Paylaş
SORUMLULUKLARIMIZ VE KİMLİKLERİMİZ
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren büyümeye ve gelişmeye başlıyor, bebeklikten başlayarak sonrasında erken çocukluk, çocukluk, ergenlik ve en nihayetinde yetişkinlik düzeyine ulaşıyoruz. Bebeklik sonrası dönemden itibaren başlayan süreçlerin her birinde belli başlı, irili ufaklı sorumluluklarımız oluşmaya başlıyor. Daha doğrusu ilk başta bu sorumluluklar önce ebeveynlerimiz sonra da okul çağında öğretmenlerimiz tarafından bizlere aşılanıyor. Örneklendirmek gerekirse, “Yemekten sonra ellerimizi yıkamak”, “yatmadan önce dişlerimizi fırçalamak”tan başlayıp, “ödevlerimizi eksiksiz ve zamanında yapmak”, “paylaşımcı olmak”, “küçüklerini sevmek büyüklerimizi saymak” gibi sorumluluk gerektiren yönlendirmelerle büyüyoruz. Yetişkin bir birey olmaya yüz tuttuğumuz ancak henüz çocukluk döneminden de tam olarak çıkmadığımız ergenlik döneminde diğer dönemlerimize nazaran daha tepkisel olduğumuz için “tepkilerimizi kontrol etmemiz” öğretiliyor bize. Kısacası yaşam boyu sürecek olan bir eğitilme ve öğrenme sürecinde ilerlemeye başlıyoruz. Bazı sorumluluklar alışkanlık halini alıyor, bazıları o zamandaki ortamla sınırlı kalıyor, bazılarını ise kişilik özelliklerimize uymadığı için belli bir süre sonra terk ediyoruz. Tüm bunlar olurken bir de hayatımızın her döneminde üzerimize yeni kimlikler ekleniyor. “Öğrenci kimliğimiz”, “ebeveyn kimliğimiz”, "evlat kimliğimiz”, “kardeş kimliğimiz”, “iş hayatındaki kimliklerimiz” ve buna benzer daha bir sürü kimlik. Peki gerçekte biz kimiz aslında? Bu kimliklerden hangisiyiz? Ya da hiçbiri miyiz? Kimliklerimize uyumlu yaşamak için hayatı çoğu zaman ıskaladığımızın farkında mıyız?
KİMLİKLERİMİZİ ÇIKARTIRSAK GERİYE NE KALIR?
Yaşam içerisinde ilerlerken, üzerimizde para kazanma, aile geçindirme, kariyer başarısı, özel ilişkilerde uyum yakalama ve sürdürülebilirlik sağlama, güvende hissetme gibi bir ton sorumluluk ve kaygı varken, kendi özümüzden gittikçe uzaklaşıyor ve aslında kim olduğumuzu, ne yapmaktan hoşlandığımızı, mutlu mu mutsuz mu olduğumuzu unutuyoruz. O kadar dalıyoruz ki günlük rutinlerimize, “kendimizi unuttuğumuzun” dahi farkında olmuyoruz çoğu zaman. Hep bir koşturma, hep bir yarış, hep bir eksiği tamamlama telaşında, ama yorgun, bezgin, manevi tatminden yoksun ya da eksik bir halde, gelecek için didinip duruyoruz.
Geçmişle ilgili ise ‘keşke’lerimizin, ‘tüh’lerimizin kölesi oluyor hayıflanıyor da hayıflanıyoruz. Oysa geçmiş geçti ve geçmişte yaşanan her şey orada kaldı. Hepsi birer deneyimdi, yaşandı ve bitti. Derslerimizi aldıysak ne mutlu bize. Almadıysak da daha iyisini nasıl yapabileceğimizi bulmanın en doğru yolu özümüze dönmektir. Evren bir yanlışa karşı cevabını ceza olarak vermez ama aynı deneyimi biz doğruyu anlayana ya da doğru yolu-yöntemi bulana kadar tekrar tekrar yaşatır. Gelecek ise henüz gelmemiştir. Bir gün sonra bile neler olacağını öngöremediğimiz bir dünyada sadece gelecek için yaşamak da bize sadece kaygı verir ve “an”ı kaçırmamıza yol açar ki hayat aslında “an”dır. Özümüz kusursuz ve saf sevgiden yaratılmıştır. Bunun farkında olmak için kimliklerimizi üzerimizden çıkartıp özümüzle baş başa kalmamız ve ona kulak vermemiz, onu daha iyi anlamamız gerekir.
KENDİMİZİ SEVMEKLE BAŞLAR HER ŞEY...
