Paylaş
Aralık ayının ortasını da geçmiş olmamıza rağmen, şehr-i sevdamız hâlâ burcu burcu bahar kokmakta. Karını özledik evet, bazı geceler kış aylarında olduğumuzu ufaktan da olsa fark ediyoruz evet, ama o alıştığımız aralık’ın ayaza dönük havası yok. İklim değişikliği ve küresel ısınma bizim kentimizde de kendini fark edilir şekilde gösteriyor. Şikâyetçi miyim? Hem evet hem hayır. Hava güneşli ve kış ayları ortalamasına oranla nispeten ılıman oldukça dış mekânlarda daha bol vakit geçirebiliyor ve Ankara’mı üşümeden, rahat bir biçimde karış karış gezmeye devam edebiliyorum. Ama kentimize özgü, o sokakları ve yeşili bembeyaz kaplayan, ayrıca Ankara’mıza çok fazla yakışan karı da özlüyorum. Ne yalan söyleyeyim. Umarım kış ayları sonlanmadan alışageldiğimiz gibi karın da tadını çıkartacağımız günleri görürüz.
ANKARA’NIN BAĞLARI
Ankara’nın eski çağlarda, Frigler’den Romalılar’a kadar Ancyra (gemi çapası) olarak anıldığını, fakat bölgeye Türkler’in gelişini takiben Farsça ‘üzüm’ anlamına gelen ‘Engürü’ adını aldığını ‘Kadim Toprak Ankara’ başlıklı yazımda anlatmıştım. Üzüm asmasının Ankara ve civarı topraklarda bu denli kaliteli ve bol mahsul vermesi binlerce yıl öncesinden başlamış. Sofralık üzüm türlerinden tutun da şıra, pestil, pekmez ve şarap üretiminde kullanılan envai çeşit üzüm yetiştirilmiş Ankara bağlarında. Bir rivayet okumuştum, rivayet eski zamanlarda Ankara’dan Roma’ya şarap gittiğini söylüyordu. Çok şaşırdım ve bir o kadar da Ankara bağcılığının ne kadar önemli bir yere sahip olduğunun farkına vardım. Derken, konu ilgimi çekince Kamil Toygar ve Nimet Berkok Toygar’ın hazırladığı ‘Ankara’da Bağcılık ve Bağ Kültürü’ kitabını okudum. Ankara’daki bağcılığın üzüm kalitesi çok yüksek olan Kalecik ilçesiyle sınırlı olmadığını gördüm. Bu kitapta bağcılığın geçmişi, bugünü ve olası yarını çok güzel anlatılmış. İnanılmaz faydalı bilgiler edindim konuyla alakalı. Çankaya, Kavaklıdere, Bülbülderesi, Dikmen, Keçiören, Seyranbağları, Esat ve daha nice ilçe ve semt eskiden bağ evlerinin olduğu ve bağcılık yapılan yerlermiş. Ankaralılar yazları, bağ evlerinde geçirirmiş. Hatta şu anki isimleriyle bildiğimiz ilçelerin birçoğunun isimleri de bu bağcılık döneminde verilmiş. Günümüzde şehir merkezinin göbeğinde olan, yerleşim yeri yoğun bu ilçeler asmaların mahsul verdiği, bu mahsulün de yukarıda saydığım üzümden üretilen ürünlere dönüştüğü yerlermiş. Yıllar geçtikçe ve başkentimizin nüfusu, aldığı göçlerle arttıkça bu ilçelerdeki bağlar yok olmuş. Yerini binalar almış.
Ankara bağcılığı meraklısı olan ben, Ankara Kent Konseyi Kale Meclisi’nin öncülüğünde Ankara Kent Konseyi’nin Opera Meydanı’ndaki binasında düzenlenen ‘Ankara Bağları Belgeseli’nin galasına koşa koşa gittim. Belgesel gösterimini soluksuz izledim. Hem çok özenilmiş hem de bilgiye bilgi katan, hiç bilmeyene de aydınlatıcı, faydalı bir derleme olmuş. Ankara bağcılığının tarihinden başlayarak günümüze uzanan kronolojik anlatımıyla kentimizin gerçek bir bağ cenneti olduğunun bir kez daha farkına vardım. Kale Meclisi ve emeği geçen herkesi kutluyor ve bu belgeseli kentimize kazandırdıkları için Ankara sevdalısı bir kentli olarak teşekkürlerimi sunuyorum. Umarım bundan sonraki yıllarda kentimizin güzelliğine güzellik katacak ve hem Ankara’mıza hem de milli gelire katkı sağlayacak bağcılık kültürü yeniden eski yıllardaki verimine ulaşır. Belli mi olur, belki birkaç sene sonra tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi bizler de sevdiklerimizle yazları bağ evlerinde buluşuruz. Çok mümkün. Ben bu umudu aldım, cebime koydum.
