Bizim aile hakikaten demokrat oldu. Ben, kocam Doğan, kardeşim Suna, kocası İnan ve kızları İpek Galatasaraylıyız.
Yeğenlerim Mustafa ve Ali koyu Fenerbahçeliler, ağabeyim Rahmi ise Beşiktaşlı. Aramızda bol bol futbol konuşup hiç kavga etmiyoruz. Benim çocukluğumda, konuşmayı bir tarafa bırakın, bir Galatasaraylı bir Fenerbahçeli ile yan yana bile gelmezdi.
Ben ve kocam evimizde hiçbir zaman futbol konuşmadığımız halde, gittiğimiz her yerde futbol neredeyse baş mevzu. Hele hele genç hanımlar arasında o kadar çok futbol fanatiği var ki şaşkına dönmemek mümkün değil. Dolayısıyla bir maça gideyim ve ben de şu futbol işine vakıf olayım dedim.
Övünmek gibi olmasın, ben Galatasaraylıyım, ama daha okkalı küfür işitebilmek için Fenerbahçe-Trabzon maçına gitmeyi tercih ettim. Bu, hayatımda gittiğim ikinci maçtı, birincisi ise 1956'daki Türkiye-Macaristan maçıydı. Kimselerin unutamadığı bu meşhur maçta Türkiye, Macaristan'ı 3-1 yenmişti.
Giderken kendimi korumak için, döner bıçağı aradım ama nerede satıldığını bilemediğim için bulamadım. Bana ‘‘Spor giyin, sıkı giyin’’ dediler. Ben de kendime göre spor giyindim ve takıp takıştırmayı çok sevdiğim için gene küpelerimi kulağıma, zincirimi boynuma taktım. Benim gibi Galatasaraylı ve Karıncaezmez Şevki gibi fanatik olan yeğenim İpek de bir arkadaşına söz verdiği için kerhen bu maça gidecekti. Bana ‘‘Teyze, bu kolyeyi küpeleri çıkar’’ diye söylendi.
Onu dinlemedim, iyi ki de dinlememişim. Zira yedideki maç için saat altıda yola çıktık ve Fenerbahçe'de, Şükrü Saracoğlu Stadı'na vaktinden evvel vardık. Daha içeri girerken gözlerim faltaşı gibi açıldı. Yerler ayna gibi parlamaktaydı, harika bir işçilikle, granit döşenmişti. Kapıdan elektronik makinelerden giriş kartları gösterilerek geçilmekteydi. İçerisi daha da muhteşemdi, pırıl pırıl mermerlerle kaplanmıştı. Asansörler vızır vızır işliyordu. ‘‘Locanız yukarıda’’ dediler, gene kartla kapısını açtık. Aman efendim, bej renkli kanapelerle dayanıp döşenmiş bir salon. Ön tarafta, yerlere kadar meyilli bir camdan bakıldığında yemyeşil çim saha ayağınızın altında, camı biraz kaydırıyorsunuz, gayet rahat koltuklarla döşeli onbeş kişilik bir balkona çıkıyorsunuz. Şansımıza hava harikaydı, iki kenardaki ve karşıdaki tribünler insan dolu. 55 bin kişilik stadda 53 bin kişi varmış. Coşkulu bir kalabalık, her taraf sarı-lacivertli renklerle dolu. Uğultu halinde bütün Fenerbahçe taraftarları bağırıyorlar. Tabii ben alışık olmadığım için ne söylendiğini anlamakta zorluk çekip hep yanımdakilere tercüme ettiriyorum.
Locada bar var. Hangi tür içkiyi isterseniz emrinize amade. Daha maç başlamamıştı. Hemen soruşturdum, bu şahane stad kaça çıkmıştı? Para nasıl bulunmuştu? Evet bu stat 15 milyon dolara çıkmıştı. Localar satılmıştı. Migros altına dükkán, üstüne de stad yapmıştı ve harcadığı para mukabili bir süre bedava olarak bu mekánı kullanma hakkını kazanmıştı. Velhasıl son derece basit ve pratik yöntemlerle stadın üç bir tarafını yeniden inşa etmişler. Şapkamı çıkardım Fenerbahçe yönetimine. Ben Afrodisias Geyre Vakfı'na para bulmak için ağlarken Fenerbahçe fanatikleri iyi para vermişlerdi. Darısı başıma. Tabii Afrodisias fanatiği olmak için biraz daha yüksek düzeyli eğitim lazım halkımıza. Half-time'da büfeler kurulmuştu. Acıkanlar karınlarını doyurdular.
Bizim aile hakikaten demokrat oldu. Ben, kocam Doğan, kardeşim Suna, kocası İnan ve kızları İpek Galatasaraylıyız. Yeğenlerim Mustafa ve Ali koyu Fenerbahçeliler, ağabeyim Rahmi ise Beşiktaşlı. Aramızda bol bol futbol konuşup hiç kavga etmiyoruz. Benim çocukluğumda, hatırladığım kadarıyla konuşmayı ve tartışmayı bir tarafa bırakın, bir Galatasaraylı bir Fenerbahçeli ile yan yana bile gelmezdi. Kendimizle iftihar ediyordum. Bize benzeyen başka ailelerin de varlığına şahit oldum. Gene bu maçta soluma bir baktım ki Turgut Yılmaz'ı gördüm. Kulak gazetesine göre son zamanlardaki en yakın arkadaşı olan Turgay Ciner'le birlikte yandaki locadan maçı izlemekteydiler. Çok şaşırdım, zira ağabeyi Mesut Yılmaz'ın koyu Galatasaraylı olduğunu herkes gibi ben de biliyordum. ‘‘Aaaa... Ayol, benim gibi Galatasaraylı biri daha Fener maçına gelmiş’’ dedim. Yunımdaki koyu Fenerliler, Turgut Yılmaz'ın Fenerbahçeli olduğunu iftiharla söylediler. Bir de Türkiye'de demokrasi yok diyorlar.
Dikkatimi çeken ve beni şaşırtan başka bir nokta ise futbol sahasının bu kadar çok polis tarafından koruma altında olduğu idi. Demek ki pazar günleri suç işlemek için iyi bir günmüş.
Ben futboldan anlamam, ama oyun temposuzdu. Fenerbahçe her ne kadar üç gol attı ise de sekiz gol de kaçırdı. Trabzon'un defansı çok iyi idi ama atakları zayıftı. Hıncal Uluç Bey bana kızmasınlar, zira bu ilk ve son futbol yorumum olacaktır.
Her ne kadar Galatasaraylı isem de, localar çok şık olduğu için bundan böyle hep Fenerbahçe Stadı'na gideceğim. Taa ki Galatasaray da kendine böyle bir saha yapıncaya kadar. Görmeyenlere tavsiye ederim.