Paylaş
Bir Türkiye Cumhuriyeti ve Ankara sevdalısı olarak ekim ayı benim için hem duygusal anlamda hem de mental ve fiziksel anlamda yoğun geçti. Teşekkürümün bol olduğu bir ay oldu. İlk önce bu satırları yazabiliyor olmama olanak veren, Türk kadınına hak ettiği değeri vererek toplumda bağımsız bir kimlik edinmesine yönelik devrimleri gerçekleştiren, koca bir ulusun kaderini kölelikten bağımsızlığa yönlendiren ve bu bağımsızlığı Cumhuriyet’in ilanıyla tüm dünyaya ilan eden Mustafa Kemal Atatürk’e ve Kurtuluş hikâyemiz boyunca ona eşlik eden tüm silah arkadaşlarına, yine ve her zaman olduğu gibi çokça teşekkür ettim. Sonra, benim de bir vatandaşı olduğum, bu eşi benzeri bulunmayacak olan vatanın her karış toprağı ve sağduyusu, merhameti ve vicdanı yüksek yüce milleti için şükrettim. İyi ki bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak doğdum ve öyle öleceğim. İlk yüzyıl sadece başlangıç, Cumhuriyet’imiz daha nice yüzyıllar halkın egemenliğinde payidar ve bahtiyar olarak yaşayacaktır! “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”
BAŞKENT OLUŞUNUN 100. YILINDA ANKARA
Yukarıdaki satırlarımda Ankara’nın başkent oluşunun 100. yılı için de birçok etkinlik gerçekleştiğinden bahsetmiştim. Şimdi sizlerle bu etkinliklerle ilgili izlenimlerimi ve edindiğim bilgileri paylaşacağım. Geçtiğimiz cumartesi günü Galeri Z’de Sayın Fatma Tuna ev sahipliğinde, Dr. Necati Yalçın’ın “Yamansın Ankara!” adlı sunumu ve söyleşisine katıldım. Milli Mücadele’den Cumhuriyet’e uzanan yolda emeği geçmiş önemli isimlerin anlatılıp, tanıtıldığı söyleşi Ankara ve Kale severler tarafından oldukça ilgi gördü. Benim de baştan sona merak ve ilgiyle dinlediğim söyleşi Ankara’ya dair birçok yeni bilgi edinmeme de vesile oldu. Cumhuriyetle yaşıt yani tam 100 yaşındaki çok değerli mimar Sayın Kadri Kalaycıoğlu, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde kendisi tarafından yapılmış birebir replikası sergilenen ancak orijinali Fasıllar Köyü’nde bulunan Su Tanrısı taş heykelinin hikâyesini paylaştı bizlerle. Kale’de bulunan Fener Sokağın mimarı Menekşe Bilgiç ise bu sokağın 200 metre boyunca duvarlarını bezeyen mozaik çizimlerin bizlere ne anlattığından bahsetti. Söyleşide Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Maliyeden anlamayan maliye bakanı istiyorum” sözünü takiben Maliye Bakanlığı’na atanan Hasan Fehmi Ataç’tan tutun da Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını başlatan ilk kadın ressam olan ve Paris’teki Louvre Müzesi’nde “Çingene” tablosu halen sergilenmekte olan Mihri Müşfik’e, Kurtuluş Savaşı’nda ordumuza uçak hediye eden Nafiz Kotan beyefendiye kadar kurtuluş ve Cumhuriyet’imizin kuruluş tarihinde önemli yerleri olan birçok ismi yakından tanıma fırsatı bulduk.
Yine aynı gün İç Kale’de kurulan stantlarda kadın el emeklerinin sergilendiği bir çalışma vardı. Tekstilden takıya, ev araç gereçlerinden kilime birbirinden değişik el emeği ürünlerin yer aldığı sergi görülmeye değerdi. Anadolu temalarıyla dolu ve el işçiliğiyle yapılmış bu eşyalar ömürlük denilecek nitelikte ve manevi değerde idi bence.
ARSLANHANE CAMİİ UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİNDE!
Günün devamında, Kahveci Müco’da içtiğim Türk kahvesinden sonra Kale sokaklarındaki bir sonraki durağım geçtiğimiz haftalarda UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne girmeyi başararak, Ankaralıları ve Kale dostlarını sevindiren Arslanhane Camii oldu. Tam anlamıyla büyülendim. Hem içinde hem dışında onlarca fotoğraf çektim. Caminin dış görünümü de iç dekorasyonu ve iç mimarisi de oldukça sade görünüyor. İç bezemesi ahşap ağırlıklı olan camide bulunan 24 adet ahşap ayak, ahşap sütunlar ve yine ahşaptan yapılmış minber, sadeliğin yanı sıra caminin mimari farklılığını da ortaya koyuyor. 13. Yüzyıl başlarında Ahiler tarafından yapılan ve ilk adı “Ahi Şerafettin” olan cami, doğusunda bulunan türbe külliyesi duvarına gömülü antik aslan heykeli sebebiyle son yıllarda “Arslanhane Camii” olarak anılmaya başlanmış ve UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne de bu ismiyle girmiş. Görmeyen, bilmeyen varsa bu eseri mutlaka görmeli.