POLATLI, GORDİON VE DUATEPE
Geçen hafta özel bazı işlerimi halletmek için gittiğim Polatlı’dan dönerken Gordion’a uğradım. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girdiğinden bu yana gidememiştim. Midas Tümülüsü’nün yanında saatlerce meditasyon yaptım. Hep söylemişimdir; ‘Gordion’un büyülü ve aşırı pozitivite içeren bir enerjisi var’ diye... Sonra açık hava müzesini gezdim. Tarihi eserlerimizin bol bol fotoğrafını çektim. Eski zamanlara ışınlandım ve o zamanlarda insanların yaşayış biçimlerini, bir gün içinde antik kent içindeki devinimi hayal ettim. Daha doğrusu yaşadım. Ankaralılar olarak bu kültürel miraslarımıza sahip olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu kendime tekrar hatırlattım ve şükrettim. ‘C’aanım Ankara! Sen ne kutsal ne kadim bir topraksın...’ dedim. Böyle dedikten sonra ve Polatlı’ya kadar gitmişken Duatepe Anıtı’nı da ziyaret etmeden dönemezdim. Hemen rotamı Duatepe’ye çevirdim ve 20 dakika sonra Sakarya Savaşı’nın gerçekleştiği, yani Büyük Taarruz’un başladığı ve zaferin kazanıldığı tepeye vardım, oturdum. Önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve vatan uğruna Duatepe’de şehit olmuş tüm askerlerimiz için dua ettim. Ata’mızın şahlanan atının üzerindeki figürünün Türk Milleti’nin önderi olmaktan duyduğu gurur ve mutluluğu ifade ettiği söylenir. İsmet İnönü ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın heykellerinin ise emir komuta birliğini, Halide Edip Adıvar’ın heykelinin de Türk kadınının Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği cesaret ve fedakârlığı betimlediğini bilirim. Duygulandım. Bir saatten fazla Duatepe’de vakit geçirdikten sonra ardımda bir Türk vatandaşı olmanın gururu, vatanıma duyduğum minnet, ne kadar doğru bir kentte yaşadığımın farkındalığı ve şükrünü bırakarak Ankara’ya doğru yola koyuldum. Siz de gidin ve hem UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne girmeyi başardığı için Gordion’u onurlandırın hem de Duatepe’ye uğrayıp bu toprakları bize vatan kılan Ata’mız ve tüm şehitlerimize dua edin.
HAFTANIN ÖNERİLERİ
1) Bu hafta sizlere bir kitap önerim olacak. Çok sevdim, çok içselleştirdim ve okuyan herkesten de benzer yorumlar duydum. Hangi kitap mı? Hemen söylüyorum: Hem siyasetçi kimliğine hem donanımına hem de yazar kimliğine çok saygı duyduğum ve hatta ‘modern zamanların halk ozanı’ olarak tanımladığım Sayın Yaşar Seyman’ın ‘Kentlerin Kalbi’ kitabı. Beni bilen bilir ne gittiğim bir yeri, ne okuduğum bir kitabı, ne dinlediğim bir müziği laf olsun veya kimsenin gönlü kırılmasın diye önermem. Bunu samimi bulmam çünkü. Ama bu kitap gerçekten kentlerin kalbini açmış bizlere! Hem de ozanca bir dille açmış. Okudukça içine giriyor çıkamıyorsunuz. Çünkü çıkmak istemiyorsunuz. Bilgi Yayınevi’nden çıkan Can Ersal’ın birbirinden özgün görselleriyle süslenmiş bu son kitabını benim için imzalama lütfunu gösteren Yaşar Hanım’a ayrıca sevgilerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum. Ve diyorum ki eğer ruhunuzda biraz seyyahlık ve farklı kentlere yönelik merak duygusu varsa, şiirsel ve derin anlatımı deneyimlemek istiyorsanız bu kitabı okumadan geçmeyin.
2) Geçen cumartesi Bilkent Senfoni Orkestrası’nın Barok Müzik Konseri’ne gittim. İlk yarı Handel ve Bach, ikinci yarı ise koro eşliğinde Vivaldi’nin Gloria’sını dinledik. Olağanüstüydü. 9 Mart’ta ikinci konser olacak, yine Bilkent MSSF Konser Salonu’nda... Kaçırmayın mutlaka gidin.
3) Çok sevdiğim arkadaşım Elif Sarpkaya Bulvar Loft’ta 4-5 ay önce bir kafe açmıştı. Bir türlü kısmet olamadı ve ancak geçen hafta ‘hayırlı olsun’a gidebildim. Kafenin adı ‘Miette.’ Bunu neden mi yazıyorum? Ankaralılar en güzel ve en özgün ve başka yerde olmayan bir formülle yapılmış elmalı turtayla ve tüm diğer nefis pasta çeşitleriyle tanışabilsin diye. Ayrıca mekânın enerjisi çok güzel. Sıcacık bir atmosferi var. ‘Bereketli olsun’ diyor ve denemenizi ısrarla tavsiye ediyorum. Hepinize sağlıklı, mutlu, şans ve bereket dolu bir hafta diliyorum ve öyle de oldu. Şifa olsun. Sevgiyle...
Paylaş