Paylaş
Dünkü yazım aslında şu basit soruyu kendi kendime sormamdan kaynaklanıyordu: New York Times'ta var olan kurallar neden bize de uygulanmıyor?
Amerikalı meslektaşlarımız bizden daha az namuslu filan değiller.
Dahası Amerika'da bizde olmayan inanılmayacak derecede güçlü bir ‘‘etik kontrol mekanizması’’ vardır.
Yani diyelim ki New York Times'ta bir köşe yazarı reklam filminde oynasa, sonra çıkıp ‘‘Eh ne yapalım herkes sanki çok mu ahlaklı da ben ahlaklı olayım’’ dese onu hemen kapı önüne koyarlar. Üstelik medyada yeni iş de bulamaz bir daha.
Bizde ise böyle ‘‘etik manevi kontrol mekanizmaları’’ olmadığı gibi ayrıca yazarın kendini savunmasında ortaya koyduğu tezin doğru olduğu yolunda büyük bir ortak kanı da var.
Açıkçası ‘‘Kimse ahlaki davranmıyor ki biz davranalım’’ fikri çeşitli kesimden insanlarca ve gazetecilerce kabul görmüş durumda.
Bütün bunlar veri iken biz hálá daha etik kuralları bireyin kendi inisiyatifine bırakmakta, bunları net kurallara bağlamamakta bir sakınca görmüyoruz.
Onlar ise her geçen gün yeni kontrol mekanizmaları getiriyorlar gazeteciler üzerine.
***
Şunu açıkça görelim ve söyleyelim.
Son yıllarda bizim mesleğimiz toplum tarafından son derece olumsuz değerlendirilmeye başlandı.
İnsanlarda gazetelerde verilen haberlere, gazeteciye karşı bir inançsızlık oluştu ve oluşuyor.
Bunun Türkiye'de belirgin bir şekilde ortaya çıkmasının nedeni de bizdeki gazetecilerin daha az ahlaklı, daha az mesleğine saygılı olmaları filan değil. Katiyen değil.
Hatta gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki kuralların bu kadar az konulduğu, ahlaki-etik kararların sadece bireyin vicdanına bırakıldığı ülkemizde bizim gazetecilerin büyük bölümü neredeyse birer kahramandırlar.
Ne var ki özellikle yakından takip etiğim Amerikan medyasında etik kurallar yazıya döküldüğü, gazetecinin davranış biçimiyle ilgili normlar gazetenin iç yasası haline getirildiği ve buna uymayanlar da net biçimde cezalandırıldığı için orada kamuoyu denetim mekanizmalarının çalışmakta olduğunu biliyor.
Yani gazetecinin istese de mesleki gücünü kötüye kullanamayacağını, kullanmaya çalıştığı takdirde ise cezalandırılacağını bildiğinden kamuoyunun vicdanı rahat.
***
Türkiye'de bir şeyler elimizden kayıp gidiyor.
Okuyucular gazetede gördükleri her haberi, ‘‘Acaba bunun altında ne tür ayak oyunları vardır?’’ diye okumaya başladılar son zamanda.
Haber gayet dürüst yazılmış, her tarafı kontrol edilmiş olsa da şu anda algılanış böyle.
Yıllardır yazı işlerinde ter dökmüş, günde neredeyse 16 saat çalışmış bir insan sonunda ilk kez davetle, hiçbir çıkar bağlantısı olmayan bir geziye gidiyor, okuyucu bu insana bile şüpheyle bakıyor.
Çünkü algılanış öyle.
Muhabir yıllardır gece gündüz çalışıp ailesini bile az görmektedir, bir gazetenin tamamen yanlış yayını nedeniyle o arkadaşların gerektiğinde hayatlarını kurtarıcı rol oynayabilecek sarı basın kartı şaibeli olarak gündeme gelir. Çünkü algılanış böyle.
Okuyucular köşe yazarlarının hepsinin birer milyarder olduğunu, parayla oynadıklarını zannediyorlar.
Bilmiyorlar ki köşe yazarları da bu ay sonunda verilecek zam oranını bekleyerek yaşıyor. Ama ne yapacaksınız algılanış böyle.
Kendi ellerimizle yarattık bu algılanışların yeşereceği ortamı.
Onun için bizi öyle algılayanlara kızmak yerine, kendimize çeki düzen vermek zorundayız.
***
Bu algılanışları kırmamız, insanların bize hak ettiğimiz saygıyı tekrar duymaları için gerekeni bir an önce yapmamız lazım.
Yapılacak şey ise basit. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok.
New York Times'ta uygulanan ‘sıfır tölerans’ ilkesini bize de getirelim.
Yani, genel yayın yönetmenlerinin, yazı işleri müdürlerinin, muhabirlerin, editörlerin ve köşe yazarlarının davetler, hediyeler, iş takibi, borsada oynama, hükümetle ilişkiler, devletin güvenlik güçleriyle ilişkiler, işadamlarıyla ilişkiler konusunda ne yapıp yapamayacakları net kurallara bağlansın ve buna uymayanlara net yaptırımlar getirilsin.
Yapılacak şey aslında basit, sadece ilk adımı atacak kararlı bir çıkış bekleniyor.
***
Bu tür adımları atmak çok zordur.
Çünkü kemikleşmiş çıkar bağlantıları, alışılmış davranış biçimleri, hayatı gazeteci için kolaylaştıran alışkanlıklar var.
Bunları kırmaya zihinsel açıdan hazırlanmak bile zor.
Dahası gazeteci toplumun tüm kesimini saran ilkesizlik ve ahlaksızlığı birinci elden bildiği için rahatlıkla ‘‘Herkes ahlaklı mı ki ben olayım’’ lafını söyleyebilecek insandır. Bütün bunlara rağmen adımı atmalıyız ve kısır döngüyü kırmalıyız.
Kendimizden emin olmamız, vicdanımızın rahat olması yetmez. Toplumun ve sonuçta bizim ekmek paramızı veren okuyucuların gazeteciyi algılama biçimini olumluya çevirecek kurumsal adımları atmak gerekiyor.
Asıl onların bizden emin olması, bizden kuşkulanmaması gerekiyor.
Eğer bunu başarırsak Türkiye'de birçok şeyin değişeceğine de eminim.
Paylaş