalışan Kral Ludwig, kaçınılmaz bir sebepten Prusya ile savaştı. Üç hafta süren savaş sonunda barış ilan edildi ama Bavyera, Prusya'ya 54 milyon altın mark ödemek mecburiyetinde bırakıldı. Ludwig, Bavyera şehirlerini baştan sona dolaşarak, sanki zafer kazanmış gibi halkıyla bütünleşti. Savaşta yenilmiş olmasına karşın halkı tarafından çok seviliyordu. 1.90 boyunda, fevkalade yakışıklı ve sevimliydi. 22 Ocak 1867'de kuzeni Bavyera'lı Prenses Sophie Charlotte ile nişanlanmıştı. Tam düğün hazırlıkları bitmek üzereyken nişan bozuldu ve Kral bir daha hiç bir zaman evlenmeyi düşünmedi. Bütün hanımlar tarafından beğenildiği halde, karşı cins ona artık hiçbir zaman cazip gelmedi.
Richard Wagner'le dostluğu ve yaptırdığı saraylara harcadığı paralar yüzünden tenkit edilmekten bıkmış, şehirden ve halkından gitgide uzaklaşmaya başlamıştı. Çok sevdiği Alpler'de atıyla gezmeye ancak geceleri çıkmaktaydı. Adeta bir peri masalı kahramanı gibiydi. Vaktini sadece saraylarının yapılmasına nezaret etmekte harcamaktaydı. 1886'nın başında Ludwig'e muhalif olanlar ile kraliyet ailesi meclisi isyan bayrağını çektiler. Zira 5.5 milyon mark senelik gelirinin üzerine toplam 13 milyon mark kıymetinde bir varlığa sahipti. Halbuki 21 milyon mark masraf etmişti. Bu parayı Ludwig ölse dahi ailesi Bavyera hükümetine ödemekle mükellefti. Durum tehlikeliydi. 800 senelik aile ve devlet birikimleri bir tek kral yüzünden yok olmamalıydı. Başbakan Lutz, pozisyonunu da muhafaza edebilmek telaşıyla, Kral Ludwig'e aklından zoru olduğu gerekçesiyle krallıktan el çektirme fikrini ortaya atmıştı. 8 Haziran 1886’da Dr. von Gudden başkanlığında bir grup doktor tarafından muayene bile edilmeden, bazı kişilerin gözlemlerine ve yazdıklarına dayanarak akıl hastası olduğuna ve Bavyera'yı idare etmekten aciz kaldığına dair bir rapor hazırladılar.
Neuschwanstein Şatosu'na kapanan Ludvig pek çok mücadeleden sonra teslim olmaya karar verdi ve Dr. von Gudden'in refakatinde yola koyuldular. Talihsiz kralın en sevdiği yerlerden biri olan Berg Şatosu bir hapishaneye dönüştürülmüş, pencereleri demir parmaklıklarla kaplanmış, kapıları sadece dışarıdan kilitlenebilecek hale getirilmiş ve her tarafa gözetleme delikleri açılmıştı.
Kral son derece sakin, etrafına karşı soğuk ama nazikti. 13 Haziran 1886 günü akşam üzeri saat altıda Ludwig Dr. von Gudden'le birlikte şatonun bahçesinde yürüyüş yapmak istedi. Öğleden sonra saat altıda beraberce göle doğru yol alırken Dr. von Gudden korumalara takip etmemeleri için işaret etti. Saat yediye gelip de hiç kimse dönmeyince, geride kalan doktorlar ve hizmetkarlar parkta dolaşmaya giden bu acayip ikiliyi aramaya çıktılar. Kral ile doktor boğulmuş ve en az üç saat boyunca suda kalmışlardı. İki gün nefes alma zorluğu çekiyorlar diye etrafı oyalamaya çalıştılarsa da, öldüklerini açıklamak zorunda kaldılar.
Bu acayip ölüm bir muamma haline geldi. Zira gölün derinliği, 1.90 boyundaki ve 40 yaşındaki Kral'ın sadece diz kapağına gelmekteydi. Kral üstelik çok iyi yüzme bilmekteydi. İkisi birden ne diye boğulmuştu? Acaba biri birini öldürüp öbürü intihar mı etmişti? Bütün bu sorular Bavyera Eyaleti'nde hálá bir muamma olarak duruyor.
Herrenchimsee Sarayı'nı gezdiğinizde gördüğünüz şaşaaya inanamıyorsunuz. Kral Ludwig bir adanın üzerine inşa edilmiş olan bu sarayda topu topu 10 gün kalmıştı. On gün yaşanmış olan bu saraya harcanan emeğe ve masrafa hayret ediyor, sonra ‘‘Kral Ludwig hakikaten bir deli miydi?’’ diye düşünüyorsunuz.
Ama bu sarayları iyi ki yaptırmış... Biz de sayesinde geçen pazar günü görmeye gidip iyi ve değişik bir gün geçirdik.