Kadın editörlerin tanrıçası: DV

Harper's Bazaar ve Vogue dergilerini bugünkü konumlarına getiren DV, yani Diana Vreeland, genç kızlığında gösterişsiz, utangaç bir kızdı. Okuldan atıldı, dans okuluna gitti.

‘‘Bayağı olmaktan hiç bir zaman korkmayınız, sıkıcı olmamaya dikkat ediniz’’

‘‘Dünyadaki en büyük bayağılık, gençliğe ve güzelliğe özenmektir’’

‘‘Duygularınız yoksa, güzelliğiniz de yoktur’’

‘‘Umut, pazarlanır ve satılır’’

Bunlar, 'Harper's Bazaar' ve 'Vogue' mecmualarına bugünkü konumlarını sağlayan DV'nin, yani Diana Vreeland'ın sözleri.

Annesi Emily K. H. Dalziel şımarık, sosyetik bir güzeldi. Babası Frederick Dalziel ise yakışıklı, kusursuz giyinen bir banker... 1906'da ailesi Paris'te vazifeli iken doğmuş, kızkardeşi Alexandra ile Avenue Foch'da bir demet hizmetçi ve iki dadı ile büyütülmüştü.

Dalziel'ler çocuklarını Deauville, Biarritz ve Cannes gibi o devrin moda şehirlerine götürmüşlerdi. Diana'nın eğitimi düzensizdi. Bir anne kızının güzel veya sevimli olmasını ister ama Diana bu sıfatlardan yoksundu. Gözlerindeki astigmat onu kör bakışlı, gösterişsiz yapmaktaydı ve üstüne üstlük bir de utangaçtı. Güzel annesi kızına çirkin bir yaratık gözüyle bakmaktaydı. Aile çok sosyetik olduğundan evlerinin salonlarında Nijinsky, Diaghilev, Chaliapin, Irene ve Vernon Castle ile tanışmıştı. Sarah Bernhardt ve Duse'yi sahnede görmüştü. 1911'de, dadıları iki kardeşi Kral Beşinci George'un taç giyme merasimini izlemek üzere Londra'ya götürmüştü. Vreeland ‘‘Burada ailem harikaydı, hiç bir olaydan geri kalmıyorduk, işte bu yüzden biz vizyonla büyütülmüştük’’ diye yazıyordu hatıralarında.

NEW YORK’A DÖNÜŞ

Birinci Dünya Savaşı patlayınca Dalziel ailesi New York'a geri dönmek mecburiyetinde kaldı. Diana, Brearley Kız Okulu'na yollandı. Okul sezonunun bitmesine yakın, anne Emily okula davet edilerek ‘‘kızınızı biz sınıfta bırakmadan siz okuldan alınız’’ denildi. Okuldan alınan Diana, New York'ta bir dans okuluna gitti. Hareketler, ritim ve disiplin ona hayal kurmayı öğretmişti. ‘‘Hakikatlerle vakit geçirmeyin, sadece halka bir imaj vermeye bakın’’ diyordu röportajlarında.

1923'de Reed Vreeland'la tanıştı. Yakışıklı ve uzun boyluydu. Babası gibi şık ve muntazam giyinmekteydi. Yale mezunuydu ve banker olmayı planlamaktaydı. Tanıştıkları an, 40 sene boyunca üzerinde dans edeceği bir platform olduğunu anlamıştı. Hemen evleneceği adamla tanıştığını farketmişti. Bu evlilik hayattaki en büyük başarısıydı. Diana nihayet çirkinliğini unutup rahatlamıştı. Her zaman arkasında duran bir koca olmamakla beraber onun kendine olan güveninin artmasını, kuvvetli olmasını, ve dayanıklılık aşılayıp kendisini dünyanın en imrenilen kadını hissetmesini sağlamıştı.

Diana'nın ince manken gibi bir vücudu, Çin prensesleri gibi kıpkırmızıya boyanmış dudakları ve tırnakları, kabuki tiyatrosundaki artistler gibi ağır bir makyajı vardı. Saçlarını koyu laciverde boyayıp geriye çekilmiş şekilde bir file içinde toplayarak, tepesinde bir fiyongla süslemekteydi. Büyük kulaklarını saklayacağına özellikle açıkta bırakmaktaydı. Ağzında kalem gibi ağızlığıyla sigarası vardı. Ayağındaki özel imalat pabuçlar T bantlı olup, bütün bu egzantrik görüntüsü gayet sade giysileriyle daha da meydana çıkmaktaydı. Çay ve yulaftan oluşan kahvaltısını edip kahve yerine B-12 vitamini alarak enerji kazanmaktaydı. Öğleden evvel ofise gitmiyor, işlerini evdeki banyosundan takip ediyordu.

Kocasının işi için Londra'ya yerleştiler. İkinci oğlunu, İngiltere'de doğurdu. Bütün gün müzelere ve sergilere giderek kendini eğitti.

Paris'te sosyetik ve artistik ortama kolayca girdi. Coco Chanel, Christian Berard, Jean Cocteau, Daisy Fellows ve Prens Jean 'Johnny' de Faucigny-Lucinge, arkadaşlarıydı.

Diana, şoförünün kullandığı Bugatti arabası ve İngiliz hizmetçisi ile Paris'te, Boulevard Haussmann'da, ucuz bir otelde kalıyordu çünkü parasını güzel kıyafetlere ve aksesuvara harcamayı tercih etmekteydi. Sosyetenin çirkin-güzeliydi. Reed ve Diana, 1936'da New York'a döndüler. Avrupa'daki lüks hayattan sonra New York'ta zorlanmaktaydılar, iki çocuğun tahsil masrafları da gündeme gelmişti.

