Medya sayesinde mahalle kültürüm gittikçe artıyor

Bir sabah televizyonu açtım ve Seda Sayan'ın programını seyrettim, o günün akşamında da Koç Üniversitesi'ndeki İstanbul Devlet Konservatuarı Bale Bölümü'nün bir gösterisine gittim. Vallahi, çok renkli bir şehirde yaşayıp bir kültür şoku geçiriyorum.

İstanbul, bir megakent olmanın neticesinde ister istemez çok yoğun bir kültür ortamına girdi. Kültür hayatını takip etmeye kalkarsanız ve hele benim gibi her şeyi görmek arzusunu yaşarsanız hiç boş vaktiniz kalmayacak. Ama maalesef artık hiçbir şeyi takip edemez bir hale geldim. Sebebi ise, evvela kendi özel hayat şartlarım, sonra da kültür olaylarının çoğalmış olması...

İstanbul'da film festivali yeni bitti. Takip eden arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla, oldukça iyi filmler seyretmişler, hakikaten meraklı olanları da sabah matinesi dahil neredeyse günde üç değişik matine film görmüşler.

Konserler derseniz her hafta Atatürk Kültür Merkezi'nde bir konser, derken İş Kültür'de konserler, arada yabancı ülkelerin kültür merkezlerinde ve zaman zaman da iş dünyasının, derneklerin finanse ettiği konserler var.

Resim görmeye kalkarsanız, adım başında bir galeriye rastlıyor ve hangisine gideceğinizi şaşırıyorsunuz. İyi bir ressam grubu gelişme yolunda...

Operaya gidenler, memnun çıkıyorlar.

Zaman zaman güzel ve enteresan sergiler hazırlanıyor ve kaçırmamak gerekiyor.

Şimdilerde hatırat yazanlar çoğaldı, tercüme yapanlar iyileşti, alacağınız kitaplar için sık sık kitapçıya gitmeniz gerekiyor.

Her zaman bir konferans davetiyesi alıyorum. Bazıları çok ilginç olmakla beraber, pek çoğu kapalı salonlara yapılıyor.

Müzayedeler ise kültür hayatına çok katkıda bulunuyorlar. Neler satılıyor, kaça satılıyor, kimler alıyor, bütün bu bilgiler kültür hayatının bir parçası oluyor.

Ama galiba en zayıf bölüm tiyatrolar.

Caz modası gelişti. Geceleri gençler caz dinlemeye gidiyorlar ve bazı amatör gruplar çok iyi caz yapıyorlar.

İstanbul'un kendisi zaten bir müzeler şehri ama şayet gezmeye meraklıysanız... Ben daha Aynalıkavak Kasrı'nı ve Ihlamur Kasrı'nı görebilmiş değilim.

Bu şehir, ayrıca bir kültür mozaiğini bünyesinde değişik dinlere ait ibadethaneler ile zaten taşıyor. Camilerimiz deseniz, hepsi ayrı birer müze... Bütün camileri gezmeye kalkarsanız bayağı bir vakit harcamanız gerekiyor.

Yasak olmasına rağmen bir de tekke kültürü var. İstanbul'un mistik dünyası başka bir alem.

Bütün bu kültür etkinliklerine yetişememenin verdiği acıyla yaşarken iki olay beni deli ediyor. Biri, haftada beş gün oyun oynayan arkadaşlarım, diğeri ise maazallah rating sancıları ile kıvranan medyamız, özellikle de televizyonlarımız.

Gündüz hiç televizyon seyredemeyen bendeniz bir sabah televizyonu açtım ve Seda Sayan'ın programını seyrettim, o günün akşamında da Koç Üniversitesi'ndeki İstanbul Devlet Konservatuarı Bale Bölümü'nün bir gösterisine gittim. Vallahi, çok renkli bir şehirde yaşayıp bir kültür şoku geçiriyorum. Anlaşılan köy kültürü bitmiş ve mahalle kültürü başlamış. Renkli bir ülkede yaşamanın verdiği olanaklardan dolayı Seda Sayan'ı beğendim mi bilemiyorum, ama hiç değilse samimiydi. Akşam seyrettiğim İstanbul Devlet Konservatuarı balesi ise çok hoşuma gitti. Eskiden varolmayan bir disiplin gelmişti, talebe balerinler oldukça gayretliydiler, seviyeleri bayağı yükselmişti. Bunlar televizyonlarda ne diye gösterilmez, anlayamam.

Hele hele, son zamanların oldukça önemli olaylarından ve kaçırılmaması gereken haberlerinden biri, Sevda Demirel'in Hande Ataizi'ne attığı tokattı. Bu bilgiden kat'iyen uzak kalmamamız lazım.

Kültürümü daha da artıran bir deyim, ‘‘üçün biri’’ sözü idi. Medya bu sözle çok uğraştı. Benim anlayışıma göre ‘‘servetin üçte biri’’ demek olan bu lafın meğerse gayet kuvvetli bir başka anlamı varmış ama biz bilmiyormuşuz. Bilmediğimi söylediğim zaman benimle çok alay ettiler. Beni, ‘‘çok steril bir ortamda büyümüş olmakla’’ itham ettiler. Acaba benim gibi daha başka bilmeyenler var mı diye soruşturdum ve pek çok kimsenin bu sözlere vakıf olduğunu öğrenerek kendimi bayağı suçlu ve kültürsüz addettim. Sağolsunlar, televizyonlar ve gazeteler sayesinde bu bilgiye de vakıf oldum ve kültürüm arttı.

Halkımıza medya ile yedirilen şu kültüre bir bakın, bir de İstanbul'un göbeğinde yaratılmaya çalışılan kültür ortamını yakalamaya çalışan gençler grubuna... Herhalde onlar da benim gibi tam tezatlar içinde bilgi ve görgü sahibi olmaya çalışıyorlar.

Ben, her şeye rağmen İstanbul'da yaşamanın tadına varıyorum ve bunun yanında da medya sayesinde kültürümün gelişmemiş olan yanını geliştirmeye çalışıyorum. İnsana her ikisi de lazım galiba.
Yazarın Tüm Yazıları