‘‘Zaman’’ kavramı filozofların neredeyse binlerce yıldır kafasını meşgul etmektedir.
Çok değişik söylemler üretilmiştir ‘‘zaman’’ konusunda.
Denilebilir ki felsefelerin temelinde yatan en zengin konulardan bir tanesidir bu.
Eski Yunan'daki filozoflardan başlayarak bu konuda bir düşünce birikimi yaratılmış, modern dünyaya özgü meseleler bu düşünce birikimi çerçevesinde ele alınmış, 18, 19 ve 20'nci yüzyılların en ciddi düşünce adamları ‘‘zaman’’ kavramını ele alışlarındaki farklarla kendilerini ön plana çıkarmışlardır.
Felsefenin dışında gayet tabii ki bununla direkt bağlantılı olan fizik teorisinin de en çok kafa yorduğu kavramdır zaman.
Medeniyetlerin temelini oluşturan fikirler, zaman kavramı üzerine çalışarak düşünce üreten insanlar tarafından insanlık hizmetine sunulmuştur.
Bunar dışında edebiyatta da zaman kavramı son derece ilginç deneylere yol açmış, insanlık áleminin ruhunu zenginleştiren metinler bu kavramdan yola çıkılarak tamamlanmıştır.
***
Bunları söylüyorum da aslında üç yıl öncesine kadar dünyada durum böyleydi.
Ancak üç yıl kadar önce Türkler, sonunda ‘‘zaman’’ kavramına da müdahale etti ve insanlık áleminin kolektif düşünme sürecinin binlerce yıl içinden süzülerek bu yüzyıla getirilmiş bir kavramın daha içi anında boşaltıldı.
Bizim böyle bir yeteneğimiz var yani, bunu kabul edelim, alçakgönüllülük filan yapmaya gerek yok bu konuda.
Birçok kavramda bu yeteneğimizi net olarak gösterme fırsatını daha önce bulduk, biliyorsunuz. Örneğin ‘‘demokrasi’’ diye bir kavram var ya, bu bizim muamelemizden geçtikten sonra tüm tarihi geçmişinden bir anda kopup, tamamen yeni ve farklı bir içeriğe bürünebilmiştir.
‘‘Haklar’’, ‘‘özgürlükler’’ ve bunlara benzeyen birçok kavrama da aynı oyunu oynamayı başardık biz.
Kendi kendimizi size anlatmama lüzum yok, bunları nasıl olsa hepimiz yaşayarak öğrenmiş durumdayız.
Ancak ‘‘zaman’’ kavramına çekilen muamele, benim gibi Türkiye'ye kaşarlanmış insanları bile şaşırtacak nitelikteydi.
Çünkü ben, bizim bu uluslararası düzeyde üzerinde anlaşma sağlanmış kavramlara karşı tavrımızın sadece sosyal konularla sınırlı olduğunu düşünüyordum.
Dolayısıyla da bilimsel bir netliği olabilen ‘‘zaman’’ kavramını bu nedenle rahat bırakırız diye düşünmüştüm. Ama yanıldım; hem de öyle yanıldım ki ona bu yapılandan sonra felsefenin bütün temel ilkeleri yeni baştan ele alınırsa hiç şaşırmayın, olur mu?
***
Bütün bunlar neden aklıma geldi biliyor musunuz?
Son ortaya çıkan deprem raporu var ya, işte o nedenle bağrımda bu bastıramadığım teorik isyan yükseldi.
Yine belki beş yüzüncü kez ‘‘Bundan sonra olacak depremde şu kadar kişi ölecek, bu kadar kişi yaralanacak’’ diye tahminler yapmışlar.
Ve sonunda yine ‘‘kısa vadede alınması gereken önlemleri’’ sıralamışlar.
İşte bu ‘‘kısa vadede alınması gereken önlemler’’ lafı beni deli etmeye başladı sevgili okurlar. Farkındasınız değil mi, biz Türkler ‘‘zaman’’ genel kavramı içinde yer alan ‘‘kısa vade’’ alt kavramının içini tamamen boşaltmış ve bu kavramı katiyen anlamı olmayan bir abukluğa dönüştürmüş durumdayız.
Üç yıl önce başladı ‘‘kısa vadede alınması gereken önlemler’’ söylemi.
Bu kısa vadenin iki yıl önce bitmesi gerekiyordu ama şimdi yine depremin etkisini azaltmak için kısa vadede alınması gereken önlemlerden bahsediyorlar.
Üstelik bunlarda da yeni bir şey yok; hep aynı öneriler ortaya getiriliyor, çok güzel raporlar sunuluyor ve sonra zaman yine kendi diyalektiği içinde akışına bırakılıyor, önlemler de zamanla birlikte akıp gidiyor.
Anladığım kadarıyla biz ‘‘kısa vade’’ kavramını artık ‘‘yeni olacak depremden sonraki ilk günden başlayan zaman dilimi’’ diye tanımlamış durumdayız.
Bu kısa vade bir türlü bitmiyor. Bizim dışımızdaki insanlık álemi çoktan orta vadeye geçmiş durumda bile ve biraz daha beklersek onlar uzun vadelerine geçtikleri zaman, biz belki o zaman orta vadeye geçme işini sonunda gündemimize alacağız inşallah.
***
Bıkkınlık verdi bu deprem raporları, yemin ediyorum.
Çünkü bu tür bilimsel iddialı raporlar ancak zaman kavramının anlamını kaybetmediği ülkelerde bir şey ifade edebilir.
Türkiye'de zaman nosyonu artık yok olduğundan her ortaya atılan rapor insanı sadece depresif bir kaderciliğe itmekten başka işe yaramıyor. Çünkü otoritelerin kısa vadesinin bir türlü gelmeyeceğini, gelemeyeceğini biliyorsunuz.
Ve şu da var: Dünyadaki hiçbir bilimsel yöntem, İstanbul gibi bir yerde meydana gelecek bir depremde ölecek insan sayısını net olarak tahmin edemez; bunu tahmin etmeye cesaret bile edememeli aslında.
Çünkü şu anda dünyada hiç kimse İstanbul'da yaşamakta olan nüfusun gerçek toplamını bilmemektedir.
Üstelik bu nüfusun kısa vadede bilimsel olarak doğru toplamı verecek şekilde sayılabilmesine de imkán yoktur.
Bütün bunları söylüyorum ama yine de inşallah bütün bu sorunlarımız uzun vadede hallolur, ben de uzun vadede biraz rahatlarım.