Özümüz bizim en kıymetli hazinemizdir. Mutluluktur, barıştır, huzurdur. Kendimizi tanımak için çocukluk zamanlarımız en önemli rehberlerimizden biri olacaktır. Gerçekte kim olduğumuz, neyden hoşlanıp hoşlanmadığımız, küçük şeylerden büyük mutluluklar duyan, verilen izinlerde en büyük özgürlük yaşayan hallerimizdir erken çocukluk ve çocukluk dönemlerimiz. Tabii bir de en sınırsız hayal kurabildiğimiz, yaratıcı özelliğimizin en yüksek olduğu evrelerdir. O sebeple bizler yetişkin tecrübelerimizle özümüze döndükçe hayallerimize ulaşmak, hayatla barış ve uyum içerisinde olmak daha kolay ve mümkün hale gelir. Burada “kimlikleri çıkartmaktan” kastettiğim başarılı olduğumuz veya para kazandığımız işimizi bırakmak, ailemizden, sevdiklerimizden veya diğer sorumluluklarımızdan vazgeçmek demek değildir. Tam tersi, kimlikler biz yaşadıkça bizimle olacaktır belki ama kendi özümüzle baş başa kalmayı, kendimize ve önceliklerimize değer vermeyi öğrendiğimizde yargılardan bağımsız düşünebilmeyi, dış dünyanın negatif unsurlarından etkilenmemeyi, kendimizle gurur duymayı (kibir değil kendinden memnun ve mutlu olmak, bu ince çizgi önemli zira) ve kendimizi tüm varoluş özelliklerimizle koşulsuz bir biçimde sevmeyi öğreneceğiz. Çünkü biz kimliklerimizden ibaret değiliz. Kimliklerimizden bağımsız yaşayabilmek ve düşünebilmek özgürlüğün ta kendisidir. Sadece var oluşumuzla tek, yegâne ve biriciğiz. Unutmayın, kendini sevmekle başlar her şey...
BİR ÖZ DEĞER ÇALIŞMASI
1) Beyaz bir kağıt alıp, kurşun kalemle bu kağıda yapmaktan gerçekten keyif aldığınız 20 şeyi yazın.
2) İkinci bir beyaz kağıda, yine kurşun kalemle, gerçekten hayatınızda sahip olduğunuz için müteşekkir olduğunuz 20 şeyi yazın (bu 20 şey, kişilik özelliklerinizden tutun da, aileniz, arkadaşlarınız, eşyalarınız vb. her şey ve herkes olabilir. Sınır yok)
3) Önce ilk yazdığınız kağıdı sizi rahatsız etmeyecek yükseklikte bir ses tonuyla 3 kez okuyun, sonra aynı şekilde ikinci kağıdı da 3 kez okuyun.
4) Arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın, tüm bedeniniz rahat olacak şekilde yatar veya oturur bir pozisyonda, 3 kez burnunuzdan derin nefes alıp ağzınızdan nefes verin. Nefesinizi diyaframınız tamamen sönene kadar boşaltın.
5) Normal nefese dönerek, gözleriniz kapalı hâlde iken, çocukluğunuzdaki en mutlu an’ınızı gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Hemen gelmeyebilir, telaşlanmayın. Kendinize izin vererek beklerseniz mutlaka o çocuk haliniz gözünüzün önüne gelecektir.
6) Şimdiki yetişkin halinizle, imgelediğiniz çocuk halinizin yanına gidin ve ona gülümseyerek merhaba deyin. İlkinde olmasa bile, ikinci veya üçüncü merhabanızda mutlaka size yüzünü dönecektir.
7) Ona sımsıkı sarılın, bu sarılmayı hissedin ve çocukluk hâlinize onu çok sevdiğinizi söyleyin. Sonra ona, onu tüm geçmiş zamanlarda ve şimdiki zamanda ve gelecekte çok sevdiğinizi-seveceğinizi, her ihtiyacı olduğunda sizin onun yanında olacağınızı söyleyin ve bir daha sarılın.
8) Aranızdaki sımsıcak ve saf sevgiden oluşan enerji bağını hissedin. O çocuk sizsiniz.
9) Tekrar 3 kez burnunuzdan derin nefes alıp ağzınızdan nefes verin ve yavaşça gözlerinizi açın.
10) Hazır hissettiğinizde ayağa kalkın ve en yakınınızdaki aynaya gidip aynada kendi gözlerinizin içine bakarak tüm kalbinizle gülümseyin ve 3 kez “seni seviyorum” deyin. Ve Şifa Olsun!
HAFTANIN ÖNERİSİ: Ankara’mızın saklı cennetlerinden olan Kızılcahamam Şahinler Tabiat Parkı’na gidin. Bu doğal parkta yukarıda verdiğim meditasyonu bir kez daha yapın. Yalın ayak yere basarak bol bol topraklama yapın ve yürüyün. İnanın bana çok iyi gelecek. Hepinize şifa olsun! Sevgiyle.
Paylaş