ANKARA TARİHİ DAİMİ DAKTİLOLAR SERGİSİ
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Rektörlüğü, İletişim Fakültesi Dekanlığı ile Gazeteciler Cemiyeti’nin ortaklaşa organize ettiği “Cumhuriyetin ve Başkent Oluşun 100. yılında Ankara Tarihi Daimi Daktilolar Sergisi” 24 Ekim Salı günü üniversite binası giriş holünde açıldı. Öğretim üyeleri ve öğrenciler başta olmak üzere, Ankara’nın iş dünyasından önemli isimler ve siyasiler açılışta yer aldı. Serginin fikir babalarından olan küratör Şevket Bülend Yahnici’nin ardından, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Dekan Ayşe Elif Emre Kaya, Rektör Naci Bostancı da birer açılış konuşması yaptılar. Özel daktilo koleksiyonunu sergiye veren Ender Çepel’e, sergiye maddi katkıları dolayısıyla Yaşar Tonbak’a, fikir ve emek sahipliği ve küratörlüğü dolayısıyla Yahnici’ye teşekkür plaketleri takdim edildi. Birçok meslek dalında bilgisayar teknolojisi henüz yok iken yoğun olarak kullanılan, gazeteciliğin ve medyanın da geçmiş yıllarda en fonksiyonel araçları olan daktilolar daimi olarak bu sergide sergilenmeye devam edecek. Türkiye siyasetine damga vurmuş birçok siyasinin ve aynı şekilde Türkiye gazetecilik camiasına adını altın harflerle yazdırmış nice gazetecinin kullandığı daktiloların da yer aldığı bu sergiyi tüm Ankaralılar ve hatta yerli-yabancı turistler gidip görmeli diye düşünüyorum.
ANKARA’NIN ‘SEVGİ ÇİÇEĞİ’
Geçtiğimiz günlerde Ankara’ya gönül vermiş bir başka isim ile tanıştım. Kendisi “sevgi çiçeğinin babası” olarak anılan Hulusi Gürpınar. Hulusi Bey esas olarak Ankara-Gölbaşı ve çevresinde, Mogan Gölü’nün doğu ve batı kesiminde, doğal olarak yetişmekte olan ve latince ismi Centaurea tchihatcheffii olarak bilinen “sevgi çiçeği”nin korunması, Ankara ili sınırları içinde mümkün olduğunca çok ekiminin sağlanması ve tanıtılması adına şahsi bir misyon üstlenmiş bir Ankara sever. Bu çiçek, halk arasında “kırmızı peygamber çiçeği”, “türbe çiçeği”, “yanardöner”, “gelin düğmesi”, “Gölbaşı sevgi çiçeği” olarak da anılıyormuş. Ülkemizde diplomat olarak görev yapmakta olan P. De Tchihatcheff tarafından 1848 yılında Afyon yakınlarından toplandığı kayıtlara geçmiş olan çiçek, 1854’te sistematik değerlendirmesi yapılarak bilim dünyasına kazandırılmış. Geçmiş yıllarda, Gölbaşı’ndaki tarlalarda ve açık alanlarda çok yaygın bir şekilde yetişen bu nefis görünümlü çiçeğin günümüzde doğal olarak yetiştiği habitatların yol genişletme faaliyetleri, anız yakma, herbisit kullanımı, hayvan otlatma gibi insan etkinlikleri sonucu bozulduğu, çiçeğin aşırı derecede toplanması gibi olumsuz etmenler sonucunda tohum kaybı olduğu saptanmış. Kırmızı renk daha sık görülmekle birlikte, pembe, eflatun tonlarında ve nadir olarak da beyaz çiçekleriyle karşımıza çıkan bu tür, ışık altında sedef gibi pırıl pırıl bir görüntü sergilemesiyle tanınmakta. Çiçeklenme sonrasındaki süreyi tohum halinde, toprakta geçiriyor. Ankara’ya ve Gölbaşı’na dair simgesellik özelliği taşıyan bu nadide çiçeği yaşatmaktaki emeği, çabası için bir Ankara sever olarak Sayın Hulusi Gürpınar’a teşekkür ediyor, tüm Ankaralıları da bu özgün çiçeğimizin tohumunun ve habitatının korunması için gönüllü seferberliğe davet ediyorum.
Paylaş