Bir gece St. Regis otelinin roof'unda beyaz dantel Chanel elbisesi ve saçındaki pembe gülü ile dans ederken, Harper's Bazaar'ın yayın müdürü Carmel Snow, Diana'yı gözüne kestirdi ve ertesi gün iş teklif etti. 'İŞ', Diana'nın kelime dağarcığında bilmediği bir anlam taşımaktaydı. Öğlene doğru uyanan ve yemeğe kadar giyinen biriydi. ‘‘Giysiler hakkında çok bilgili olduğunuz anlaşılmaktadır’’ diyen Carmel Snow her şartı kabul etmişti. Yirmi altı sene kaldığı Harper's Bazaar'da iki sene sonra, 1938'de moda yöneticisi tayin edilmişti. Çocukluğu ve geçmişi, istikbalini yaratmıştı.

Ekonomik krizde olan Amerika'daki hanımlara yaşadığı olayları anlatıp, onların hayal dünyasını genişletmekte ve fantazilerini geliştirmekteydi. Bazı enteresan alışveriş ve giyim tavsiyelerinde bulunuyordu. Lauren Bacal'ı keşfetmişti. Turtleneck kazakları ve sırım şeritli sandaletleri meşhur etmişti. Jacqueline Kennedy'e küçük şapkalar ve samur manşon giymesini önermişti. Değişik fikirleriyle mecmuayı enteresan bir havaya sokmuştu.

VOGUE’UN TEKLİFİ

New York, Park Avenue'deki apartmanı Türk sarayları gibi kalabalık ve süslüydü. Menüyü kocası yapıyordu, evde harika yemek çıkmaktaydı ve Diana şarapla meşgul oluyordu. Yemeğe sekiz veya on kişiden fazlasını davet etmezlerdi. Sohbet koyu ve enteresandı. Geceleri bir sultan gibi gitgide artan bir yumuşaklıkla misafirlerini ağırlamakta, gündüzleri ise çok çalışkan bir iş kadını olabilmektydi. Evindeki yaşamı gayrıresmi bir lüksün içinde samimi ve gizemli bir havayı yansıtıyordu. Sohbeti ise dolu doluydu.

1938'den 1962'ye kadar çalıştığı Harper's Bazaar'dan 20 bin dolar almaktaydı ve evindeki lüksü temin etmek için sıkışmaya başlamıştı.

‘‘Neden maaşına zam istemedin?’’ diye sorduklarında, aklına gelmemiş olduğunu söylemişti. Belki de tanıdığı pek çok zenginin gayesiz olup bedbaht yaşadıklarını hatırlamıştı. Problemlerini kimseyle paylaşmamaktaydı.

1962'de en büyük moda mecmuası Vogue, Diana'ya genel yayın müdürlüğünü teklif etti. Her istediği yapılacaktı, yüklü bir maaş, geniş bir harcama bütçesi ve mecmuayı istediği gibi şekillendirme yetkisi verilmişti. Harper's Bazaar'ın yöneticisi Carmel Snow ‘‘Sakın ola ki Diana'ya yönetim yetkisi vermeyin, zira mecmuayı batırır’’ diye kükremişti. (Bugün medyada yaşadığımız bazı olaylara ne kadar benziyor, değil mi? S.G.)

Kendisine şüpheyle bakanları şaşırtarak, değişikliği evvela kendi üzerinde yaptı. Saçlarını çenesi hizasında keserek kulak arkasından dümdüz taradı. Sıkıbelli ceketlerin yerini, etekliklerine uygun canlı renkli kaşmir kazaklar almıştı. Ofisini en sevdiği renk olan parlak kırmızıya boyattı. Şimdi sıra gelmişti Vogue mecmuasına. 1960'dan beri gençliğin modaya hakimiyetini gözlemlemekteydi. Bu değişiklikler sadece giyimde değil, müzikte ve tavırlarda da görülüyordu. Artık moda yüksek terzihanelerin veya sosyetenin değil, sokaktaki insanın ve gençlerin yarattığı bir depremdi. Mecmuada da bu yansıtılmalıydı.

Diana hemen tanınmış şahsiyetlerin yaşam biçimleriyle ilgili hakiki hikayeler yayınladı. Daha sonra Twiggy gibi acaip güzellikleri sergileyip yeni yaratıklarla yeni modelleri tanıttı. Beden terbiyesi, cilt bakımı ve estetik cerrahi üzerine makaleler yazdırdı. En iyi fotoğrafçıları bularak özel evlerin resimlerini bastı ve yaşam biçimi sergiledi. Dünya, dergiye artık gençlik ve canlılık aşıladığını kabul ediyordu.

DERGİDEN ÇIKARILDI

Şoförlü limuzin kullanmakla birlikte müthiş bir yeteneğe sahipti ve çok çalışıyordu.

1966'da kocası öldüğünde, dünya başına yıkıldı. Artık etrafına modern gençleri toplayıp onlara tecrübelerini anlatıyordu. Vogue, 1971'de orta tabakanın mecmuası olmaya karar verince derginin sahipleri Diana ile ters düştüler ve işten çıkardılar.

‘‘Zarafet önemlidir, cesaret ve itibar elzemdir’’ cümlesi, ofisinin duvarında asılıydı. İşten çıkarılma sebeplerini ise kimseyle tartışmadı.

New York Times, Diana'nın Ağustos 1989'daki ölümünü gülen bir resmi ve ‘‘Kehaneti ve yarattığı efsaneler onu ölümsüzleştirmiştir’’ cümlesiyle manşete taşınmıştı.
Yazarın Tüm Yazıları